UNUTTUĞUMUZ DEĞERLERİMİZDEN “TOKUÇ”

 

Bizlerin çocukluğu olan 1960-70’li yıllarda çamaşır yıkama şöleninin en önemli aktörüdür tokuç. O yıllarda yaklaşık 20-30 günde bir evlerin bahçelerine kurulan çamaşır yıkama düzeneği ile, tam bir gün kirliler analarımız tarafından yıkanırdı. Büyükçe bir sayacağın üzerine konulan kocaman bir kaynatma kazanının altı odunlarla yakılarak, içindeki küllü su kaynatılır ve taşın üzerindeki çamaşır kulesine dökmek için, su kabağı da içinde hazır olurdu.

Kocaman bir taşın veya kuturluca bir ağacın kesilmiş kökünün üzerine bütün kirli çamaşırlar kule gibi yığılırdı. Bu yığma işlemi rastgele olmaz, en kirli ve dayanıklılar en alta, en az kirli ve narinler en üste gelecek şekilde dizayn edilirdi.

Bu günkü temizlik kimyasallarından yalnızca katkısız geleneksel sabun haricinde hiçbir temizleme malzemesi yoktu. Elbette küllü su hepsine bedeldi. Çamaşır yıkama günü, ev ahalisine ve çevreye günler öncesi duyurulurdu. Hem kirlilerin çıkarılması, üst başın değiştirilmesi, hem de komşuların yeni günün planlamasında bilgi sahibi olması açısından, bu duyuru önemli idi.

Mesela yakın komşu aynı gün ekmek pişirme planı yapmazdı. Yardımlaşma ve dayanışma gerektiren büyük ölçekli işlerin önceden duyurularak, planlamaya yardımcı olunması gerekirdi.

Çamaşır yıkama işi o günün tamamını kaplar, evin hanımı akşama adeta “pert” olurdu. O günün yemek içmek işi diğer aile üyelerine veya komşulara havale edilirdi.

Çamaşırlar giyecek taşına dizilip, kaynatma kazanındaki küllü su da kaynadıktan sonra yıkama işine başlanırdı. Taşın en üstündeki narin çamaşırların üzerine kazandan su kabağı marifeti ile alınan kaynar su çamaşırların üzerine dökülür, sabunlanır ve çitilenerek yıkanırdı. İşte bu esnada tokuç devreye girer, taşın üzerindeki çamaşırlar üflenip püflenerek bütün güçle paaat, paaaat, paaat diye tokuçla dövülürdü.

Tokuç, çok sağlam bir ağaçtan hızarcılar veya mobilyacılar tarafından imal edilirdi. Tek parça uzunca sapı olan 20-20 cm. ölçülerinde, vurma tarafı düz, sırtı ise bombeyli bir şekildeydi. Çok sağlam olması gerekirdi. Hem kaynar suya, hem güneşe, hem soğuğa maruz kaldığı için çatlayıp kırılmaması gerekirdi. Her bir çamaşır birkaç su durulandıktan sonra en zor işlerden birisi olan sıkma eylemine geçilirdi. Hatta sıkılırken çamaşırın bir ucundan bir diğerinin tutup çevirmesine ihtiyaç dahi duyulabilirdi.

Çamaşır yıkama günü aynı zamanda çocukların çimme (yıkanma) günüydü. Hangi çocuğun durumu müsaitse (okul, iş vb. ) hemen oracıkta küllü suyla çimdirilirdi. (Bu eylem oğlan çocukları için geçerli idi, kız çocukları kapalı mekanlarda banyo leğenlerinde yıkanırdı).

Yıkanıp sıkılan çamaşırlar bir sepette üç beş parça olunca asılmaya götürülürdü. O günlerde bu günkü çamaşır asma aparatlarının hiç birisi  yoktu. Ya havlu duvarlarının üzerindeki çalılıkların üzerine, ya kışlık yakacak olarak dizilmiş çam odunlarının üzerine, ya uygun ağaçların dallarına, ya da temiz taş ve kayaların üzerine asılırlardı.

Çamaşır yıkama gününe karar vermekte en önemli faktör “eyyamın eyi” olmasıydı. Yani hava durumu. Havanın güneşli olup olmadığına dikkat edilir, yağmura yakalanınca bir çuval incir berbat olurdu. (“Gecek yüvecen emme bir türlü eyyam eyi olmuyor” sözleri sohbetlerin en ateşli konusu olurdu).

Merhum Hatice Eroğlu (eski dönem milletvekillerimizden merhum Osman Eroğlu amcamızın hanımı, Merhum Hakkı Aktaş’ın kızı, Cemal ve Musa Aktaş abilerimin ablası) ninemden dinlemiştim.

Osman amcam milletvekili olunca Ankara’ya taşınma süreci başlar. Ev toplanmış bütün eşyalar kamyona yüklenmiştir. Tahmin edebileceğiniz gibi çamaşır yıkama şöleninin en önemli aracı “tokuç” da, göç kamyonunda en nadide yerini almıştır.

Başkentte bir apartmanın bilmem kaçıncı katına taşınırlar. Giyecekler kirlenip yıkama ihtiyacı hasıl olunca, Hatice ninem apartmanda çamaşır yıkama düzeneği kuracak yer bulamaz. Ee çamaşırların da yıkanması lazım. Kendine göre bir çözüm üretir. Dairenin banyosuna giyecek taşı vazifesi görebilecek bir nesne uydurur ve çamaşırları üzerine Bucak’taki gibi kule yapar. Piknik tüpün üzerinde bir semaverde sıcak su kaynatır. Tabi kül bulma şansı yok. Sıra gelir tokuçla çamaşırları dövmeye. (Zira bu eylem çamaşır yıkama şöleninin olmazsa olmazıdır). Paaaat, Paaaat, Paaaat, apartmanda yer yerinden oynar. Hemen komşular kapıya dizilirler. “Komşu hayrola, nooluyor? Yıkılan devrilen bir yer mi var? Hatice nine gayet sakin: “yok bişi tereddüde mahal yok gecek (giyecek) yıkıyorum” der. Gülmekten yarıldım ve ondan sonrasını dinleyemedim veya hatırlayamıyorum. Şimdi bile gülmekten yazı yazma sürecim 10 dakika uzadı.

(Bu vesileyle Osman amcam ve Hatice nineme Yüce Allah’tan (cc) gani gani rahmetler diliyorum).

Çamaşırları yıkayan evin hanımı akşama kadar işi zor bitirir ve çok yorulurdu.  Akşam olup eve çıkınca kelimenin tam anlamıyla yorgunluktan “atılır giderdi”. Tokuçla, kaynatma kazanındaki küllü sularla, gecek taşındaki kule gibi çamaşırları tokuç ile döve döve yıkayan, başta merhum anam olmak üzere bütün anaları, teyzeleri, nineleri bacıları tebrik ediyor ve ellerinden hürmetle öpüyor, önlerinde saygı ile eğiliyorum. Ahirete irtihal edenleri rahmetle anıyor ve mekanlarının Cennet olmalarını diliyorum. Hayatta olan az sayıdakilere ise, sağlıklı ve kaliteli bir hayat diliyorum.

 

Selam, sevgi ve dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.

25 Şubat 2016. Saat: 07.00. Antalya

 

Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER

Kaliteli Yaşam Uzmanı

 

 

( Unuttuğumuz Değerlerimizden Tokuç başlıklı yazı S. COŞKUNER tarafından 25.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.