Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 26.12.2015
Okunma Sayısı : 661
Yorum Sayısı : 0
Yine onun hayatının çok yakın geçmişindeki bir zamana gideceğiz… 

Gencimiz, örgün üniversite eğitimini bitirdikten sonra memleketine geri döner. Fakat dönmeden önce bir rahatsızlık başına musibet olmuştur ve tek çaresinin ameliyat olduğu belirtilmiştir kendisine. Her ne kadar memleketine dönmeden önce doktoru, ameliyatı yapmayı teklif ettiyse de bizimkisi kabul etmemiştir… Belki memleket hasreti belki aile özlemiydi ona bu kararı verdiren… Kim bilir belki de çok daha farklı bir nedeni vardı…

Bulunduğu yerden ayrılıp uzun bir yolculuk sonrasında memleketine varır… Eve dönmenin verdiği o garip, tarif edilemez duygu vardır içinde… Ama aynı zamanda da hastalığının bir an önce çaresine bakmanın yollarını düşünmektedir. Yollarını düşünmektedir diyorum çünkü hatırlarsanız buradaki doktorlardan yana pek bir talihsiz zamanlar geçirmişti. Bundan olsa gerek memleketindeki doktorlara güveni azalmıştı. Kendi doktorunun da tayini çıktığına dair rivayetler dolaşmaya başlayınca içini iyiden iyiye bir korku sarmıştır…

Ama başka şansı yoktur… Artık buradaki doktorlardan birine, kendini emanet etmek zorundadır… Ve en nihayetinde birini bulur. Hastalığın teşhisi onaylandıktan sonra ameliyat tarihi verilir… Ama gencimizin içindeki korku akıl almaz bir hızla büyümeye devam etmektedir. “Ya bir aksilik olursa?" düşüncesi, hüküm sürmek için tüm yolları denemektedir…

Ve ameliyat günü gelmiş, kazasız belasız ameliyat gerçekleştirilmiştir. Birkaç gün hastanede kaldıktan sonra eve çıkmış ve pansumanlarına iyileşene kadar devam etmesi hatta tamamen iyileşene kadar kımıldamaması gerektiği söylenmiştir… İşte asıl hikâye buradan sonra başlamaktadır…

İlk eve çıktığında her şey çok güzeldir… “Ohhh beee…" der kendi kendine… Bakkala gitmek yok, fırına gitmek yok… Her şey iyi güzel… Yan gel yat… Her gün yüzüstü yatıyor, çok zorda olmadıkça yani sindirim ihtiyacını görmesi gerekmedikçe kalkmıyordu. Çünkü doktor tarafından yasaklıydı. Yalnızca her sabah pansumana gitmek zorunda kalıyordu çünkü eve gelen bir pansumancı bulamamışlardı.
 

Günler bu şekilde geçiyordu… Ama bir müddet sonra bu monotonluk, canını sıkmaya başlamıştı… Kımıldayamıyordu… Yiyip içip yattığından ve fazla harekette bulunmadığından hem aşırı kilo almaktan hem de vücudunun tembelliğe alışmasından korkuyordu. Tabi bu düşünceler, pansumanı 1.5 ayı geçince aklına takılmaya başladı… Bu kadar zaman kımıldamadan yatıyordu. Yapabileceği bir şey, oyalanabileceği bir iş yoktu… Ama süre biraz daha uzamaya başladı… Pansumanda 2. ayına girmişti. 

O sırada acilde stajyerler de göreve başlamıştı. Gel git, gel git derken stajyerler de artık gencimizi tanır hâle geldi… Bir gün içlerinden birisi sordu; “Siz sürekli gelip gidiyorsunuz… Kaç gün oldu sizin pansuman?" ve o da “100 küsür gün…" şeklinde yanıtladı… 

