Satı Kadının neşesi yerindeydi. Altmış beş yaşına rağmen, taze bir gelin gibiydi. Kahvaltıyı hazırlarken kendi kendine de mırıldanmaktan da geri durmuyordu.

Dün gece hep seni andım

Oturdum sana ağladım

Gidenler geri gelmedi

Geleceğine inandım…

İnandım… Sana inandım

Geleceğine inandım

Er geç buluşur sevenler

Geleceğime inandım…

            Hep senin için sarardım

Gelen gidenden sorardım

Sona erse dahi ömrüm

Geleceğine inandım…

Satı Kadınla, Genç Adam ve Ayyüce kahvaltı yaparken nereden başlayacaklarını konuştular. Evi yeniden düzenlemeleri birkaç günlerini aldı. Genç Adam iğneden iğliğe, her şeyin düzeninde elinden gelenden çok fazlasını yaptı. Ayyüce’de genç adama yetişmeye çalışıyor, şaşkınlık ve hayranlığını gizleyemiyordu. Geride kalmamak için kendini zorluyordu. Ancak akşam olup da kendini evde yatağa atınca, yorgunluğunun farkına varıyordu.

 

Bazı ihtiyaçların temini için Semerkand’a gidip gelmeleri gerekmişti. Bu yolculuğa Ayyüce‘de katılmıştı. Sabahın erken saatinde Semerkand’a trenle gitmişlerdi. Ahmet Yesevi ile Şahı Nakşibend’i Hazretlerini ziyaretten sonra, çarşı pazara çıkmışlardı. Genç Adam Özbekçeyi bir an önce öğrenmek için kendini zorluyordu. Satı Kadınla, Ayyüce yine onun başyardımcısı idiler.

 

            Genç Adam, Ayyüce’ye çok kısa zamanda Kuranı öğretmişti. Zeki bir kızdı. Satı Kadın zorlansa da, o da Kuran okuma arzusuna kavuşmuştu.

 

İlerleyen günlerde Genç Adam, sabahın erken saatlerinde çıkıyordu. Bazen çok geç saatlerde, bazen de birkaç günde bir geliyordu. Nereye gittiğiyle ilgili, önceleri hiçbir şey söylemiyordu. “Biraz işlerim var” diyerek gidiyordu.      

 

Satı Kadın genç adamın bir yanlış yapmayacağından kendisi kadar emindi. Ama yine de merak ediyordu. Bu Genç Adam nereye gidiyordu? Niçin gidiyordu? Meraklanıp duruyordu. Genç adamın ‘kendisi söylesin’ diye de sabrediyordu.

 

Ayyüce’nin merakı ise Satı Kadın’dan çok daha fazlaydı. Genç Adamın çok kısa bir zamanda Özbekçeyi de sökmüş, çok rahat konuşur olmuştu. Diğer yandan da Ayyüce’yi, Türkçeyi anlayabileceği bir kıvama getirmeye çalışıyordu. Bir akşam Ayyüce’yi ikna ederek onu Taşkent’ten uçakla İstanbul’a yolladı. Ayyüce’ye; “Ey Ayyüzlü kızım, içini bilgi ile doldur, dostlarını da bilge kişilerden seç…” diyordu Satı Kadın.

 

Ayyüce “Ben yer yurt bilmem, kaybolurum ben oralarda” serzenişlerine, Genç Adam aldırmıyordu bile… Tebessümle karşılıyordu. “Merak etme sen, havaalanından seni alacaklar, yeme, içme, yatma dâhil her şeyin ayarlandı. Bir süre orada kalman ve belirli bir eğitim alman gerekiyor” demişti. Ayyüce sevinçle hüzün karışımı arasında, kendini uçakta bulmuştu…

Ayyüce İstanbul’da sekiz ay kadar, günlük on dört on beş saate varan, sıkı bir eğitimden geçirildi. Sohbetlere, konferanslara götürüldü. İstanbul’un kayda değer yerleri gezdirildi. Ayyüce tamamen açılmış, bambaşka biri olup çıkmıştı. Ne korkuyor ne de ürküyordu artık... Zaten özden gelen bir yiğitlik ve mertlik vardı. Yılmadı… İçinden gelen cefa ve mihnetlere aldırmadı. Azim ve kararlılıkla bu eğitimi tamamladı.

 

Haziran günlerinin sonlarıydı. Ayyüce İstanbul’dan uçakla Taşkent’e dönmüştü. Satı Kadınla, Genç Adamı kendini bekler buldu. Ayyüce’ye sanki İstanbul yaramış, bir daha alımlı, bir daha güzel olmuştu. Satı Kadın “Bu Ayyüce mi gözlerime inanamıyorum?” derken şaşkınlığını gizleyemiyordu. Gerçekten Ayyüce’nin önceki haliyle şimdi ki hali arasında sanki uçurum vardı.

 

Birlikte trenle Altıgül’e döndüler. Satı Kadın yolda; “İstanbul nece bir yerdir?” diye sorarken; Ayyüce’nin gözlerinin içi parlıyordu. “Ortasından koca bir derya akan, cennetten farksız, içi insan ve araba kaynayan kocaman mı kocaman bir şehir,” diyor, anlatmalarını da bitiremiyordu.

