Damıtılmış
tedirginlikler taşıyoruz iç sesimiz arşı alaya çıksa da sığındığımız o
suskunluk.
Kesif bir yalnızlık tüm
duyumsanan, kahpe bir sancı an’a hükmeden, çarşaf çarşaf üzünçler katmerli bir
boş vermişlikle örselerken burnumuzun dibindekilerini üstelik bile bile hatta
soka soka gözüne öfkemizi rehin dahi veremezken kaptırdığımız vicdanımız o
boyutsal meftunluğu hükmederken varsıl ikametgâhımıza tutunmak belki de tutmak
ya da sıkmak boğazını kafir önyargıların ve soluklanmak nöbet öncesi.
Zafiyeti mi tüm
kırılganlığın yoksa biteviye hırpalarken hırpalanmaktan kaçtığımıza kani olup
yol vermek mi söz ve sevgi öbeklerine.
Sırılsıklam güneşin
altında ya da kupkuru yağan yağmura aldırış dahi etmeden. Misilleme yapan
varlıklar varlığımızın devinimi yok sayan hele ki sayacı hepten kurcalayıp
takılı kalmak o nirengi noktasında.
Sus pus cümleler ama
avaz avaz sevmeler.
İnkârlar hep sunumda
itiraflar hepten kayıp.
Yaftalanmış aşklar
mizacı bile yanıltırken dile gelmiyor sevi dili ve ıssızlığımızla var olduğumuza
dair geliştirdiğimiz o düşünce ile ne yazık ki kuru bir daldan farkımız kalmadı
bu güne değin.
Hadi sıvıştırın şu
öznesiz emir cümlelerini ve dokunun tüm yüklemlere bin bir maruzatı sırtlayıp
koyuverin gözyaşlarınızı. İnanın ki dökülmez incileriniz sadece yoğunlaşırsınız
maneviyat denen bedensiz elbise ile. Hacmi geniş inanın ki; ruhların boyutları
an’dan ve mekândan bağımsız tüm itirafların. Soru cümlelerini de terk edin
cevap verme zorunluluğu bağlamazken kimseyi sadece göz teması kurun aynadaki
aksinizi es geçip. Varsın birbirimize ayna olalım şu iki kapılı handa.
Süregelen ne çok öfke
ne çok ihtiras ne çok yanılgı yenilgiye eş değer addedip toz kondurmazken
yaptığımız yanlışları doğru belleyip kandırırken kendimizi belki ilk ama son
değil belki de hayra alamet değil o kımıltılar vicdanımızla her ters
düştüğümüzde yakalandığımız girdap kadar müşküle girdiğimiz.
Sürgün düşlerimiz kadar sıra dışı hatta mahrem,
yalıtılmışlığımız kadar akla zarar, hükmetmek kadar sakil bir varsayım aslında
birbirimize yüklediğimiz anlamsız sıradanlıklar anlam arz ettiğine dair bir
inanç geliştirip de
anlamsızlığın kıyısında var oluşun bir temerrüdü üstelik.
Aniden dalgalanan
muğlâk bir duygu kadar anlaşılamamanın yarattığı o dipsiz hüzün altüst olmaya hepten
hazırsanız hele ki.
Hele ki hazır
değilseniz o yenilgi duygusuna baştan kaybetmenin verdiği o eziklik ve hazır
olda beklemek o mutlak karşılamayı huy edinmişken.
Nesi mi yanlış
sürdürdüğümüz hayatın ya da kime göre ne olup olmadığımız mı soru çizelgesindeki
ilk şık? Düşündürücü hatta yanıltıcı ve
en sonunda bezmekten yorgun düşmenin verdiği o kırıklık duygusu.
Ne ise nasiplendiğimiz, ne ise vazgeçtiğimiz ve ne ise ödün
vermez iken kimliğimizden ve tüm sırnaşıklığı ile gafil avlanan insanoğlu.
