‘’Mevsimlik bir aşkın, ömürlük pişmanlığı’’
Sabah erkenden çıkardı evden. Saat beşi buldu muydu
kıraathane açılmış olurdu. Çalıştığı için annesi ile pek ilgilenemiyordu...
Yapabildiği tek şey evden işe giderken onu düşünmek oluyordu. Yine böyle düşsel
yolculukla Ali’nin gözü tanıdık bir yüze takıldı... Üstelik bu yüz tanıdıklıkla
kalmayıp, yüzünün güzelliğine anlam katan gözleri ile de Ali’ye bakıyordu...
Ali hafızasını yokladı, ama kızın güzelliği hatırlamasını güçlendiriyordu...
Ali hatır ve gönül muhasebesi arasında git gel yaparken bu şaşkınlığı kız
bozdu..."Ali merhaba nasılsın uzun zaman oldu görüşmeyeli ama hiç
değişmemişsin’’ dedi. Aliyse yalnızca merhaba diyebildi. Bir müddet yürüdüler.
Ne bir rüzgâr sesi ne de mahalle de koşturan çocuk sesi vardı. Ali bir yandan
yürüyüp diğer yandansa kendisine doğru tebessüm eden kıza bakıyordu. Ali’nin
kalbi sanki yerinden çıkacak gibi atıyordu. Ali mahcup bir edayla kendisine
bakan güzelliğe dönerek, ‘’ Tanıdıklıktan öte bir sima, ama nedense çıkaramadım
ilkin, çükü; elimde olmadan yüzüne bakamıyordum. Benden önce kalbim tanıdı
seni, ya sen eski sen değilsin ya da ben değiştim bilmiyorum ‘’dedi. Bir müddet
daha yürüdüler. Çocukluklarının geçtiği mahalleye doğru yürümeye devam ettiler.
Sevcan yine aynı evde oturuyordu. Ali evin önüne geldiğini sonradan fark etmişti.
Sevcan içeriye girmek üzereyken, Ali’’ seni yıllar sonra bir daha göreceğimi
biliyordum çünkü insan, çocukluluğunun güzel hatırası olduğu mahallesini,
anıların hasretini bir yere kadar taşıyabilir yüreğinde. İnsan çocukluğunu unutamaz’
’dedi. sevcan gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlarını silmeye çalışırken, Ali
de dayanamadı. Yine de gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Hayat ona sevdiğinin
yanındayken bile gururdan taviz vermemesi gerektiğini öğretmişti. Sevcan hızla
çıktı merdivenlerden. Aliyse eve dönerken yol boyunca hayaller kurdu. Yıllardır
özlemini çektiği, hasret diye gönlünde taşıdığı, adına sevda dediği kalbinin
tek sahibi olan sevcan yurda dönmüştü. Sevcan mahalleden giderken daha on beş
yaşındaydılar. Ali o gün okula gitmemişti. Secvan ve ailesi Almanya’ya gitmek
için havaalanına giderken, Ali de onları takip etmişti. Sevcan Almanya’ya
gitmek istemiyordu. Ailesinin kararına itaat etmekten başka çaresi yoktu.
Uçağın hareket etmesine yarım saat kala Ali sevcan’ın yanına gelerek konuşmak
istediğini söyledi. Bekleme salonunda boş buldukları bir koltuğa oturdular. Ali
yalnızca bir kez kurtulmuştu esaretten. Tüm cesaretini toplayıp çocuksu bir
sevinçle açmıştı içini sevcan’a, sevcan aliye hiç o gözle bakmamıştı. O yüzden
seninle olmaz dedi olamaz geçmişe yazık etme. Gözyaşı içinde ayaklarına kapandı
sevcan’ın. Ve bu sözler döküldü dudaklarından "Ömrümde ilk kez birine seni
seviyorum diyebildim. İlk kez aşk diyebileceğim bir mecradayım ne olur bir şans
ver. Şu kısacık ömrümde mutluluk diyebileceğim tek bir şey varsa oda sensin.
Gideceğin yer ne kadar uzak olursa olsun, sen benim sabah güneşimsin,
gecelerimdeki ay. Ve soğuk geçecek yıllarımdaki yağmur. Bu şehir bu sokak bu
ülke seni hep özleyecek. ’dedi. Uçağın kalkmasın son beş dakika kalmıştı. Ali
elindeki mektubu sevcan’a verip hızla uzaklaşmıştı havaalanından. O günden
sonra Ali her an posta kutusuna baktı. Sevcandan bir mektup gelir umuduyla.
