Basiret bağlanması; iyi düşünemez,
gerçeği göremez bir duruma düşmek ya da normalde yapılmayacak bir hatayı
dalgınlık, şaşkınlık nedeniyle istem dışı yapma durumu olarak
tanımlanmış.
Sanırım, güzel ülkemin güzel insanlarının bu günlerde içine
düştüğü durumu anlatan en güzel ifade bu olsa gerek.
Dünya genelinde
yaşanan olaylar, dolaylı, ya da çoğu kez dolaysız olarak Türkiye’yi etkilemekte,
bu durum da çalkantılara sebep olmakta.
Henüz genç nüfusu fazla olan
ülkemizde, her bireyin, bu yaşanan olaylara kayıtsız kalmaması, yakından
izlemesi, ülkesinin ve milletinin geleceği ile ilgili fikirler üretmesi takdîr
edilecek ve mutluluk verici bir durum. Lâkin, ülkemizin birliği, Vatanımızın
bölünmezliği, TEK DEVLET, TEK BAYRAK, birlik ve beraberliğimizi pekiştirici öge
TEK RESMî DiL konularındaki hassasiyetimiz, ifade ederken yanlış üslûbumuz ve
kırıcı dilimizle arzumuzun aksi istikametinde gelişmelere sebep olmaması için
çok dikkat
gerektirmektedir. Oysa etrafımız, bilgi sahibi olmadan fikir
sahibi olduğunu zanneden insanlardan geçilmez oldu maalesef. Her söze başlayan
kişi, kendi fikrinin kesin doğruluğundan o denli emin ki, farklı fikirleri
hâkaret gibi algılamakta. Yoğun bir biçimde fikir ve kavram kargaşası
yaşanmakta, meclisten başlayan hakâretli, küfürlü, tehditli, kırıcı üslûb, ne
yazık ki, milletimizin bir kesiminde karşılığını bulmaktadır.
"Bugün, her
zamandan daha fazla birliğe, dostluğa ve kardeşliğe ihtiyacımız var" desem,
eminim ki bu söze hiç kimsenin itirazı olmayacaktır. Buradan hareketle,
vatanını, milletini, bayrağını ve bizi biz yapan değerleri seven insanlar
olarak, herşeyden önce, hakâret ve küfür içermedikçe, farklı fikirlerin bizi en
doğruya götürecek niteliği de içinde barındırdığına inanıyor, tahammül etmesini,
saygı götermeyi bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Herkes düşüncesinde,
fikrinde yanılabilir. Kendi fikrine saygı duyulmasını bekleyen kişi,
karşısındakinin fikrine de saygı göstermelidir.
Yazdıklarımızı bir
örnekle somutlaştıracak olursak, bugüne kadar milletimize tarifi imkansız acılar
vermiş, yaşlı, kadın, çocuk demeden alçakça saldırılarla onbinlerce insanımızın
canına mal olmuş eli kanlı, taşeron örgütün, teröristlerin, bugünlerde ateşkes
ilân etmiş olmasını buna örnek verebiliriz.
Bir tarafta bu gelişmelerden
büyük mutluluk duyan her kesimden insanlar, öbür tarafta üzüntü ve hırsından
kahrolan, mutsuz insanlar. Neye sevinip, neye de üzüleceğini bilemeyecek bir
millet haline gelmişiz. Neden?
Bu bölünmüşlüğün sebebini irdeledigimizde,
hem üzülecek, hem de umut verecek bir durum olduğunu görüyoruz. Gelecek adına
umut veren, sevindiren durum, her iki tarafın da ülkemiz için hayati niteliği
olan hedeflerinin, arzularının aynı olması;
- Vatan bölünmesin.
-
Bayrak hassasiyetimiz.
- Dil birliği.
...
Üzücü olan durum ise,
terör örgütünün ateşkesinin ülkenin birliği ve bütünlüğü korunarak barışla
nihayetlenecegine inananlara "VATAN HAiNi", "ONURSUZ", "SATILMIŞ", "HAYSiYETSiZ"
gibi, haddi aşan, çirkin, haksız ithamlarda bulunulması. Bu üslûbla konuşanlara
sormak gerek; Bu üslûb, ülkenin birliğine katkı mı sunar, dinamit mi koyar? Bir
insan, silahlar sustu, gencecik evlatlar ölmeyecek, anneler üzülmeyecek,
ülkemize huzur gelecek, güneydoğuya yatırımlar yapılacak, kalkınacak, kepenkler
inmeyecek, okullar yakılmayacak, terör için yapılan harcama yatırıma dönüşecek,
zamanla belki yaralar sarılıp, birlik pekisecek , terörden başımızı kaldırıp,
daha da güclenebilecegiz umuduyla sevinip, aynı zamanda, pacavraların bol miktarda
olduğu Diyarbakır’da, şanlı Bayrağımız yoktu diye üzülemez mi? Bir yandan,
gelişmelere ihtiyatla yaklaşıp, yine de saydığım hususlardan dolayı sevinmek
"VATAN HAiNLiĞi"midir? "SATILMIŞLIK"mıdır?
