Arafa
-Şimdi bütün isyanlar yardım ve yataklık ediyor
mürekkebime...
Yargılanıyor acemi bahaneler yaşamak gerekçeli.
Kendi
ben’imde cümleler sınırlıyorken dili lâl lehçelerim,
Kapılar duvar, duvarlar
soğuk, yaşamak hakkını savunmak şimdilerde ezik bir eylem.
Ve şairlerin
diliyle çizdiği ölüm oruçlarına kayıtsızken şark susuzluğum, ömrün ö-tekil(l)eri
olduğunu incinerek öğrendim.
Dilimde felç bir çığlıkla, boşluklarını
dolduruyorum hayatın, ne var ne yoksa.
Susmayı yeğlemeyen her söz dil ucunda
asiyken, içimde büyüyen koca kalabalığa, imgeler pasifliyorum-
Yine gökyüzü, gri saçlarının gölgesini vuruyor yüzüme.
Soğuk b/akıyor duyularıma yorgun baharlar. Sönmüş bir yangının küllerinde
çoğalıyorken yüreğimin dövmesi hüzün, dilimde pusulanıyor sözcükler. Rüzgâr,
neş’esi, sevinci güvercin gibi yüreğime inen, geçmiş esintilerden, çocukluğumun
saçları savruk dizleri yara hallerini bilincime taşıyor.
Leylak
kokulu yorganımı özledim. Kuş tüyü yastığımın, o ince çiçek nakışına gömdüğüm
hayallerimle yüzleşirken, bayram sevinçlerimin o taze elbise kokularını, bir de,
okul zamanı defter, kitap, kurşun kalem heyecanlarımı. Yumru gibi dizilirken
boğazıma çocuksu sevinçlerim, bir soğuk döşekte teri alnında kederle uyanıyorum.
Ne mi arıyorum bu yokuşlarda?
Üşüyorken umutlar dağ başı yalnızlıkta
ve bir oylum sızıysa ölüm, yüreğimin içrelerinde, korkulu ıslıkların kıblesinde
kendi sesimin gaibiyim. Neyi arar insan, ölüm yüreğimizde soğuk
demirse?
Ah Araf!… Hep hayale borçlandık. Haksız mağlubiyetler
ertesinde deftere yazdık haksızlığı. Kaldırmazken güneş perçemlerini yaşamak
adına, çıplaklığa önemser değerler kattık.
Acı verince geçmişten
mutlu anlar, daralır yüzünde gülüşlerin, kısılır nefesin, ardı arkası kesilmez
endişelerinin. Biliyorum Araf biliyorum. Mecbur değiliz yaşamaya, sıska
umutların peşinden koşarken örtülü zamana. Yeşilinden kurşunlanırken baharlar,
anne yüreğimle siliyorum bulutların nemini. Dili yeri öpen kabirlerin başucunda,
bin yıldır ağlamaklı gözlerim. Şimdi, bir uzun zılgıtın, ağıtlı sedası ayarlı,
yüreğimin karanlık odalarında. Fırat’tan türküler kefenleyip, Dicle de yıkasam
efkârı, yine de arınamam bir Hintli’nin Ganj tasavvurunda.
Ah
Araf!
Ah, zehir zar/afet bir sözcük. Dudaklarımdan, zifir karası dökülürken,
o hüznümün buz goncası hicranım, güz yorganı çeker düşlerimin üstüne. Eyvah ise,
kadim dost, dilim döndüğünce.
Bütün seslerin ötesinde, bütün
gözlerin önündeyim. Güleç yüzünü yitirdim sabahların. Akşamların korkusuyla
talan, yaşamak saydıklarım.
Sahi Araf, güneş geceye zuhur eder mi?
Yıldızlar dökülür mü düşlerin üzerine?
Ya da yalın ayak koşar mı
direnç umudun bir bakış ötesine?
Battıkça sorulara, sorgular içinde
hışırtılar duyuyorum ağlamaklı. Göğsümde paramparça başlangıçlarla medet
umuyorum virgüllerden her defasında.
Seslensem g/ördüğüm her silik
noktaya, kendi sesimde yoruluyor, eriyip gidiyorum beyhude zamanın üç
noktasında.
Aykırı cümleler dizginliyorum Araf. Her bitişe susarken
acı soluğum, avuçlarıma yaşamakla karışık umutsuz dualar sığdırıyorum.
Yanılgılarımın yanılsamalarında, vaz geçip yanıtlar aramaktan, koşar adım
kendime dönüyorum.
Vuslat, edebi bir yalan Araf.
Başka bir söz,
evet başka bir söz tezahür edip örter elbet, bu yanlış mefhumun
üzerini.
Ökse kuşlar misali ağırım Araf. Derin bir uğultu gökyüzü
gözlerimde. Kanatsız yağmurların ülkesinde akıl almaz hasrete yelkensiz varışlar
ediniyorum.
Nehirler büyüyor Araf.
Nehirler büyüyor gamzelerimde
türküsüz, azıksız, sağır, toprakla can olan kadar katı. Bir o kadar duygulu.
Topuklarımın seslerinde kırılıyor bilincim. Adımlarımın yankısında buluyorum
izini çakıllı yollarımın.
Söylesene Araf, yüzüme çöreklenen bu
tebessümler benim değilse kimin sevinci?
Ya da hangi acının sebepsiz
tecellisi?
Dalgınım Araf!
Bu aralar dalgın ve yılgın bakıyorum sır
tutan aynalara. Kalabalıklar yüreğime yalnızlıklar yanılgılar sürmeledikçe
sökülüyor yüreğimden derin ah’ lar. Kendi gölgeme basıyorum her
defasında.
Ah Araf! diner mi bu yaşamak korkusu?
Geçer mi bu
inanma kâbusu?
Kuşku daha kaç gerçeği zedeler?
Kaç düş kavga eder,
süveyda hayaliyle?
Daha kaç güvercin kanatlarını güneşe hibe
eder?
İntiharlar düğümlüyorum Araf! İntiharlar, biteviye yaşamaklar
adına.
Öyle ya, içimden bir kulaç boyu taşarken içim, içinden mağrur göçüyor
içim,
“Bu dünyadan ben geçtim”
Artık masum değilim.
Andolsun ki Araf,
Şaşkınlığımı avuç avuç şükürle
süreceğim yüzüme… Hazal Karadağ
(
Arafa başlıklı yazı
Hazal Karadağ tarafından
10/20/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.