Sevcan’dan haber alamasa da her an iyi olduğunu Süheyla teyzeden duyuyordu.
Sevcan ve ailesi giderken evini teyzesine bırakmıştı. Ali her an uğrar bir
ihtiyacı olup olmadığını sorardı. Süheyla teyze çok severdi aliyi, mahalle de
top oynarken ne zaman Süheyla teyzenin bir şey taşıdığını görse hemen koşar
evine kadar eşlik ederdi. Süheyla teyze de ona şeker verirdi. İki yıl boyunca
posta kutusuna baktı ama eli boş döndü her seferinde. Her posta kutusuna
bakmaya gittiğinde Süheyla teyzenin kapısının önünden geçerdi. Yine böyle bir
durumda ali kapının önünden geçerken Süheyla teyze aliyi yanına çağırdı. ‘’
oğlum sevcan’ın annesi ve babası ecnebi memleketten yurda dönüyormuş annene
bildirir misin’’ dedi. Ali ‘’ peki ya sevcan, oda dönüyor mu? ‘’dedi. Süheyla
teyze ‘’ o gelemeyecekmiş’’ dedi. Ali üzgün bir şekilde eve döndü. Sevcan
gelmemişti o yıl annesi ve babası da iki hafta kalıp gitmişti. Ali sev can’a
dair haberleri almaya devam ediyordu. Bu durum böyle sürüp gidecekti. Ta ki iş
çıkışı yolda karşılaşıncaya kadar, Sevcan gittikten iki yıl sonra Ali babasını
kaybetti. Liseden yeni mezun olmuştu. Babası hasan amca zaten ara ara
rahatsızlanıyordu. Yine rahatsızlanmıştı. Ali ambulans çağırdı. Hastaneye
gidene kadar yolda hayata gözlerini yummuştu. O günden sonra alinin annesinden
başka kimsesi kalmamıştı. İki katlı müstakil bir evde yaşıyorlardı. Mutlu ve
mesut bir şekilde... Ama artık mutlu değillerdi. İki katlı müstakil evde
yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. İlk seneler böyle geçti. Ali ilk seneler
fazla zorlanmasa da daha sonraları annesine bakması için bir bakıcı bulmuştu.
Akşamları eve gelirken annesini hep ağlarken görüyordu. Yıllar geçse de bu hiç
değişmedi. Babasının gidişi geride; Gözü yaşlı bir eş; her an babasının
yokluğunu hissedecek bir evlat bırakmıştı. İkisi de bu ölüme alışamamıştı. Ali
annesinin ısrarlarına rağmen hiç evlenmemişti. Babasının ölümü annesini nasıl
çökerttiğine en yakını olan oğlu şahitti. Ya bende babam gibi geride gözyaşları
içinde bir eş ve babasına doyamadan hayatın içine atılan bir evlat bırakırsam
diye düşünürdü hep. Hem sevcan da gitmişti mahalleden. Ondan sonra bir
başkasını sevemezdi. Acı bir tablo vardı bir film şeridi gibi akıp giden
hayatında. Ama artık sevcan yurda dönmüştü. Bu Ali için yeni bir umuttu. Düşsel
yolculuğunu bir kenara bıraktığında eve varmıştı. Bakıcı olarak yanına aldığı
makbule abla da yermeği hazırlamış evden çıkmıştı. Ali yemekleri ısıtıp bir
güzel yedikten sonra, Annesinin yanına gitti. Annesi kuran-ı kerim okuyordu.
Ali bir müddet Kuran’ın maneviyat sokaklarında gezindi. Daha sonra annesi
kuranı yerine koydu. Ali annesine doğru tebessümle bakıyordu. Annesi otuz
yaşına gelmiş ve hala çocuk olan aliye şefkatle açtı kucağını. Ali sımsıkı
sarıldı annesine. Sonra annesinin ilaç saati geldiğini fark etti. Annesine
ilaçlarını getirip içirdikten sonra, Allah rahatlık versin deyip çekildi
odasına. Odanın lambasını yakıp bir dosya da biriktirdiği mektuplarına baktı.
Tam on beş yıl boyunca aralıksız mektup yazmıştı sevcan’a, hiçbirine cevap
alamamıştı. En çok da bunu merak etmişti on beş yıl boyunca, sevcan’ın on beş
yıl boyunca yazacağı hiçbir şeyi yok muydu? Aklını yiyip bitiren sorularla
yıllarca savaşmak zorunda kalmıştı. Ama artık kalıcı olarak yurda dönmüştü
sevcan. Niye döndüğü konusu muamma olsa da, aklını yiyen sorular cevabını
sevcan da bulacaktı. Işıkları söndürdü. Bu kez uyku erken inmişti göz
kapaklarına.
