UNUTULAN DEĞERLERİMİZDEN “EŞEK”
Günümüzün gençlerinin çoğu eşeği
bilmezler zannedersem. At kadar kıymetli olmadığı için hayvanat bahçelerinde
yer ayrılmamış, özel haraları ve jokey kulüpleri de olmamıştır. Son günlerde
“eşek sütü faydalıdır” söylemi, inşallah cefakar dostlarımızın hak ettikleri
itibarı, bir nebze olsun geri getirebilir diye düşünmek istiyorum.
Bizim çocukluğumuzda
eşeğimiz en iyi dostumuzdu. Hemen hemen her evde bir eşek olurdu. Evlerimizin
altında veya yan kaydırmalarında onlar için özel küçük ahırlar, samanlıklar ve
arpalıklar olurdu. O zaman kamyon yok, kamyonet yok, motorlu vasıta çok kıt ve
herkeste yok. Bisiklet dahi lüks. Eşeklerimiz en iyi taşıma aracı, un-buğday
çuvalları, odunlar, kasalar, küfeler, heybeler, insanlar, çocuklar hep eşek
üzerinde taşınırdı. Üstelik at arabasının dahi gidemediği dağlara, yaylalara,
patikalara ancak eşekler gidebilirdi.
Duyduğumuza göre
karayolları dağlardan yeni bir yol açacağı zaman, muhtemel güzergahı belirlemek
için, eşeği önce salarlar onun geçtiği yerden yol yaparlarmış.
Dağdan odun getirilecek,
değirmene buğday götürülecek, değirmenden un getirilecek, ovadan elma
sandıkları gelecek, tütün tarlasından tütün küfeleri gelecek, uzun yollarda
heybelerinde çocuklar taşınacak, semerinde ve terkisinde insanlar taşınacak… O
zamanlarda eşek olmasaydı halimiz nice olurdu?
Her evin bir eşek
almaya gücü yetmezdi. Zengin veya işi gereği eşeğe çok muhtaç olanların eşeği
olurdu. Arada sırada eşeğe işi düşenler, eşek edinmezler yakın komşudan ödünç
isterlerdi. Asla bunun bir bedeli olmazdı. O da günün birinde kendi elinden
gelen bir işle komşusuna yardım ederdi. Bu konuda muazzam bir yardımlaşma ve
paylaşma söz konusuydu.
Semer, eşeğin en önemli
müştemilatı idi. Semer olmadan eşeğe hiçbir yük yüklenemezdi. Semercilik çok
önemli bir meslekti. Onun için çok kıymetli ustaların dükkanları vardı. Bucakta
“Semerci Mahmut” bir efsane sülalenin lideri idi. Semerin sırta gelecek yeri
yumuşak beyaz keçeden, üstü siyah meşin deriden, kasnakları hilal şeklinde
sağlam ağaçlardan yapılırdı. Yeni bir semer mis gibi kokardı.
Semerin üzerine monte
edilen yaklaşık 10 metre uzunluğundaki urgan olmadan, eşeğin semerine hiçbir yük
sarılamazdı. Bu urgan öyle ustalıkla monte edilirdi ki, yükü kavrayacak olan
iki taraf, binen kişinin ayak koyma yerleri, (attaki gibi özel ayaklık eşekte
olmazdı), yükü iyice sarmalamak için urganın yedek kısmı, bu işlemi yapmak her
yiğidin harcı değildi.
Yem torbası saman ve
arpadan müteşekkil olarak semere asılı olurdu. Atlar gibi ağza alınan gemleri
olmaz, sadece yularları olurdu. Yularlar sevk ve idarede kullanılamaz, yalnızca
çekmekte ve bir yere bağlamakta kullanılırdı. Sevk ve idare semere binen
kişinin elindeki bir çılkı veya küçük değnek ile hafifçe vurularak sağlanırdı.