Bir varsayım kadar kayıtsız, bir öngörü kadar hicap duyulası
hatta bir rakam kadar değer katsayısına sahip olduğunu sandığımız. Detayların
sıradanlığında, kelimelerin yalnızlığında ve ruhun kanatılmışlığı kadar acı
veren.
Yoksun kılmaksa varlığımız bu denli zora sokan yoksa aşk mı
kıyısından köşesinden tırtıklayıp kısa günün karı bellediğimiz.
Hecelerken aşkı satır satır,
Yağarken avuç avuç…
Hele ki o ıssızlığımız çoğula tekabül ettiğimize dair
sunduğumuz o yalancı izlek oysa suç olmamalı yalnızlık tüm o yalıtılmışlığımız
ile dönmüşken kıbleye kim iddia edebilir ki kimsesizliği kanıksayan bir boyutta
yol alırken.
Bir kaçış belki bir var oluş belki de yokluğun çağrısı ama kâinattaki
kabullenilmişlikler kadar gerçek ve somut. Kaçsak da kovalandığımız, rüzgârın
esintisini yadsıyamazken asla.
Değişen bir şeyler
olmalı oysa ve döngünün seyri değişmeli her ne kadar işkillensek de gidişattan
ve sonuç: Tam bir fiyasko.
Sevgi latif bir kelime
olarak sunulmadı mı oysa hayatla olan ilk tanışıklığımızda ve altın bir tepside
izzeti ikramda bulunuldu bizler henüz bihaber iken geleceğin kaygılarından.
Başıbozuk yoksa amaçsız mı addedilmeli kapıp koyuvermişken kendimizi ya da amaç
edindiğimiz ilkeleri uğruna sefil sıradanlığımızla emsal mi olmalıyız yanı
başımızdakilere.
Boyutların kırılganlığı
kadar naif bir tümleç cümlenin hidayetini sınayan ve cümle arası tüm
vasıfsızlığımızla tahakkümü altındayken düzen bildiğimiz düzensizliğin.
Gökyüzü sıradan, yağmur
hepten ıslak ve rutubetli varlığıma aldırmadan paye veriyor güneşe.
İnsanlar sıradan o
yeknesak koşturmaları ile sıradan bir sıkışıklıkta sırnaşık bir imgenin
seyrinde nota misali dizilmişler ama ahenksiz bir tınıyla ama detone bir
vurdumduymazlıkla ahkam kesmekteler.
Yetileri her ne kadar
son raddeye kadar donanımlı olsa da sığıntı bir tebessümü marifet bilmişçesine
yok sayıyorlar mizaçlarındaki onca tutarsızlığı.
Biraz ondan biraz
bundan dercesine içine kattıkları çeşniyle tadını tutturamamanın kaygısı ile
sağaltmaktalar üzünçlerini bir oradan bir buraya seğirtip bir marifetmişçesine
tefe tutuyorlar kendileri gibi olmayan kim varsa yollarının kesiştiği. Paye
vermekteler laf dalaşına. Sitemleri yüzlerinden okunmakta kimi kıyasıya durgun
kimi hepten çatık kaşlı yağmalıyorlar duyguları nazire edercesine katı
kimliklerine ki koca bir ayraç söz konusu o yadırganası kimliğimde saklı.
Çaldığım hangi oktavdan kim bilir hatta kim bilir kaçıncı falso tutulduğum o
hüzün yumağında çözeceğime daha da dolandığım.
Lehçesini bilmediğim
bir pervasızlık ayan beyan sırtımı sıvazlamakta alaycı ve sıra dışı. İnanmak
belki de en büyük hatam. İnanıp sığınmak dev bir ağaç addettiğim o varlığına
yoldaş bildiğim her kim ise.
Kekeme tüm kelimeler
can çekişen binlerce imge teferruattan ibaret sayfalarca sayfadan mütevellit o
tutanak altında imzam yanında parmak izim ve sinmiş üzerime yalnızlığın kokusu
dilimde kekremsi bir tat duyumsadığım sadece hüzün yadırgandığımı bilsem de ama
yadsıyamayacağım kadar da hicap ettiğim.