Sabah yine erkenden uyanmıştı. Sabah namazını annesiyle
birlikte kıldı. İçinde bir huzur vardı. Pencereden dışarıya baktı bir müddet.
Bulutlar deli bir kavgaya tutuşmuştu. Anlaşılan yine sağanak olacaktı. Delice
bir yağmur yağıyordu. Dışarıda çalışmak zorunda olanların dışında kimsecikler
yoktu. Sokakta; çöpleri toplayan belediye arabaları, balıkların üzerine yağmur
gelmesin diye üzerini naylon poşetle örten balıkçılar ve işe yetişmek için
durakta bekleyen üç beş ırgat vardı sadece. Bugün kıraathaneyi çırak açacaktı.
Ali ilk kez kendisine zaman ayıracaktı. Kahvaltıyı hazırlayıp annesinin
ilaçlarını da verdikten sonra, Saat yediyi gösteriyordu. Televizyondan gündemi
takip etti bir müddet. Sonra tekrardan pencereden dışarıya baktı. Yağmur
durmuştu. Dışarı çıkmak için hazırlandı. Her ihtimale karşı yanına şemsiyesini
aldı. İstanbul yağmur yağarken nazlı bir kadın gibiydi. İçindekilerini bir bir
şehre kusuyordu. Sele dönüştü bir anda ortalık. Bugün İstanbul’u gezmekti
arzusu. Yağmur işi zorlaştırmıştı. Bir müddet kafeteryada oturdu. Etrafı
izlerken birden telefonu çaldı. Numara telefon rehberinde kayıtlı değildi.
Telefonu açtı arayan sevcandı. Müsait olup olmadığı sordu aliye, Ali de
müsaidim deyince Ali sevcan’a bulunduğu mekâna gelmesini söyleyerek telefonu
kapayıp beklemeye koyuldu. Kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Üzerinden on beş
sene geçmişti yine de hep aynı kalmıştı yüreğinde tüten sevda ateşi… Sevcan
kendisine has güzelliği ile girdi içeri. Ali dâhil içerideki herkesin gözü
birden sevcan’a dönmüştü. Üzerinde şık bir elbise vardı. Yıllar en çok da
sevcan’a yaramıştı. Cılız ince biraz da utangaçtı lisede. Ali, Sevcan
yaklaştığında doğruldu yerinden. Sevcan yerine geçince Ali de oturdu. Garson’a
iki kahve getirmesini söyledi. Garson gelene kadar bir müddet dışarıyı
izlediler. Yağmur dinmiş, şehrin hüznü çukurlarda birikmişti. Bulutlar bavulunu
toplamış, güneş bembeyaz dişleriyle sırıtıyordu. Garson kahveleri masaya
bıraktı, Ali kahvesinden bir yudum aldıktan sonra ‘’ Bu kahveyi kırk yıllık
hatır olsun diye değil kırk yıl aynı yastığa baş koymak için içmek isterdim’
’dedi. Bu sözleri söylerken gözlerinden yanaklarına iki damla yaş döküldü.
Sevcan da kahvesinden bir yudum aldı. ‘’ İnsan yaşayıp giderken ilerisini
kestiremez bazen. Buradan gidişimi hatırlıyorum da sanki bir yağmur bulutu
inmişti gözlerine anlam veremedim. Şimdi çok iyi anlıyorum seni her insan
korkar sevdiğini kaybetmekten. O gün kaybedeceğim hiçbir şeyim yoktu belki de
bu yüzden gaddardım biraz. Keşke zamanı geri döndürseydim demedim hiç, geçmiş
karanlıkken geleceği de kirletemezdim. Belki o yaşa geri dönemeyiz ama hayaller
için geç sayılmaz. Buraya geliş nedenim geçmişte kapattım sandığım bir sayfanın
bana da sirayet etmesiydi. ’’ dedi. İstanbul susmuş bu hasret kokan buluşmayı
dinliyor gibiydi. Ali’nin en çok merak ettiği on beş yıl boyunca Sevcan’ın
neden bir tek mektup bile yazmamış olmasıydı. Ali ‘’Sana yazdığım mektupları
saklıyorum hala bir dolap dolusu mektup birikti odam da. Herkes kurumuş gül
taşırken sayfalar arasında ben çürümüş cesedimi sakladım hep sayfalar arasında.