Artık zaman kavramını bile karıştırmaya başlamıştı… Çünkü her gün farklı bir sağlık görevlisi pansuman yapıyor her seferinde de her biri başka başka şeyler söylüyordu… Kimisi tedavi sürecinin uzun olacağını kimisi ise en kısa zamanda iyileşeceğini söylüyordu kendisine… Kimisi pansumana ara vermesini çünkü yaranın biraz rahatlaması gerektiğini söylerken kimisi de her gün sürekli olarak pansumana gelmesi gerektiğini söylüyordu… Kendini kaybetmek üzereydi… Bunun üzerine doktora gitti… O, daha da farklı bir şeyler söylüyordu…

“Böyle olacağını biliyordum… Bir musibet olacağını biliyordum…" gibilerinden düşünmeye çalışırken aklını yitirmeye başlamıştı artık… Sağlık görevlilerinin birbirleriyle çelişen sözlerine mi dertlensin yoksa ailesinden gelen baskılara mı, bilemiyordu… “Çalışmalısın, iş bulmalısın… Böyle boş durmakla olmaz." gibilerinden sözler artmış ama kimse onun söylediklerini dikkate almamıştı… Her zamanki gibi… Kımıldamamasını sağlık görevlilerinin istediğini, kımıldarsa yaranın iyileşme sürecinin gittikçe uzayacağını ve daha söyledikleri birçok şeyi anlatmasına rağmen herkes gencimize yükleniyor, onu dinlemiyorlardı… Hatta biraz daha ötesinde yine ve yeniden inanmıyorlardı ona…
 

Bir gün artık dayanamadı gencimiz… Gözlerinden yaşlar akıttı, çevresinde ses yükseltenlerden daha da gür bir sesle, bulunduğu durumu anlatmaya çalıştı… O kadar bağırıyor ve öyle ağlıyordu ki sanki şehrin gürültüsünü bir anda yok etmişti… Sanki o anda tüm şehir mateme bürünmüş gibiydi… Ve bu şiddetli tartışmanın ardından gencimiz bir anlık yazışma programındaki adını şöyle değiştirmişti; “…'i kaybettik… Başımız sağolsun…" O gün, birçok kişi bu ismi değiştirmesini istemesine hatta gencimize kızmasına rağmen gencimiz adını değiştirmediği gibi birçok kişiye de ismini değiştirmeyeceğini sert bir dille izah etti… Niyeti kırmak değildi… Bunu onlara da söyledi ama yazdığı kelimelerden sinirinin hükmünü anlayabilmeleri mümkündü…

Artık kendini tamamen kaybetmiş, herkese umudu, ümidi, tebessümü tavsiye ederken kendisi karanlığın en uç noktasında bulunan tahta kurulmuş bir şekilde buldu… Tahttan indirilmek istiyordu yada başarabilirse kendisinin inmesini… Ama bu göründüğü kadar kolay değildi… Aklına yalnızca bir çare geliyordu…

Son bir şans verdi buradaki doktora ama doktor şansını kaybetti… Gencimiz, kimseye danışmadan aklındaki hükmü karara bağladı ve hastalığının ilk teşhisi konan memlekete geri döndü… Çünkü eğer o şehre dönmeyip oradaki doktoru görmezse başkalarının kendisini bir tabut içinde görebilme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyordu… 

Geldi, doktorunu gördü ve hikâyeyi baştan sona en ince detayına kadar anlattı… Buraya 24 saatlik yoldan, sırf kendisini görmek ve artık bu ameliyat yarası hakkında net bir bilgi almak için gelmişti… Zira “Bugün git, yarın gel." mantığı artık canına yetmişti. Cinnet geçirmesine ramak kalmıştı sanki…

Neyse ki 1 haftalık gözlem sonucunda ameliyat yarası hakkında gencimizin yüreğini serinleten açıklamalar gelmişti… Kendi memleketinde geçirdiği yaklaşık 4 aylık pansuman sürecinin nihayet son bulduğunu ama buna rağmen dikkat etmesi gereken bazı şeylerin olduğunu ve artık kımıldayabileceğini öğrenmenin verdiği o anlatılamaz huzur, minnet artık adını ne koyarsanız onunla birkaç gün sonra evinin yolunu tutmuştu…
 
( Gerçek Hayattan Alıntıdır - Kayıp başlıklı yazı 4harf1kelime tarafından 26.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.