İslam’ın geliş tarihinde Ramazan ayını farklı kılan iki önemli olay vardır: 
1- Kur’an bu ayda inmeye başlamıştır.
2- Oruç bu ayda farz kılınmıştır. 
“Kur’an bu ayda inmeye başlamıştır” demek yani İslam bu ayda gelmeye başlamıştır. Geldiği günün gecesine “Kadir Gecesi” denilmektedir ki kıymeti “bu kutlu ve mutlu olayın başlangıcı” olmasından ileri gelir.

Ramazan'da başlayan İslam’ın geliş serüvenini yaşamanın 1400. yılı, 2010 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca, “Kuran’ı Anlama Yılı” olarak ilan edilmişti. Buna bağlı birtakım etkinlikler yapılmıştı. 

Bana göre, Kuran’ı anlamanın yolu “O’nu anladığımız dilde/ana dilimizde” okumaktır. Bunun için de Kuran’ı, “anlamıyla iç içe” okumaya başladım. Bu ayda bitmez ama önemli değil; bu yılda bitsin yeter. Ramazan’ın yarısı boyunca 600 sayfanın üçte birini okumuşum. Hâlâ Mekke dönemindeyim.

En'âm Suresi, uzun surelerdendir. Bir seferde indiği rivayet edilir. Mekke döneminde inmiş ve o devrin soru/sorunlarını dile getirmektedir. Henüz bildiğimiz anlamda namaz yok, oruç yok, savaş anlamında cihat yok, hac yok, zekât yok. Kur’an’ın zaman ve kapsam olarak yarısından fazlasını oluşturan problemler var:

- Öldükten sonra dirilmeye inanmamak. Niye mi? Çünkü arkasında hesap vermek var.

- Yamuk bir İlah inancı ve bu ilahlar adına yapılan tasarruflar. En önemlisi de Sure’ye adını veren “büyük ve küçükbaş hayvanlar” hakkında, insanlarca verilen hükümler yani kanun yapma/koyma.  

- Allah Elçisi’ni hazmedemeyiş; O’na deli demeleri ve ardından Elçi’nin melek olmasını istemeleri. Melek olsa bu seferde kıvıracak “Biz melek miyiz?” diyeceklerdi. Geçmişte yaşanmış olaylar dile getirilmektedir. “Sebep-sonuç ilişkisi” içerisinde, iyi ya da kötü, “Sizin de başınıza gelecektir” denilmektedir.

Müfessirler bu konulardan farklı olan birkaç ayeti (En'am: 150–153) Mekke dönemine uygun görmemekte; “Medine döneminde inmiştir” demektedirler. Bence şu ayet de onlara benzemektedir: “Bana vahy edilenler içinde, şunlardan başka haram bilmiyorum: 1- Leş 2-Kan 3- Domuz eti 4- Uyduruk ilahlar adına kesilen hayvanları yemek. Bunlar murdar/pistir ve mecbur kalınca “ölmeyecek kadar yeme” ruhsatı verilir. (En'am: 145) Medine Dönemi’ne gitmeye gerek yok çünkü uydurdukları ilahlar adına kanun koyanlara Yüce Allah, Elçisi aracılığla, “baştan beri koyduğu kanunları” yinelemektedir:

1- Allah’a Ortak Koşmamak: Bu anlaması/anlatması zor gözüken bir kavram. Ben, kırkından sonra “akıl-baliğ” olabildim. Hocalarım bize putları, helvadan, tahtadan, taştan yapılmış Arabistan’lı nesneler olarak anlatmışlardı. Oysa “Kanun yapan ve yaptıran heykel” deselerdi, ne vardı?!  O hayatımızın içindeydi.

Kanun yapmak genel ve evrensel bir kavram. İslam şeriatı da kanunlardan oluşur. Kanun koyma daha doğrusu anayasa yapma hakkı Allah’a aittir. Bunu kendine has gören her kişi veya kurum Allah’ın hakkını elinden almakta yani O’na ortak olmaktadır. Enâm Suresi’nin “ana-fikri” de budur. Hani Batı kültüründe, “Allah’ın hakkı Allah’a / Sezar’ın hakkı Sezar’a” diyorlar ya. Allah’ın hakkını Sezar’a vermek, Sezar’ı O’na ortak kılmaktır. Kanunları “Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas” ölçüsünde; Kur’an ve sünnete aykırı düşmeyecek şekilde yapmak/yaptırmak, Allah’ın hakkını Allah’a vermek’tir.

2- Ana-babaya ihsan/iyilik etmek; itaat değil. Eğer itaat emredilseydi İslam olmazdı çünkü İslam “ailesine ters düşen gençler” eliyle gelmiştir. Muhammed’den başlayıp Ammar’la devam ederek…

3- Besleyememek kuşkusuyla çocukları öldürmemek. Kuşku duyanları da Allah beslemektedir ama onlar Allah’ın “Rezzak”/rızık veren” olduğu konusunda kuşku içindeler.

4- Zina ve ibnelik gibi şeyleri –açık ya da gizli- yapmamak bir yana, semtine bile yaklaşmamak.

5- Haksız yere cana kıymamak. Hak, “kısas/cana can” kavramı içinde ele alınır.

6- Yetim malı yememek ancak öksüz malını idare edecek hale gelinceye kadar yönetmek

7- Ölçü ve tartıyı tam yapmak

8- Doğru konuşmak; karşıdaki akrabası yakını (cemaati/partisi) olsa bile adaletten yana olmak

9- Yapılan anlaşma, verilen söz, yapılan yem gibi ahdedilen şeyleri yerine getirmek

Musa, İsa ve Muhammed (a.s)lara inen vahiy bilgisi, budur. “On Emir’den bahsediyorsun ama sayı dokuz?” derseniz, “Cumartesi” deyince aklınıza gelir.

“Kur’an’ın lafzı ve manası mucizedir” sözünü herkes kabul ediyor. Ramazan gelince, hatim yapmak için cayır cayır Kur’an okuyanlar sadece lafzını okuyor. Manasını yok ediyor?  Oysa Kur’an, bu ayetlerin arkasından “anlayasınız diye” (En'am: 151) “düşünesiniz diye”(En'am: 152) “sakınasınız diye” (En'am: 153) diye yineliyor. 

Neyi anlıyor, neyi düşünüyor, neden kaçınıyoruz?!

Anadilimizde, İslam’ın geliş serüvenine uygun yani "nüzul/ iniş sırası" ile okumadığımız hatimler Kadir’den önce bitse bile, duasını Cami-i Kebir’de müftü yapsa bile, yarım kalacaktır.

Hani Kuran'ın manası da mucizeydi?!

( Yarım Kalan Hatimler başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 29.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.