1 Çıplak Ayaklarım

Açıklama okuyan değerli dostlarım ben ilkokul üçe kadar okudum hatalarımı mazur görün nokta vürgül paragraf mı diyorsunuz onlarıda beceremedim böyle düz yazıyorum bu okuduğunuz çok uzun bir roman gibi adını koyamadığım bir hikaye kendimce koyduğum isim çıplak ayaklarım

 

İsyan etmeden bu hayatta bende varım diyenlere ne mutlu

 

Giriş

Altı yaşında hatırladığım ilk günüm babam yüzünü avuçlarının içine koymuş duvara sırtını dayamış ıslak gözlerle bana bakıyor du

Benim karnım aç korkumundan acım diyemiyordum akıllıca oturuyordum annem duvarın öbür köşesinde bağdaş kurmuş karşı duvara bakıp sanki duvar da bir insanla hiç durmadan aralıksız konuşuyordu babam zorla susturmaya çalışıyordu

ama annem hiç susmuyodu çünkü annem bir iç güdü yokluğu olan birtür akıl hastası idi babam da saf yürekli gariban içina kapalı sanki acılardan zevk alan bir hali vardı çünkü göz yaşı hiç kurumuyordu

 

yokluk çaresizlik annemin hastalığı babamı iyice perişan hale koymuştu çalışamıyordu çalışmaya gittiği zaman annem evden gider başına bir kötülük gelmesinden korkardı

 

sadece yaptığı iş ramazan ayında savur davulu çalardı karşılığında un bulgur toplardı onunla bir yıl boyunca geçinirdik babam davul çalıyor deyince iyi bir davulcu değildi işte savurda insanları uyandırsın diye tam tum çalardı köyün muhtarı bu işi babama verirdi ona oyunu verme karşılığında

 

Bir gün muhtar babamın yanına geldi bu sefer kazanırsam seni köyün okuluna hademe olarak aldıracağım dedi ve kazandı sözünü de tuttu köyün okulunda babam çalışmaya başladı devlet işcisi değildi öğretmenler kendi aralarında para toplayıp veriyorlardı yani işin sigortası falan bir garentiside yoktu parası da çok azdı geçici bir iş idi babam okulun sobalarını yakardı akşam sınıfları süpürür sobaların içindeki közü mangala koyar eve getirirdi onunla ısınırdık babam iki yıl bu işi yaptı sonra babamı okuldan çıkardılar

 

ben sekiz yaşına gelmiştim babam beni daha okula yazdırmamıştı babama okula gitmek istediğimi söyledim babam önlük kalem defter alamam okuyup ta ne yapacaksın dedi okullar açılmıştı emsalerim hep okula gidiyorlardı mahalleden bir emsalimin arkasına takıldım okulun bahçe giriş kapısına kadar emsalimle bereber geldim o emsalim bahçe kapısından içeri girdi andımızı söylemek için sıraya girdi çocuklar tertemiz giyimişler siyah önlük beyaz yakaları vardı önlerinde yüzü meleği andıran güzel bir bayan öğretmen duruyordu

 

ben okulun bahçe kapısından saklanarak bakıyordum çünkü üstüm başım yırtık yamalı üstelik kirli utanıyordum öğretmen çocuklara hazır oldiye seslendi o arada ben başımı bahçe kapısından uzattım öğretmenle göz göze geldim ve ben başımı tekrar duvarın arkasına aldım andımız okunmaya başlandı bende kıpırdamadan durdum ve orda olmadığım için sessizce ağlamaya başladım ve and biti öğretmen bahçe kapısına doğru hızla geliyordu ve ben kaçmak istedim öğretmen hey kaçma dur dedi ve durdum

 

öğretmen yanıma geldi ellerimi tuttu yere çöktü senin adın ne diye sordu ali diye cevap verdim okula gelmek istermisin dedi istiyorum ama babam önlük kalem defter alamadı dedim öğretmen tamam yavrum benimle geldiye elimden tutup beni okulun sınıfına doğru götürüyordu o an kendimi Cennetin bahçesinde elimden bir melek tutmuş yaradanın huzuruna götürüyor hissine kapıldım öğretmen bana başka soru sormadan muhtaç bir ailenin çocuğu olduğumu anlamıştı çünkü yürekten benim gözlerime bakmıştı adeta benim içimi duygularımı ihtiyaçlarımı okumuştu ve sınıfa öğretmenle beraber girdim

