“Ağlarsın da sen şimdi”
diyordu içeri giren adam,
kapıda duran genç ve güzel
kıza…
“Ağlarsın da sen şimdi”
neden söylenmişti bu laf…?
Ağlamak neden kötüydü bu kadar?
Kötüyse kendi neden ağlamak
istiyordu?
Yaralanmış bakışlarıyla,
Ölmüş bedeni, yorgun kalbiyle
nasıl bir inattı bu?
Neden sorusu neden bu kadar
beyninde yer buluyordu
Sebebini bilmediği oluşumlarda
neden kürek çekmekteydi
O denizlere aşık olmasına
karşın neden bu kadar mavi bakamıyordu?
Kız, adam ve ağlamak….
Güzel olan ne varsa alıp başını
gidiyordu
Giden şeyler zamanla
yarışıyordu..
Bir zaman galip geliyordu,
Bir de gidenler…
O gidenlerden olmak istemediği
için ağlıyordu
Bunu artık kendisi de
biliyordu.
Yaralıydı, güçsüzdü, biçareydi
Bunu artık oda hissediyordu…
Hissetmek, hissedemediğin
hisleri
Ve bu his neydi?
Namazsız bir ezanla merhaba
diyen
Ezansız bir namazla elveda
denecek bu oluşum
Nasıl yaşanmalıydı ?
Bu da bir soruydu ve sıkıyordu
adamı..
Türlü insanlarda türlü şeyleri
görüyor,
Ne varsa bildikleri yarım
kalıyordu hikayeler de,
Ama o hiç yarım bırakmamıştı
anlatacağı hikayeleri.
Yarımlık onun eşi olmamalı
derken…
Hep olamayan yarımlarda bıraktı
umutlarını.
Umuttu, mucizeydi o.
Sevgiydi, aşktı o.
Kitaptı o, okunurdu her idede.
Defterdi, karalanırdı her
gönülde..
Dost ağızlarda ıslanmış bir
nağmeydi o…
Nihavent, uşşak hicaz oldu hep
o…
“Ağlarsın da sen şimdi”
demesine karşın,
yüzüne hasret atasına;
“Palyaçolarda ağlıyormuş
öğrendim artık”
diyendi o…
acı itirafları yüzüne vurandı
o.
Kabul göremediği dünyaların
Sadece DAVETSİZ bir MİSAFİRiydi
o..
O, genç kız ve ağlamak..
Ve bir cümle daha kurdu adam,
Nesin sen? Kimsin?
Kimeydi bu soru?
Nelere imza attığını bilmeden
İlk defa fütursuzca haykırmak
isteyendi o…
Nedensiz, sebepsiz bir bakışla
baktı pencereden
Kanıyordu,
Kanatılıyordu…
“Yine de tebessüm benim
kardeşim”
deyip…salakça gülendi o.
Sorguluyordu kendini en sert
hakimin huzurunda.
Neden?
Cevap veremiyordu bu kendi
hakim olan içindeki adama..
Savcıda hakimde müşteki de oydu
…
Suçlu da o….
Bunun adına ne denir diye
mırıldanıyordu,
Kitaplar geldi geçti önünden
Yazılar okudu tarihi atılmayan
sayfalarda
Cevap dedi içindeki hakime
cevap vermek istiyorum…
HAYAT bu HAYAT
Sorgu sual kabul etmeyen,
Cevaplarını vermeyen bir testti
bu.
Şimdi yalnızdı adam…
“Ağlıyorsun işte” dedi kendine.
“Ağlıyorsun”
sen gidiyorsun ve ben kanıyorum
diyemeden
nedensiz sebepsiz değildi
yaşadıkları.
Hayat bu dedi kendine
HAYAT bu….
Aslolanın değer vermek
olmadığını savundu hep
“Değerlendirmelerin nasıl
yapıldığı önemli olan”
diyendi o.
Değerlendirilmeleri hiç
yapılmayandı ne yazık ki: O
Ve son bir cümleyle
yaşadıklarını savundu;
“Yaşanmış gerçekler yaşanmamış
hayallerden daha güzeldir”
ve Talat’ı hatırladı
Menderes’inde
bağışla beni;
Güneş batarken gölgeler büyük
olur…
O, genç kız ve ağlamak…
Bu hayattı…
Onun hiç bilmediği…
Çünkü; Gölgeler büyümüştü…
Abdullah Artaç ARSLAN - 04
Aralık 2003/Perşembe