Biçilen ne ise
biliyorum ki asla biçilmiş kaftan değil.
Bedenime uymayan bir
cüppe kapatan varlığımı ve taşıyamayacağım kadar ağır bir yük kurtulmamın mümkün
olmadığı. Lakin biliyorum ki benzemek, içine düşeceğim bir tuzak kadar
tehlikeli ve öldüresiye acı verici.
Yoldan çıkmış bir
kehanet belki de laneti aşk’ın üst urubu meziyetsizliğinin meziyet bilip de
sokarken insanların gözüne.
Külfetli yalnızlıklar
paye biçilmiş iken yadsınamayacak bir tedirginlikle kural dışı tüm edimler bir
bir girmiş sıraya ardına bakmadan koşmakta her bir sıradanlık.
Kural tanımaz
dünyalardan ibaret değil olsa hayat. Ne de olsa bir raconu var hayatta
kalmanın.
Mevsimler değiştikçe ve
rakamlar devindikçe geride kalan sadece buruk bir tat.
Yaş dönümü, belirsiz
bir dönence, eklenen rakamlar ardı ardına ve söz öbekleri nelerin nelerin
istiflendiği.
Günlerden bir gün
saatler sessizliği ve yoksunluğu gösterirken üstelik biteviye.
Koşullandığım ne varsa
iç içeyim.
Neyin kurgusu benimki
ya da neyin derdi?
Zincir çok gergin
zihnim kadar yorgun ve ruhum kadar bedbin.
Silecekleri çalıştırmam
da bir anlam ifade etmiyor zira yakalandığımı uzun süreli bir sağanak.
Belirteçler yığılı
geride bir yerlerde. Sesler mızıkçılık yapıyor kâh artıp kâh azalırken.
Kızıyorum önce kendime sonra… Sonrası yok zira kızdığım insanlar ulaşamayacağım
kadar uzak.
Yorgun sayfaların ıslak
kırılganlığında çekerken burnumu usul usul hele ki o hercai menekşe geçen
yazdan beri hayatta kalma güdüsüyle aç iken sevgime ve aç iken kem gözlerin
merhametine.
Tereddüt ettiğim hiçbir
cümle kurmuyorum artık ne de işgal etmekteyim bir başkasının hayatını. Soğuk
bir iklim geldi ardından kuraklığın. Günbegün nasıl bir değişim arz ediyorsa
akıl erdiremediğim düşkün cümlelerde düş gezginleri kadar seyyah bir varlık
misali daldan dala konup da hala kuramazken çerden çöpten yuva bildiğim
sığınağı.
Masalların sıradan
sonları nasıl da farklı o varsıl kimliklerimiz ile göğüs gererken sıra
dışılığına ketum yansımalarına hayatın bir o kadar boyutsuz hele ki pelesenk
olmuşken afakî umutlar ruha her gün dönümünde perde arkasına saklı güneşi buyur
ediyoruz seyyah dimağlarımızda ağırlarken berduş rüyaları.
Belki de Şems’in
buyurduğu gibi satır aralarında soluduğum o yanık kokusunu:
‘’Arzın her yerinde
insanlar bahtiyar olmaya can atıyor ve tamamlamak istiyor ama manevi bir
rehberden mahrumlar.’’
Farkındalık kazanmak
bile sonuca götüren bir yol iken her daim fısıldıyorum görünmezliğin kollarına
sığınırken ve itiraf ediyorum günahlarımı bilse de zira konuşlandığım vicdan
denen döşek en mahrem ve en güzel birlikteliğim hayat ile bağ kurduğum izafi
bir köprü de olsa çoğunun nezdinden. Ben bilip inandıktan sonra hele ki
korunduğum müddetçe ne önemi var asılsız bir düş olduğumun her ne kadar
gerçekleşeceğine kani olsam de tüm gizemin rahmetin ve hidayetin sunduğu o huşu
içerinde çoktan bertaraf etmişken beşeri kaygılarımı.