Öğrenciler daha önceden sınıfa girmişlerdi bütün sınıf bana bakıyordu üstümbaşım kirli diye çok utanıyordum Öğretmen hadi Ali geç akadaşlarının yanına boş bir yere otur dedi arka tarafta boş bir sıra vardı geçip oturdum öğretmen çantasından kağıt kalem çıkardı getirip bana verdi o gün verdigi kağıda hep a harfini yaptım öğretmen bana aferin ne güzel yapmışsın dedi ve okul paydos oldu ben dışarı çıkarken Öğretmen bana sen bekle dedi ve bekledim sınıf boşalmıştı öğretmen ismimi biliyormusun Ali dedi ben hayır öğretmenim bilmiyorum dedim öğretmen ozaman söyleyeyim tanışalım benim adım şükran Elbistan da oturuyorum bir anem var birde senin yaşında erkek kardeşim var babamızı kaybetik sana kardeşimin kıyafetlerinden getirsem giyermisin dedi

 

ve ben giyerim öğretmenim dedim ozaman yarın nüfüs cüydanını al gel senin okula kaydını yaptıralım dedi öğretmenim benim nüfus cüzdanım yok dedim çünkü daha ben nüfusta kaydım bile yoktu öğretmen olsun önemli değil yarın yine gel olurmu dedi olur öğretmenim gelirim dedim sınıftan çıktım çok sevinerek eve geldim babam sordu nerdesin diye

 

okula gittiğimi şükran öğretmenin okumam için yardımcı olacağını söyledim babam iyi oğlum bu sene gitte geleceksene seni mal gütmek için çırak veriyim seneye biraz daha büyürsün ozaman bu işi yaparsın dedi benim aklına çoban olacağım korkusu takılı verdi aslında çobanlık ta bir meslek gerekirse ekmeğim için cobanlık da yapardım ama ben okumak istiyordum cahil kalmak istemiyordum ertesi gün okula gittim sınıfa girdim şükran öğretmen sıramın üzerine siyah fermuarlı bir çanta bırakmış Öğretmen çanta senin aç içinde kalem defter var dedi ben çantayı açtım içinden defter kalem silgi kalem açaçağı çıktı çok sevinmiştim

 

ama sınıftaki çocukların kıskançlı bakışları beni rahatsız etmişti bir ders geçti tenefus zili çaldı dışarı çıkıyordum şükran öğretmen yine bana sen kal diye seslendi bütün çocuklar dışarı çıkmışlardı şükran öğretmen siyah bir poşetin içinden siyah önlük beyaz yaka birde pantolon çıkardı benim üzerin deki kirli kazakla pantolonu çıkardı Öğretmen beni bir anne gibi giydirdi sen nekadar güzel bir çocuksun böyle saçların sarı gözlerin yeşil buradaki çocuklardan çok farklısın diye beni sevdi başımı okşadı hadi şimdi dışarı arkadaşlarının yanına git diye tenefusa gönderdi

 

ben okulun bahçesine çıktım bütün çocuklar başıma toplandı bazıları kıskançlıktan beni kızdırmak için vay artist gibi olmuş diye ıslık çalıyorlardı benim temiz giyinmem bazı çocukları kıskandırmıştı o gün okul paydos oldu ben eve gidiyordum okulun bahcesinden uzaklaşmıştım okuldan üç tane çocuk bana sataşmaya başladı bende karşılık verince kavga ettik benim önlüğüm çamur oldu kolu da omuzda ki dikiş yerinden söküldü ağlayarak eve geldim babam ne oldu sana diye sordu bende kavga ettim deyince babam sen neden kevga edipte öğretmenin verdiği önlüğü daha bir gün giymeden yırttın diye benim yüzüme kuvvetli bir tokat vurdu

 

sonra babam önlüğünün üstünde ki çamuru ıslak bir bezle sildi ama çamurun lekeleri geçmemişti önlüğünün sökülen omuzunu kalın beyaz bir ip ile dikti ama bembeyaz ipin dikişi siyah önlüğün üzerinde sırıtıyordu annemin hiç bir şeyden haberi yok yine duvarla konuşuyordu başını usul usul sallayıp duvarda birilerine bana yapılanları anlatıyordu oğlumun önüne geçmişler yakasının düğmesini koparmışlar önlüğünün kolunu sökmüşler siz beni oğluma sahip çıkarmıyorsunuz diye kızarak duvara konuşuyordu annemin duvara da olsa beni koruyan çığlıkları çok etkilemişti annemin konuştuklarını dikkatle dinlemeye başladım hiç atılacak bir sözü yoktu bu benim dikkatimi çekti oysa annemi deli diye kimse dinlemiyordu ama babam farkındaydı babam bana dedi oğlum annen hep haklı konuşur ama birşey yapamaz zavallının duvarla yaptığı sohbetin içinde bulunmak istiyorum kimlerle konuşuyor çok merak ediyorum ama bazende çok oluyor susmasını istiyorum susmuyor dedi