Milletimin büyük bir kesimini
bu şekilde itham ile, hakâretle aşağılamaya çalışmak edepli bir davranış olmasa
gerek.
Ülke bölünmeye gidiyormuş! Nereden biliyorsunuz? Günler içinde
peşpeşe diktatörler yıkıldı. Bu ve buna benzer, güçlü istihbarat teşkilatlarının
dahi önceden öngöremediği tarihi olaylar yaşanırken, hiç kimse yaşadığımız
gelişmelerden yola çıkarak, neticenin ülkemiz ve milletimiz aleyhine olacağından
emin olamaz, diye düşünüyorum.
Bizler, bağrından gönülleri Yaradan
aşkıyla, sevgiyle, muhabbetle caglayıp coşan Mevlana, Yunus, Aşık Veysel’ler
çıkaran, hayatlarından kendisine düsturlar çıkarmaya çalışan, sevmesini, saygı
göstermesini bilen bir millettik. Ne oldu bize? Bu sevgisizlik neden? Neden bu
kin?
Yunus;
...
Ben gelmedim dava için
Benim isim sevgi
için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.
Dost sarhoşu
deliliğim
Âşıklar bilir neliğim
Değiştirip ikiliğim
Birliğe yetmeye
geldim.
derken, ya da;
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın
namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz
değil
...
derken, hangi sebeple kaç gönlü yıktıgımızın farkındamıyız?
Resûl’ümüzün, Yunus’un, Mevlana’nın, ve nice mümtaz şahsiyetlerin gönül
kapılarına kâhya gibi, kimlerin onları sevip, sevmeyecegine karar verme
yetkisini kendimizde nasıl bulabiliriz? Nedir bu niyet okuma
hastalığımız?
Vatanımız, Bayrağımız, marşımız, türkümüz... bir. Bunca
ortak noktamız varken, farklılıklarımızda kavgaya sebep aramak
niye?
Elimizi vicdanımıza koyarak birlikte düşünelim Allah
aşkına!
Hani mümkün olsa da, Mevlana, Yunus, Veysel ete kemiğe bürünüp
karşımıza dikilseler. Silahlar sustu diye sevinirler miydi, yoksa, gelecek
kaygısı ile üzülürler miydi? Üzülenlerin tarafında yerlerini alarak, sevinenlere
hakâret, küfür mü ederlerdi?
O Yunus ki;
"Sözü bilen kişinin yüzünü ak ede bir söz.
Sözü pişirp
diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı,söz ola bitire başı
Söz
ola ağulu(zehirli) aşı, ağ ile bal ede bir söz."
diyerek üslûbun önemini
ne güzel ifade etmistir.
Bir insanın fikri yanlış olabilir. Dilinden
niyetinin kötülüğü kesin bilinmiyorsa, karşılıklı tartışılır, münazara yapılır,
ikna etmeye çalışılır. Ama, illa da benim düşündüğüm gibi düşünmedi diye
hakâret, küfür edilmez. Kavga ise, dili ile düşüncesini ifade yeteneği olmayan
aciz insanların işidir, ki, az bir gayretle hiç birimiz bu acziyete düşmeyecek
beceriye ve ahlaka sahip insanlarız, diye düşünüyorum.
Atalarımız, "uslub
u beyan aynıyla insan" demişlerdir. Bu veciz sözün, kişinin konuşma tarzı ve
hareketleri kişinin iç dünyasının ve karakterinin aynasıdır ba’abında olduğunu
sanırım bilmeyen yoktur.
Meydanlar, "VUR, DE VURALIM" nidâlarıyla değil,
SEV, DE SEVELiM" demeye gerek kalmadan, sevgi ile dolu insanlarla dolup tasmalı.
Hepimiz aynı gemide, aynı hedefin yolcularıyız!
Sözlerimi, yine sevgi
âbidesi Yunus’dan incilerle bitirmek isterim;
Gelin tanış olalım,
İşin
kolayın tutalım
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye
kalmaz...
Selam ve SAYGILAR...