Sessizliğin dokunuşu
belki de yüzüme tokat gibi çarpan
O nihai sancı varoluşun
tescilli mahiyeti
Duraksız notaların ve
asılsız sevdaların izdüşümündeki
O bileşke:
Aşk ve ihanet güdüsü
savsaklarken
Hüzün sarnıcının
Kıdemli bir sancıyı
mihenk taşı bellemek kadar asılsız
Aşk yarası,
İzleğindeki o tecelli
belki de
Mihrabı yakın kılan.
Kırık mızrabı yüreğin
Çok derin o sancı
Yüklü gökyüzü ve
yüklüsün gökyüzlüm
Cefa iken mızrabın
çaldığı
Son bir serzeniş belki
de gıybet yüklü
Bilirim nasıl da
durağan o hidayet yüklü çağrı:
Aşka meyletmiş gönül
usulca ve kendince
Sonra sadece susmuş o
demli yalnızlığı
Kar bilmiş de yitip
giymiş öylece:
Kucağında ve asilce
saklamış hatta saklanmış
Ve saf tutmuş gönül
dergâhında.
Neye mi yetmiş ne sen
sor
Ne de evren bilsin
Rabbin kucağında bir
sefil
Düşmüş yolum sevgi
otağına.
Yâd ellerde kaybolmuş
bir garip yolcu
Bir katresi kadar
yetisiz iken benliğim
Göklerin tek hâkimi
iken Tanrı,
Sanır mısın ki kayıp
umutlarım
Belki de o naif
dokunuşu evrenin
Hükmetsin sadece maliki
sevginin:
Ve yordasın beni adım
adım
Baş koymuşum bir kez
Bil ki ne ilk ne de son
durağım.