 

ben ertesi gün okula gidiyordum şükran öğretmenden çok utanacağım diye çok üzülüyordum verdiği kıyafetleri bir gün içinde eskitmiştim böyle bir duygu ile sınıfa girdim şükran öğretmen hemen ne oldu sana Ali diye sordu ben o an göz yaşlarını tutamadım

 

mahcup bir ifadeyle çocukların yaptığını anlattım Öğretmen olsun Ali sen üzülme dedi ve çocuklara kızdı sakın bir daha böyle birşey duymayacağım çocuklar yaptığınız şey çok ayıp hepimizi

ALLAH yarattı sizin Aliden ne farkınız var sadece şanslısınız akıllı anaya babaya sahip olduğunuz için siz kendinizi onun yerine koyun bakalım çocuklar diye söyledi o gün hep insanı hor görmeme düşkünlere nasıl yardımcı saygılı olunacağı hakkın öğretti bütün sınıfa şükran öğremeni sanki beni korusun diye bir melek olarak göndermişti köyün okuluna yüce Rabbim ben öyle düşünüyordum bir daha bana ilişen dalga geçen olmadı

 

okulun ilk yarısını tamamlamıştımbir kış günüydü annemin hamile olduğunu bilmiyordum annemin karnı iyice büyümüştü ben öyle öğrendim annemidoğuma yakın konuşmayı kesti iyileşti sanki ALLAH tarafından beyni değişti hastalığından kurtuldu benimle ilgilenmeye başladı bana banyo yaptırdı karnımı doyurdu yaptığı yemek tavanın içinde sadece bir soğan kavurmuş benim hatırladığım annemin elinden ilk defa yemek yiyordum o soğan kavurmasının tatını hiç bir yemekten alamıyordum ve anneme sordum neden şimdiye kadar yemek yapmadın diye annem dedi beni karnımda ki çocuğuna bak diye bıraktılar oğlum artık bana karışmıyorlar dedi ben anne kimler seni bıraktı dedim Annem amaa oğlum kaçsenedir kimlerle konuştuğumu görmedin mi duvarın içindeki adamlar dedi ben anne duvarın içinde adam falan yok dedim annem amaa oğlum sus duyarlar yine gelirler diye korktu

 

ve aradan iki ay gibi bir süre geçti annem doğum yaptı bir oğlan kardeşim dünyaya geldi adını babam Ömer koydu annem doğumdan hemen sonra yine eski haline geldi duvarın içinde ki bahsettiği kişilerin anneme verdikleri süre dolmuştu galiba Ömeri bir kabus gibi görüyordu Ömer ağlamış karnı açmış hiç umrunda bile değildi babam komşulardan süt alıp Ömeri yaşatmaya çalışıyordu babamın iyice eli kolu bağlanmıştı bırakıp dışarı adım dahi atamıyordu annemin tavırları konuşmaları baba mı korkutuyordu ömeri boğar öldürür diye ben okuldan gelince biraz babam dışarı çıkardı ben Ömere bakardım ve böylece ömer altı aylık olmuştu okadar güzel bir çocuktu ki saçları kahve rengi gözleri mavi kendini sevdirirdi

 

okullar tatile girdi babam köyün sığırlarını gütmek için sığır çobanı olmuştu beni yanında götürmeye başladı Ömeri artık evde annem ile yalnız bırakıyorduk akşam eve geldiğimizde Ömer ağlamaktan kirli yüzünde göz yaşları yol oluşturmuştu annem hiç elini bile sürmemiş dışardan Ömerin ağlamasını duyan komşular müdahale etmek istemişler annem kimseyi yanına dahi yaklaştırmıyormuş karışmayın ağlasın benim çocuğum diyormuş komşular babama söylüyorlardı ama babam da sanki ölmesini istermiş gibi hiç umursamazdı Ömer iyice zayıflamıştı artık sürünüp oturuyordu dokuz on aylık olmuştu benimle oynamak isterdi gıdık derdim aklını yittirmiş gibi gülerdi arkasından ağlar gibi yapar abi diyemez aba der parmağıyla yemek yediği tabağı gösterirdi tabağı boş elline verirdim ağlamaya başlardı ben biliyordum karnı aç onun için ağladığını ama benimde karnım aç evde hiç birşey olmazdı zaten her acıktığımızda yiyecek ellimize geçmezdi