Öldür öldüm dirildim, öldüm öldüm dirildim. Her an yeniden doğdum küllerimden
içim kanayarak. Sensizken, ölmeyi bile beceremedim anlıyor musun?’’ dedi.
sevcan daha fazla tutamadı kendisini gözyaşları içinde Aliye sarıldı. Ali yıllardır
özlem duyduğu kadına on beş yılın acısını çıkarırcasına sarıldı. Bir müddet
sonra hesabı ödeyip çıktılar kafeteryadan. Sevcan ‘’ mektuplarının hepsini
okudum. Gün geçtikçe sana âşık olduğumu anladım. İlkin hevestir dedim. Ama gün
geçtikçe içimde bir çığ gibi büyüyordun. Ama artık kalbimdeki duygulara anlam verebiliyorum’
’dedi. Sonra biraz yürüdüler. Sevcan ‘’Bana sormak istediğin bir şey yok mu ‘’
dedi. Ali sevcan’ın ne demek istediğini anladı. Sevcan’a ‘’ beni burada bekle
hemen geliyorum’’ dedi Ali kuyumcuya uğrayarak bir alyans aldı. Sevcan’ın
yanına geldi. Beklenen soruyu sormadan önce bir gezintiye çıktılar. Yol boyunca
Ali tek kelime etmedi. İstanbul’u gezdikten sonra Yeşilköy havaalanına
geldiler. Sevcan hayret içinde Aliyi izliyordu. Buraya geliş nedenini anlamaya
çalışıyordu. Boş buldukları bir koltuğa oturdular. Sevcan’ın şaşkınlığı
sürerken ali ‘’ Şimdi buraya neden geldiğimizi merak ediyorsundur. On beş yıl
önce göçüp gitmiştin buralardan. O güne dair burukluk hala yakıyor yüreğimi. O yüzden
getirdim seni buraya. Sana bir mektup vermiştim ya hani işte bence onları
söylemenin tam da sırası eğer sende istersen’’ dedi. Sevcan evet dercesine
başını salladı. Ali kaldığı yerden devam etti konuşmasına’’ Hep hayalini
kurduğum bir gerçeğimsin. Gerçekleşmesini ölürcesine istediğim. Gökyüzünde
yıldızların kalabalığı içinde bir ay parçası olarak doğdun hep geceme. Ansızın
gitme kararı aldın ve gittin. Gece döngüsüydün benim için. Gecenin ardında
gündüz olsa da gece hep var olacaktır. Sende öyleydin kalbimde. Gecelerimde
olsan da yanımda yoktun. Hayaline sarılıp uyumak ne demek hiç bilmedin. Geceler
yârim olmuştu adeta. Ama geceleri soğuktu ve sen yoktun. O yüzden hep güneşin
doğmasını bekledim. Gözlerimin önünde gözlerin vardı güneşi beklerken. O yüzden
bekledim hep seni bir gün geleceğini biliyorum kendimi o güne saklıyorum hep
nasip olurda bir gün karşılaşırsak sana iki çift lafım var. Onu avazım çıkana
kadar bağırarak söylemek isterim diye. Şimdi söyleyebilirim artık. Al gecelerini
benden geceler ayazım. Gel de artık biz olalım.’’ Dedi. Ve sonra döndü sevcan’a
diz üstüne çökerek ceketinin cebinden aldığı alyansı çıkardı. ‘’ herkesin bir
hayali vardır. Gerçeğim olur musun? ‘’ dedi. sevcan ne diyeceğini bilemedi
ilkin, biraz bekledikten sonra evet dedi. Ali bu sevinçli haberi, annesine
bildirmek için hemen telefonunu aldı eline. İkisinin de mutluluğuna diyecek
yoktu. Şansa şarj bitmişti. Sevcan eve gidince dersin dese de söz dinletemedi.
‘’ al bari benim telefonumdan ara’’ dedi. Numarayı çevirip beklemeye koyuldu.
