Halkının yüzde bilmem kaçı Müslüman olduğu
söylenen bir ülkede yaşıyoruz. Referans olarak gösterdiğimiz laikliği, Mısır tutmadı.
Biz onları ne sayarsak sayalım ama onlar bizi anlamakta –ve dahi Müslüman
saymakta- güçlük çekiyor.
Başta ben olmak üzere, biz neye inanıyoruz?
Müslümanların okuduğu ama anlamadığı Kuran’da
açık seçik olarak “Kumar, pisliktir; şeytan işidir.” yazıyor. (Maide, 90)
Kısaca haram yani yasak.
İnanmak nasıl bir şey? İnanılan bir şeyin
yapılmaması nasıl bir tutum? İnandım deyip de inanmadığı gibi yaşamak nasıl bir
durum? Yasaklanan şeyin devlet eliyle yapılması nasıl bir konum? Anlamını
anlamadan kullandığımız “paradoks” kavramı bile bundan anlamlı. Anlayan varsa –iletişime
açığız- anlatsın.
Genç
Abdal (ö:1874) 150 yıl önce ”İçi kâfir dışı Müslüman çoktur.” diyordu ama bence bunu söylemiyordu. Çünkü o
ferdi olarak, şahıslardan hareketle, toplumun bir kesimine gidiyordu. Orada
meydan okuma yoktu.
Ben, 60’lı yıllarda, o uzun kış gecesinde parasız
“tombala” oynayan, hayatta oturarak sabahlamamış köylüleri, yılbaşında çıkacak
piyangoyu radyoda dinlemek için sandalye başında sabahlayan köylüleri
dinleyerek büyüdüm.
1926’da yapılan hukukta devrimle büyük bir
kırılma noktası yaşandı. Devrimler, İslam’a ait değerleri devirerek devam etti.
Devlet öylesine “milli” idi ki piyangoya bile “milli” adını verdi. Bu millete
ait. Özel sektöre yasak olan kumar, devlet kuruluşu eliyle yapılınca serbest
oluyor. Adı da “millî” konuyor. Millî Piyango Dairesi. “Millî Kumar Dairesi”
diye algılasak bile, kumarın millî’si nasıl oluyor?!.
“Bunun millî olmadığına iddiaya varım ama İddaa’ya
yokum.” demiştim bir yazımda.(http://www.kayserigundem.com/yazi/2273-iddaaya-var-misiniz-.aspx)
Şubat- 1998’de, 4266 sayılı Turizmi Teşvik
Kanunu’nda yapılan değişiklikle, kumar Kıbrıs’a gönderilmiştir. Sanki iyi bir
şeymiş gibi… Resmisi Kıbrıs’a giderken gayr-i resmisi yeraltına çekilmiştir.
Zaten resmi kumarın bir sürü eniği var: Totosu, lotosu, ganyanı, kazıkazanı…
“Cumhurbaşkanlığı
Devlet Denetleme Kurulu (DDK), şans oyunlarını masaya yatırdı” haberi birkaç
yıl önce çıktığında “acaba?” demiştik. Halkın aklını çelen ve “köpek gibi bir
batında 9 enik yavrulayan” bu kurumda işlem hacmi küçülür mü? Ufukta bir
geminin dumanı bile gözükmüyor.
İnsanlık için “Yüksek Amaçlar” olan maddeler içinde
canı, malın, neslin, namusun, aklın ve dinin korunması maddeleri vardır.
Aklın korunması, insan beyninin pislik
fikirlerden korunmasıyla gerçekleşir. Allah Elçisi, Mekke’de, “müşrik” denilen
kimselerin kafa yapısının yürürlükte olduğu bir toplumda, temiz düşünceleri
yaymak için mücadele verdi. Müşrikler de Allah’a inanıyorlardı. Kuran-ı Kerim’de birçok yerde “Andolsun,
eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah”
derler. (Lokman, 25; Zümer, 38; Zuhruf, 9) buyurulmaktadır. Biz de inanıyoruz.
Sorun yerde değil; yerdekilerin Hayat Bilgisi’de. Bu hayat bilgisine sahip olan
müşrikler için de Kur’an aynı kelimeyi kullanmıştır. ”Müşrikler kesinlikle
pisliktir” (Tevbe, 28)
“Kumar” kelimesinin çağrıştırdığı olumsuz
anlamdan sıyrılmak için yeni kelime ve kavramlar üretilmiş; bu pislik insan
beynine sokulmuştur. İkram’dan türetilmiş “ikramiye” demiştir. “Size de
çıkabilir?” sloganı ümit halinde takdim edilmiştir. Ümit, fakirin ekmeği! Ye
babam ye!
Aklın
korunmadığı toplumlarda yanlışın doğru olarak algılanması normaldir; çünkü ölçü
bozulmuştur.
Halkın “Din-ayet”
dediği; milletin dini temsilci Diyanet ise “şeytan üçgeni” dediğimiz
“içki-kumar-zina” konusunda suskunluğunu sürdürmeye devam ediyor. Ne yapsın? O
da sistemin bir parçası. Binilen dal kesilmez ki…
Devlet
“milli” diyorsa milli. Devlet Baba’ya karşı gelinmezki…