 

o yaz bitmişti okullar açılmış ben bir ay gecikmeli olarak okula başladım Şükran öğretmen aslında haber göndermişti okullar açıldı Ali okula gelsin diye ama babam göndermedi o yüzden okula gecikmeli başladım yine öğretmeninin yardımıyla okula gidip geliyordum bir gün okuldan sonra eve geldim bir kış günüydü babamköyden birisi odun almış onun odununu kırmaya gitmiş evde Ömerle annem yalnız kalmış ama annem Ömeri kucağına yatırmış usul usul sallayıp uyutmaya çalışıyordu ben şaşırdım çünkü annemin doğumundan sonra ilk defa Ömeri kucağına aldığını görmüştüm anneme iyi yapmışın işte böyle çocuğuna bak dedim annem ne yapıyım oğlum iki güne kadar ölecek onun için kucağıma aldım işte dedi ben çocuktum anlayamadım bilemedim hastalanacağını annemin kucağında Ömere baktım ömer sessizce hiç kımıldamadan benim gözüme bakıyordu sanki gözleriyle bana yalvarıyordu abi ben ölüyorum diye ben çocuktum düşünemedim bir doktora falan götürmeyi babam herhalde ölmesini istermiş ki oda hiç ilgilenmedi başkada akrabayık yakınık diyen kimse zaten kapımızı itmezlerdi haberleri bile yok ömer kardeşimin o bakışlarını ömrüm boyunca unutamadım o bir yaşında yüz yaşamış gibi görüntüsü vardı yüzünün çehresinde

Artık Ömer ölümü kabullenmiş sesi bile çıkmıyordu annem sadece konuşuyor kucağından bırakmıyordu soğuk bir hava üstelik kar yağıyordu annemin dilindeki sözler son dörtlük hariç şöyledi.

 

Yine kar yağıyor bak başımızda,

Dertler başa konar bini bir yanda,

Deli poyraz eser durur dışar da,

Acı başa konar bini bir yanda,

 

Çoluk çocuk üşür köz yok ocakta,

Ömer’im ağlıyor bakın kucakta,

Susmuyor, beşiği hep sallasak ta,

Çile başa konar bini bir yanda.

 

Kokular geliyor yan komşulardan,

Ömer’im durmuyor ağlar sancıdan,

Fayda yok ki bize kardeş bacıdan,

Ahım başa konar bini bir yanda.

 

Ömer’im gözüme bakıp duruyor,

Acısı kalbime yumruk vuruyor,

Gözyaşları ciğerimi dağlıyor

Baykuş başa konar bini bir yanda.

 

Yalanım yoktur ki herkes yakında,

Şaşırdım soran yok gözüm kapıda,

Ömer’im can verir bakın burada,

Sancılar ciğerde bini bir yanda.

 

Unutulmaz acı geçse de yıllar,

Türkü olur adı sazlar da tınlar,

Şahin’in gurbete kulağı çınlar,

Hasretlik başımda bini bir yanda.

 

Sonra İki gün içinde Ömer öldü babam yıkadı çenesini tülbent le bağladı kefene sardı küçücük bir paket gibi oldu aldı kucağına mezarlığa götürdü köyde bir deli ismet vardı mezarını o deşmişti koca beş yüz haneli bir köyde babamın bir tek dostu deli ismet varmış babam ile ismet Ömeri gömdüler

ben ve babam mezarlıktan gelirken yavrucak bakımsızlıktan öldü diye güya üzülenler oldu benim Ömer kardeşim açlıktan öldü zayıflaması bunun kanıtıydı bir ALLAHIN kulu bunu bilmiyor çünkü kimse kapımızı itmedi bu çocuklar ne yer ne içer diye soran olmadı oysa yüce Rabbim komşun açken yatağa girme demiş nasıl yatağa girdiler merak ediyorum bazı akrabalarımın Ömerin öldüğünden hiç haberi bile yoktu nerden haberleri olsun ki kimsenin evimize gelip oturduğunu halimizi sorduğunu hatırlamıyorum acaba babam kütü bir insanmıydı o yüzden mi hiç soranı yoktu yoksa annemi n deli olduğu için mi diye kendi kendime hep sorarım bulduğum tek cevap babamın yoksul olmasıydı ama her koyun kendi bacağından asılır kimseye kahır etme hakım yok ancak şöyle bir türkü söyleye bilirim Zalim felek Devam edecek Almanya Ali Şahin (Elbistanlı)

( Çıplak Ayaklarım başlıklı yazı Alişahin tarafından 8.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.