Tam kapatacakken boğuk bir ses çıktı’ ’alo anne’ ’dedi. Ama ses annesine ait
değildi. Konuşan makbule ablaydı ‘’ merhaba ali kardeş bende seni arıyorum
sabahtandır telefonun kapalıydı sanırsam şarjın bitti. Her neredeysen hemen eve
gel’’ dedi ve telefonu kapattı. Alinin yüzü sarardı. Kötü bir şey olduğu
belliydi. Hemen bir minibüse atlayıp soluğu mahallede aldılar. Mahallede
kimsecikler yok gibiydi. Eve yaklaştıkça kalabalık belirginleşiyordu. Sevcan ve
Ali şaşkındı kalabalık Ali’nin evinin önünde toplanmıştı. Ali ‘’ bayram değil
seyran değil mahalleli neden burada toplandı anlamıyorum. Hadi kalabalığı
anladım peki İmam’ın ne işi var burada’’ dedi. Sevcan ivedilikle içeri girmeye
çalıştı. Kalabalık buna izin vermedi. Ali’’ ne oluyor burada kendi evimize de
giremeyeceğiz, açılın da geçelim annem bekliyordur bizi hasta ilaçlarını
vereceğim daha’ ’dedi. Sonra kalabalık imama seslendi. İmam içeri girdi. Ali
bekledikçe daha da kuduruyordu. İçeriye girmeye yeltendi yeniden. Kalabalık
tuttu onu. Sonra kapı açıldı imam ve yanına aldıkları birkaç adam boş girdiği
evden, tabutla çıkıyordu. Ali durumu anlamıştı. Dizlerinin üzerine çöktü ve
ağlamaya başladı. Kalabalığın çabaları beyhudeydi. Annesini kaybeden birini
zapt etmek ne kadar kolay olabilirdi ki. Cenazeyi yıkadıktan sonra ikindi
namazından sonra toprağa gömdüler. Mahalleli dağılmıştı. Ali ve sevcan kalmıştı
yalnızca mezarlıkta. Ali’nin başını avuçları içine almıştı sevcan. Bir anne
şefkati ile okşuyordu Ali’nin saçlarını, En yakınını kaybetmişti Ali. En az bu
şehir kadar kimsesiz, öksüz kalmıştı. Babasının ölümünden sonra hayat iyice de
zorlanmıştı. Ama annesi vardı yanında nazdan niyaza düşmemişti daha. Ama bugün
İstanbul’a yağan rahmet bu hadisenin habercisiydi belki de. Son kez baktı bu
toz yutmuş şehrin yüzüne. Sonra kayboldu ortalıktan.
Tam iki ay geçmişti bu acılı hadisenin üstünden. Ali iki ay
boyunca şehir şehir dolaşmıştı. Yüreğindeki acıyı biraz olsun hafifletmek için.
Sevcan bu süre zarfında hiç haber almamıştı Ali’den. Ali ne dükkâna uğruyordu ne
de eve. İki ay sonra geri gelmişti Ali. Önce dükkâna uğradı. Dükkâna devren
satılık yazısını astı. Sonraysa Sevcan’ın evine uğradı. Yol her zamankinden
uzundu. Eve vardığında zili çalıp bir müddet bekledi. Tam gidecekken Sevcan tül
perdenin ardından baktı. Aliyi görünce hemen dışarı çıktı. Büyük bir özlemle
sarıldı Aliye. Ama ali tepkisizdi. Kötü bir şeyler olacağı belliydi. Bir müddet
yürüdüler bir bank bulup oturdular. Bu kez aliydi bozan sessizliği’ ’Önce sen
bırakıp da gitmiştin beni. Sonraysa babam, şimdiyse annem yarı yolda bıraktı
beni. Senin boşluğunu doldurmaya yeltenmedim hiç. Annem ve babamın yanımda
oluşu biraz olsun hafifletmişti acımı. Babam vefat edince savaş da yenilgiye
uğramış bir ordu gibi kalakaldım. Sonra topladım kendimi annem yanımdaydı
sırtım asla yere gelmezdi. Onunda vefat haberi yaşama arzusunu koparıp attı
içimden. Senin çıkıp gelişin benim için bir umuttu. Ama beni menfaatsiz
sevebilecek tek kadın olan annem bile beni bu acıyla bir başıma bırakırken, sen
bu kor aleve dayanamazsın. Gidişin mevsimlik bir hasretti. Öyle bir zaman da
geldin ki ben bile bende değilim artık. Mevsimlik bir aşkın ömürlük
pişmanlığısın sen. Gidiyorum artık buralardan sende bir yol çiz kendine. İnan
senle olmayı senden daha çok isterdim. Ama artık olmaz. Sen bende kaldıkça
kendim olamayacağım. Sen benden gidersen belki bir ömür ağlayacağım. Bu nasıl
bir imtihan bu nasıl bir kader, Anladım ki ben sana hiç kavuşamayacağım. ’dedi.
Sonra kayboldu birden ortalıktan. Sevcan parmağındaki yüzüğe sarılıp ağladı.
Söylenmeye başladı kendi kendine ‘’ insan tarlaya ne ekerse onu biçer. Ali
benim sevgi tarlamdı. Ben kalbini yeşertmek yerine gözlerini yaşarttım hep.
Şahit ol koca İstanbul sevcan kefaretini ödüyor. ’dedi.
SON