Eşekler genelde inatçı
yaratıklardı. En ufak bir su birikintisinden, sesten, gürültüden, diğer bir
hayvandan, bövelekten, gövenden ürker ve hızla kaçardı. Böyle bir anda
üzerindeki insan veya yük Allah’a emanet… Attan düşen kaba
döşşek, eşekten düşen kazma kürek sözü boşa söylenmemiştir. Eşekten düşmek, her
zaman çok tehlikeli olmuştur. Eşekten tekme yemek ise, korkunç derecede
tehlikeli idi. Çünkü, inekler tek ayakla teperken, eşekler çift ayakla ve ön
ayaklarının üstüne iyice yükselip amuda kalkarak, arka iki ayağını bütün gücü
ile birlikte vurarak teperdi. Bunun adına, çifte atma denirdi. Yerde yatırılan
çoru çocuğu rahatlıkla çiğneyip geçebilirdi. (Onun için bebekler ya beşikte ya
da salıncakta yatırılmış asla yerde yatırılmamıştır).
Göven diye bir
arı-sinek karışımı bir mahluk eşeğin apış arası ve kuyruk altı gibi yumuşak
yerlerini çok severdi. Yapıştı mı asla bırakmaz kanatıncaya kadar emer ve eşeği
çileden çıkarırdı. Bu duruma maruz kalınca da saatlerce koşardı.
“Sabala kakmalı, oduna
getmeli, eşşe göven yemeden, odundan gelmeli” manisini bilmeyen yoktur. Tabi
gövenin aşırı sıcaklarda tebelleş olduğu da böylece anlaşılıyor.
Eşek, at, kedi ve köpek
gibi eve veya sahibine sadık bir hayvan değildir. Başıboş bırakılamazdı. Yoksa
kafasının estiği yere gider, eve de dönmezdi. Onun için işi bitip istirahate
çekildiğinde, ya tek ayağından sikke ile örüklenir, ya da iki ön ayağı bir
karış mesafeden bağlanarak tuşşaklanırdı.
Eşeğin yavrulamasına
kunnamak denirdi. Eşek kunnadığı zaman dünyaya gelen sıpa, öyle tatlı olurdu
ki, insanların kendi yavrularını bile severken sıpaya benzeterek sevmelerinin
bir hikmeti de bu olsa gerekti. Bu gün hala eskiler çocukları “eşşek sıpası
seni” diye severler. Sıpalar annelerinden hiç ayrılmaz, sık sık onları emerler
ve sürekli sağa sola koştururlardı. Ama günün birinde delikanlı olduklarında onların
da sırtına semer vurulurdu. Hemen semer vurmak imkansızdı, alıştırılması
gerekirdi. Aksi halde hızlıca kaçar giderdi. Bunun için semerden önce üzerine bir
insanın binmesi gerekirdi. (Bir gün delikanlı olan sıpamızı alıştırmak için
üzerine korku ile bindim. Yelesinden sıkıca yapıştım. Yavaş yavaş yürümesi için
tıpışladım. Ne güzel yürüdü tam alıştırdım derken, alnıma konan bir sineği kovalamak
için çılkılı elimi kullanınca, dövecek zannetti herhalde, öyle bir depar attı
ki, ben rulo halinde bir iki ters takladan sonra hoooop yerde yarı baygın).
Eşeklerin görevi
bitince hemen semeri (paldımı, kuskunu, golanı) sökülür, bir süreliğine serbest
bırakılırdı. Çünkü eşek mutlaka annanırdı. Yani uygun bir yere yatacak, bir
sağa bir sola hızlıca defalarca yuvarlanacak, tozu toprağa katacak, hızla
kalkacak ve uzun süre silkelenmek için titreyecektir. Birisi söylenen sözü
biraz zor anladığı zamanlarda, anladın mı diye sorarlar, anladım dendiğinde ise
alacağı karşı cevap çok manidardır. “annadın ama semer ağaçlarını da kırdın”.
Yani, anlamak, annanmak ile eşleştirilmiş ve çaktırılmadan anlama yetersizliği
olan kişi eşeklikle suçlanarak iğnelenmiş olurdu.
Hayvan pazarında aynı
sığırlar ve davarların olduğu gibi at ve eşeklerin de bir pazarı olurdu. İyi
eşek iyi paraya satılırdı. Dört ayağına da nal çakılırdı. Nalbantlık da aynı
semercilik gibi çok geçerli bir meslekti. İsimlerinin önüne ustalık nişaneleri
de mutlaka konurdu. “Nalbant Süleyman” gibi.
Selam, sevgi ve
dualarımla… Allah’a (cc) emanet olunuz…
20 Ocak 2016. Saat:
07.00. Antalya.
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı