‘’Her veda hüzne gebe. Hüznün
getireceğiyse tam anlamıyla bir bilmece’’
Lara ve Aysun
için burada kalmaları için son bir günleri vardı. Sonbaharın yolları sarıya
boyadığı zamanlarda vedalar sanki daha bir acı veriyor insana. İnsanlar daha
bir hassas olur böyle zamanlarda. Hüzünlerin yegane mevsimi sonbaharda…
Cüneyt ilk kez
bir çocuk gibi ağlıyordu. Gizlemiyordu, gizlenmiyordu gururun sahte kolları
arasında. Korkmuyordu içinde dolup taşmaya hazır hüznünü boşaltmaya.
Yunus,
kardeşini böylesine hüzünlü görmeye hiç alışık değildi. Ne zaman bir film
izlemek isteseler, Cüneyt hep komedi filmlerini tercih ederdi. Nerede hüzne
dair bir şey olsa hep kaçardı oradan. Yüzünde hiç tebessüm eksik olmazdı. Kim
görse onu neşe dolardı. Oysa onun içi kan ağlıyordu kimse bilmiyordu. Yunus,
onu bir tek ailesinin vefatında duygulanırken görmüştü. İlk kez o an anlamıştı
kardeşinin de kalbinin olduğunu! Oysa Cüneyt kalpsiz değil, herkesten uzak
kendi içinde sessizdi.
Cüneyt,
Lara’nın çekip gidiyor oluşuna kendisini bir türlü alıştıramıyordu. Hala bir
mucize olacak ve Lara gitmekten vazgeçecek diye düşünüyordu. Oysa mucizelere en
çokta filmlerde rastlanılırdı. Hayat ise hiç olmadığı kadar acımasız
gerçeklerle doluydu.
Damla,
Cüneyt’in haline çok üzülüyor ve elinden bir şeyin gelmiyor oluşuna
içerleniyordu. Lara’da böyle bir insandı işte. Ne zaman mutluluğa yakın
yürüyecek olsa mutlaka kendisini hüzne teslim edeceği bir yol buluyordu.
Daha öncede
aynı şey olmuştu. Onu çok seven ve verdiği değerden hiç gocunmayan bir adam
vardı. Ne zaman Lara’yı görse, onda eski insanların aşkına benzer bir hal
oluyordu. Onu gören mecnun sanırdı. Lara’yı Leyla kılacak hiçbir hal yoktu.
Yunus,
kardeşinin yanına oturdu. Cüneyt duygusal halin tesirinden biraz olsun
sıyrılmıştı. Abisine bakıyor, bir yandan da gözyaşlarını siliyordu. İnsan neden
en savunmasız halinde bile güçlü görünmek isterdi. Cüneyt az önceki halinin
aksine yüzünde çiçekler açan bir insan suretine bürünmüştü. Abisi durumun böyle
olmadığını bilse de, en azından konuşacaklarımı dinletirim ümidiyle ses
etmiyordu.
Yunus: Nasılsın
kardeşim. Laf olsun diye değil gerçekten nasılsın. Bana anlatmaktan çekinme
hakikatleri.
Cüneyt: Ölüm
döşeğindeki bir hasta gibiyim. Son isteğimi de elimden alıp gidiyorlar. Nasıl
olayım abi.
Yunus: Vedalar
olgunlaştırır insanı. Gör bak günü geldiğinde anlayacaksın. Canım yanıyor diye
üzüldüğün şey seni daha bir güçlü kılacak. Bana güvenebilirsin.
Cüneyt: Güç
ihtiyacı olana gitsin. Ben ham kalmaya razıydım. O gittikten sonra güçlü
olmuşum ne önemi var.
Yunus,
kardeşinin haline çok üzülüyordu. Ona belli etmese de, her veda da kardeşinden
beter bir halde üzülüyordu. Korkuyordu kaybetmekten. Elde ne kaldı diye
düşünüyordu. Tüm bunları bir kenara bırakıp kardeşine sarıldı. Öyle bir sarıldı
ki, sanki kolları orada tutuklu kalmış gibiydi. Nihayet bırakmıştı kardeşini.
Yunus dışarı
çıktığında, herkeste bir hüzün vardı. Damla, kara kara düşünüyordu. Aysun ve
Lara da Damla’dan farksızdı. Bu hal böyle nereye kadar sürerdi. Yunus bugünü
güzel uğurlamak istiyordu. Ama nasıl yapmalıydı diye düşündü hiç bilmiyordu.
İlk kez aklına bir şey gelmiyordu.
Damla sevdiğini görünce yanına geldi. Yunus, sevdiğinin gözlerindeki hüznü anlıyordu. Elinden bir şey gelmiyordu. Kadere razı olmalıydı insanlar diye düşünüyordu.
Damla,
üniversiteye yerleşen birinin sevinciyle buldum dedi. Lara, Aysun ve
beraberinde bulunanlar ne oluyor diye bakındılar. Damla, birden sesli
düşündüğünün farkına vardı. Sesim çok yüksek çıkmış olmalı diye düşündü. Birden
sakin göller gibi sessizlik oluştu. Damla kendisini toparladığında durumu izah
etmeye başladı.
Yunus,
sevdiğinin fikrini çok ilgi çekici buldu. Henüz havalar tam soğuk değildi. Hem
bu hafta adına güneşli geçecek diyordu haber bültenleri. Kamp fikri gerçekten
de harikaydı. Herkesin çadırı vardı. Lara ve Aysun dışında.
Öğle vakti
gençler hep birlikte eşyaları arabaya yükleyip yola çıktılar. Cüneyt bile çok
heyecanlıydı. Sevdiğiyle son kez olsun yan yana olacaktı. Belki de sabaha kadar
uyumayacaklardı. Gidecekleri yere vardıklarında, erkekler çadır kurdular. Kızlarda
eşyaları arabadan çıkarıyorlardı. Hava yaz günlerine kıyasla soğuk olsa da,
kamp yapılmayacak bir hava değildi. Güneş soğuğa meydan okurcasına, bulutların
arasından sıyrılmış tatlı tatlı gülümsüyordu.
Yunus ailesiyle
yaptığı kampı düşündü. Hava ne kadar da soğuktu. Ona rağmen babası Yunus’u
kırmamış kampı ertelememişti. İki günlük kampın sonunda soğuk algınlığı ile
yatağa düşmüş olsalar bile. Yunus, babasının hasta olduğu zamanlarda bile
namazı terk etmediğini görünce içi ilahi aşkla doluyordu. Şimdi çok iyi anlıyordu.
İnsan ne koşulda olursa olsun sevdiğiyle randevuyu ertelememeliydi. Hele ki o
aşk, kainatta olan her ne varsa ve onlardan fazlasının birleştiği tek kaynaksa…
Namaz sonrası
birlikte yakar top oynadılar. Kızlar bir grup erkekler diğer gruptu. Oyun öylesine
bir hal almıştı ki, saatler birbirini kovalıyordu. Oyunu bitirmek
istemiyorlardı.
İkindi sonrası
güneş batmaya yakın sema kararmaya başlamıştı. Zaman geçtikçe, vedaya her an
bir adım daha yaklaşılıyordu. Bunu bilmelerine rağmen bugünü güzel geçirmek
istiyorlardı. Yarınsa meçhuldü.
Erkeler ateş
yaktı. Kızlarsa sucukları, biberleri ve ekmeleri hazırladı. Akşam yemeğini
yedikten sonra oyun oynamak istediler. Yunus, Bursa’daki arkadaşlarından
öğrendiği oyunu önerdi. Oyunun ismi ‘’Islık’’ idi. Bura göre iki gruba
ayrıldılar. ‘’Lara, Cüneyt, Dilara, Suat’’ bir gruptu.’’ Damla, Yunus, Aysun’’
diğer gruptu. Yunus bir kişi eksik olsa da oynanabileceğini söylemişti.
Oyun şöyleydi.
Bir grup saklanacak, diğer grupsa onu arayacaktı. Saklanan grup arada bir ıslık
çalacaktı. Arayan grupta ıslığa doğru gidip diğer grubu bulacaktı. Yunus oyunu
anlattığında herkes beğenmişti.
Saklanacak ilk
grup Cüneyt’in grubuydu. Ormanlık alanda yanlarına el fenerini alıp
saklandılar. Saklandıkları yerde el fenerinin ziyasını kapattılar. Yunus ekibi
ile diğer grubun saklandığından iyice emin olduktan sonra aramaya koyuldu.
Cüneyt, Lara’ya
baktı. Karanlıkta dahi parlayan gözleri vardı. Saklanacakları yere, el feneri
değil de, sevdiğinin parıldayan gözleriyle gelselerdi de aydınlık olurdu diye
düşünüyordu. Yarın Lara’nın gidecek oluşu en çokta Cüneyt’i üzüyordu. Cüneyt’e
göre Lara, annesinin sakladığı ilk dişi, ilk emeklemesi, ilk yürümesi, ilk anne
demesi ve hala her baktığında içinde bir hüzün biriktiren mavi önlüğü kadar
kıymetliydi.
Lara, yarın
gidiyordu. Bu durum Cüneyt’i kahrediyordu. Nasıl oluyordu da böylesine kısa süre
de bağlanmıştı Lara’ya. Aklı almıyordu. Gönlünden taşanlar hep dile dökemediği
duygularıydı.
Oyun bittiğinde
uyumak için herkes çadırlarına geçti. Lara, Damla’nın çadırına geçti. Aysun da
Dilara’nın çadırına geçti.
Cüneyt çadırına
geçtikten sonra, gözyaşları içinde annesine mektup yazdı.
‘’ Ah annem!
Bazen mutluluk en yaşanması gerektiği
yerde bitiyor. Kepenk indiren esnaflar misali kapanıyor gönlümün veresiye
defteri.
Bugün hiç olmayacak bir şey oldu anne.
Öncesinden bilsem de, bugün bir başka yaşadım acısını. Lara yarın gidiyor anne.
Ağaçta dal, bende hal kalmadı. İçimde bir boşluk hissi oluştu. İnan hiç bugün
kadar hissetmedim yokluğunu.
İnan anne hiç bugünkü kadar kızmadım sana
yanımda olamıyorsun diye. Öfkemden deliye döndüm. Yanımda olamayacak oluşun
günden güne yeyip bitiriyor beynimi.
Oysa ne zaman dara düşsem hep sen olurdun
yanımda. Ne babam kızabilirdi bana sen varken, ne de dünya sıkıntısı bana acı
verebiliyordu senin ruhumu saran nasihatlerini dinlerken.
Şimdi bu satırları yazarken, okuyamayacak
oluşunu bilmek üzüyor beni. Oysa hayatta olsaydın. Yaptığım her hata için
canıma okumuştun!
Hayat neden hep olmaması gereken yerlerde
acı verir ki insana. Bu yaşadıklarımı hiç hak etmedim anne.
Senden sonra ilk kez birini aldım
hayatıma. Sırf benziyor diye sana gözleri. Ve karanlıkta dahi ziyası yüreğimi
aydınlatmaya yetiyor anne. Tıpkı senin gözlerin gibi…
Oysa şimdi yoksun yanımda. Yarın o da
çekip gidecek biliyorum. Sanki herkes beni terk etmeye programlanmış gibi.
İçimde bitmeyen özlemin adısın anne.
Şefkat
dolu sözlerine ne çok ihtiyaç duyuyorum bir bilsen. Bir bilsen kimse senin gibi
olamıyor. Dolduramıyor boşluğunu hiçbir kimse.
Beni de alıp gideydin diye ne çok düşündüm
biliyor musun anne? Bize yazdığın mektubu okudum. Kim bilir kaç kere. Bana
emanet ettiğin gelinliğini kimse giyemeyecek anne. Çok üzgünüm. Böyle olsun
istemezdim. Ama onu çok seviyorum. Onsuz bir hayatı istemesem de, onsuz iken de
onu yaşıyor olacağım. Tıpkı seni yaşadığım gibi.
Ne olur üzülme anne. Bunu ben istemedim.
Seni çok seviyorum…’’