Çocukluk
günlerimden en güzellerinin geçtiği
Gemlik’teyim , o seneler kışlar şimdikine nazaran çok daha sert
geçiyordu, hele geldiğim Kütahya’da kar
düştükten sonra yaza kadar toprağı
görmek olanaksızdı, aralıksız yağan kar toprağı örter, bazen 1 metreyi geçer,
temizlemeden sokağa çıkamazdık, damlardan sarkan buzlar, Azrail dişi gibi, neredeyse, yere kadar uzanır,
itfaiye ekipleri müessif bir kazayı önlemek amacı ile bunları kırmak zorunda kalırdı, bazen havalar
iyice soğur -23, hatta -25 dereceye kadar düşerdi.
Böylesine
soğuk bir şehirden ılıman bir iklime sahip bu güzel beldeye gelince engin yeşilin,
mavinin ve sorumsuz çocukluğun tadını çıkarıyordum, bazen sahile inip
ayakkabılarımı sandal gibi yüzdürüyor, - tabii tuzlu su ve güneş kavurduğu için- ertesi gün giyemiyor, azarlanıyordum, o
dönemde ısmarlama yapılan elbise ve
ayakkabılar pahalı olduğundan, çok zenginler hariç , genelde herkesin bir çift ayakkabısı ve bir
kat elbisesi olur, küçükler büyüklerin
ters-yüz edilmiş eski elbiselerini
giyerlerdi. Bazen de iskelede balık tutmağa çalışıyor, okul bahçesinde arkadaşlarla oynuyor, yakın
olan zeytinliklere uzanıp çiçek topluyor, çok sevdiğim yengeme armağan
ediyordum.
Hafta
sonları yengemin hazırladığı piknik sepetini yüklenip, amcamlarla, oldukça
yakın mesirelere Yıkık Manastır, Yanık Manastır, Kumla’ya gidiyor, dilek
havuzuna para atıyor, Kütahya’da saksıda zor yetişen, burada bahçeleri, metruk mezarlıkları dolduran, zakkum vs,
çiçeklerden demetler yapıyordum.
Bir
akşam amcam - Hazırlanın! sizi yarın
kiraz bayramına götüreceğim , deyince
evde bir telaş başladı, sarmalar, börekler, dolmalar hazırlandı, sepetlere yerleştirildi, erken
yatıldı, fakat heyecandan kimseyi uyku
tutmadı.
Sabahleyin
erkenden kalkıp yaptığımız son
hazırlıklar sırasında mutfaktan gelen acı bir
feryatla irkildik ,
koştuk, yengem hem kıvranıyor hem de sol ayağının kanayan baş parmağını
sıkıyordu, ne olup bittiğini,
gürültümüzden tedirgin olup saklanmağa çalışan, iri bir farenin kaçışından
anladık, ısırmış ve bir parçasını koparmıştı parmağın.
Hepimizi
bir telâş aldı, ya kuduzsa, tetanos olabilir mi? Endişeleri ile yengemi Sun’i İpek fabrikasının revirine götürdük, iğne,
pansuman vs. derken vakit epey ilerlemişti, iskeleye geldik, herkes gittiği
için özel bir tekne kiralayarak şimdi ismini hatırlayamadığım bağlık, bahçelik
bir sahile vardık.
Bizden
önce gelenler yamaçtaki manzaralı bahçelere gittikleri için sahil bomboştu, biz
de
yamacı tırmanmak üzere idik ki orta yaşlı bir teyze yaklaşıp bahçesine
davet edince amcam - Biz şöyle yukarılardan denizi seyretmek
istiyoruz ! diye cevapladı. Cevapladı
ama teyze bu defa ağlamaklı bir sesle ısrarını yineleyince babaannemin - Oğlum
belki ihtiyacı vardır, gidelim, hem beraber yemek yer, hem de biraz para veririz sevap olur demesi teyzenin bahçesine yönelmemize
sebep oldu.
Bahçe
7-8 dönüm kadar vardı ve çok güzeldi, teyze
bakımlı bir bağ evinden kilim ve minderler getirdi, koca bir tepsi kiraz
eşliğinde biri birinden güzel yemekler
ikram etti, bizim getirdiğimiz yemekler yenmedi, akşama kadar bizi nasıl memnun
edeceğini şaşırdı, büyük bir misafirperverlik örneği sergiledi, şaşırmıştık.
Ayrılırken amcam ,
baba annemin önerisi üzerine , biraz
para vermek isteyince teyze :
- Evlât
ben çok zenginim, sizi para için davet etmedim, bizim inanışımıza göre misafir
gelmeyen bahçe ertesi sene meyve vermez, herkes
yukarılara gidince ümidim
kırılmıştı, sizi Allah gönderdi, yoksa önümüzdeki kiraz mevsimine kadar çok
kederlenirdim, sağ olun! diyerek koca bir sepet kirazla bizi uğurladı.
Şimdi,
öyle sanıyorum ki bu güzel bahçeler, yazlık evlerin beton yığınları ile, tarihe
karıştığı gibi teyzenin düşünce tarzı da
yerini materyalist dünya görüşüne terk etmiştir.