Ellerimde büyümeyen güne ve yeşermeyen hayata,
Dur daha resti çekmedim sana…



Bir fısıltının sarhoşluğuyla yürüyorum sahil boyunu. Saaç kaç, kaça kaç var bilmeden. Kendime yankılanıyor sabrım dudak aralığımdan.Rüzgara yakalanıyorum zamansız. Dalgalar sır döküyor ardım sıra köpük köpük. Sahte bandıralı gemiler yüreğimden geçiyor durmaksızın. Kuşkuyla bakıyorum sonra, gözyaşlarım aşınıyor hasret kıyılarımı silkeledikçe. Mülteci yalanların masumiyeti hayasızca törpülemesi zoruma gidiyor. Bir gölge azık ararken yüreğim, bir çığlık gibi düşüyor üzerime yılgınlığım. Bir haykırış dizginliyor nevrim döndükçe içimi
’sükût etsin dil zarın’ 




Acemi bir suskunun nevrotik nöbetindeyim. Bütün ağrıları kusuyorum martı telaşlı. Azığımda körpe gün getirisi bir dolu anıyla cebelleşirken zamanın koynunda akreple yarışıyorum bilmeden.
Yüreğim ağzımın sevgilisiydi bir vakit. Şiirler park ederdi dilime. Şimdi ağzımda paslanan bir dolu kahkahanın gıcırtısı yankılanıyor içimde bir yerlerde.




Sade bir kahvenin telvesinde buluyorum kendimi. Bir kuşun kanadında umutlanıyor, bir yunusun zırhında vuruluyorum. Yollar hep kapalı ve kapaklı söylenceler içinde başımı göğe kaldırıp yanılmadığımı haykırıyorum...
’ Kabaran yürek fısıltılarım varmış elim hep kulağımdaymış’ kâhin ilmince...
Öyle ya, kulağımı kapatıp dış seslere debelenmedim mi anıların tininde. Sancılanmadım mı esmerleşen gün cenderelerinde. Evvel zaman öğretilerinden ziyade, kendine ezber bulan mucitliğim varken üstümde tökezlemiştim işte atasözlerinin tecrübeliğinde...



Kilometrelerce belki de ötelerce uzak bir düşün kimliğindeydi feryadım. Usulca ve usanmadan dokunduğum özümle ve özümsediğim kederimle, özlemimle el ele. Başıboş bir gün getirmişti ağıtlarımı ve ben hep sorgulamıştım bilmeden yağmursuz şehirlerin ten yakan güneşini. Şaşmayansa, yüreğin kelamıydı bu karanlık içinde...


Sahi! Kimler kapattı ışığımı? 



Ağzımda koca kalabalık çırpınışında sözcükler. Düetsiz cümleler yutkunuyorum. Ellerimde hiç kimse. Gözlerimin terkisinde hüznün o saydam ırmakları. Ve türküler beynimin boşluklarında dörtnala geziniyor. Bağrımda koca bir taş gibi,
İçim harf harf boğarken içimi.




Oysa ben, bu kör kalabalık içinde şiir şiir akıyorum buhranlarıma. Şahikaya çıkmış hıçkırıklarımla selamlıyorum ellerimde büyüyen ışıksız günü. Birazdan yeşerecek çığlığım. Birazdan bir taş acısını morfin susturacak sarı odalarda hekim elinden. Kendime geldiğimde, hecenin kumsalında sırtüstü esmerleşecek hikâyem güneşi göremeden...

Ansızın doluya tutulan serçeler gibi sırılsıklam kanatlarım. Güneşi giyinmeyen bir şehirde, mavi kavgalardan uzak akşama hazırlanıyorum. ”karartma gecelerine”

Az önce
Evet evet az önce,
Bir çığlık attım denize. 
Oysa çocukluğumu dilemiştim bencile telveli hikâyemde. Babamı sisler içinde yitirdiğim kör vakitlerde. Bacaklarımı titreten zamanın derinliğince.Yaprak yaprak dökülüyor, şüheda düşüyorum. Eylülü çeyrek geçe Hazal sürgünlerinde…


Söyleyin aramasın kimseler beni/demirlendim geçmişe
Yüzümün terkedilen ve eskiyen çizgilerine. Gözlerimin boşluklarına.
Biriktirip gölgesini huzura ereceğim/özlemin var gücüyle…




Baba!
Masalları gömsene toprağa 
Nasılsa intihar ettiler yokluğunda…





Hazal Karadağ

( Bir Çığlık Attım Denize başlıklı yazı Hazal Karadağ tarafından 10.10.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.