 

Telaşeli ve mücadeleli geçecek bir hayat onları bekliyordu. Ayyüce, Satı Kadının konağını da tamamen değişmiş buldu. O da şaşkındı. Konak tamamen boyası, çatısı elden geçirilmiş, evin avlusu tamamen rengârenk güllerle dolmuştu. Evin dışı kadar, içi de pırıl pırıldı. Evin avlundaki duvar kenarlarında ardıç, iğde, çınar ve selvi söğütlerde çoktan yerlerini almıştı. Ayyüce nasıl bir sihirli elin değdiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Genç Adam gözünde birkaç kat daha büyüdü. 

 

Genç Adamı sabahın erkenden bir saatine evden alıp götürdüler. Satı Kadın “Siz kimsiniz? Niçin götürüyorsunuz?” sözlerini duyan bile olmadı. Genç Adam kendinden emin, “Muhakkak döneceğim,” diyordu. Satı Kadına bir kaygı, bir kasavet çöktü. Sanki dizlerinin bağı çözülmüştü. Olduğu yere çöküverdi. O arada yakın evlerinden birinin penceresinden, biri olanları takip ediyor. Bıyık altından da memnun oluğunu onaylarcasına tebessüm ediyordu.

 

Ayyüce kapının önünden yolu tozu dumana katarak giden aracı son anda arkadan görebildi. O da telâşe ile koşarcasına Satı Kadının yanına koştu. Ayyüce ”Satı Ana ne oldu?”  dedi. Satı Kadın, gözü yaşlı “Onu götürdüler,” dedi. Ayyüce: “Onu kim götürdü? Hem nereye götürdüler?” dedi. Satı Kadın “Bilmiyorum kızım, bilmiyorum, bir şey söylemediler,” dedi. Yeniden bir hüzün ve yeniden bir endişeli bekleyiş başladı. Ayyüce, duygularına engel olamıyordu.

Çakar’dan Akdaş’a dümdüz yol gider

                        Seven sevdiğini yitirse nider?

                        İki gözüm iki çeşme yaş benim

                        Görseler bu halde, el âlem ne der?

                       

                        Altıgül’de yollar düz mü çok düzdür

                        İnsanı kaygıya koyansa güzdür

                        Kim arar gerçeği, gören inanır

                        İnsanı yıkansa yalan bir sözdür

Eyvanda beklerim, ay yüce şimdi

O yar gelmezse, gider güce şimdi

Zordur yar yolu beklemek oy anam

Nice olur halin Ayyüce şimdi?

Aradan birkaç gün geçmesine rağmen bir ses seda çıkmamıştı. Ayyüce, “Satı Ana, Celil Semerkant’ta beni birileriyle tanıştırmıştı. Oraya giderek bilgi verelim ve yardım isteyelim,” dedi. Ayyüce Satı Kadını da alarak Semerkant yolunu tuttu.

Celil sivil istihbarat elamanlarınca Semerkant’a götürülmüş, sorgu sual bile sorulmadan içeri atılmıştı. Neden ve niçinler cevabını bulamazken, “Hakkında şikâyet var” denmişti sadece… Şikâyetin bile ne olduğunu anlayamamıştı. Geride kalanlara bir türlü, bir haber bile salma imkânını bulamamıştı. Satı Kadın ve Ayyüce’nin yıkıldıkları kaygısıyla kahroluyordu…

Celil, sanki içeriye gönüllü girmiş, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. İçeridekilerle kısa yollu tanıştı. Her vakit girdiğinde namazını kıldı. Sesli kuran okudu. İlerleyen günlerde arkasında namaz kılan çoğaldı. Kuran okumasını bilmeyip, isteyenleri Kuran okutmaya başladı. Zaman zaman sohbet ediyor, dinleyici çevresi her geçen gün artıyordu. Celil:

 

“Bizim dünyamızın ötesi aydınlıktır. Eğer karanlık olsaydı, hayat bu kadar gözyaşına veya sevgiye değmezdi. Dünyadan bizi götürmeye geldiklerinde, güven ve huzur içinde gidebiliyorsak, endişelenmemiz için hiçbir sebep yoktur. Öteki hayata inanmayanların, o hayatı yok saymakla yok olmaz. Kaçmakla hüsran yok mu olacaktır? Dünyanın ötesini göstermeyen düşünce veya herhangi bir inanış insanı ne kadar mutlu kılabilir?”

 

“Elbette ki, ölüm vardır. Öyleyse; her şeyi sil baştan düşünmeli değil miyiz? Geleceğe gözlerimizi kapamakla, yolumuzdaki çukurlar kapanmış mı olacaktır? Bu yol sadece Müslümanların değil, Hıristiyan ve Musevi hata ateistlerin de yolculuğudur. Geleceğine değer verenler, elbette bir hazırlık içinde olacaklardır. Geleceğine değer vermeyenlerin, gidecekleri yerde sermayeleri olmayacaktır. Biz kimiz? Nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Ölümden sonra bizi ne bekliyor? Geçmiştekiler nereye gittiler? Sorularının cevabını düşünmek, araştırmak ve bulmak gerekmez mi?” gibi konuşmaların ve sorulan soruların ardı arkası kesilmedi…

 

Hatta kapı gerisinden gardiyanlar da Celil’i dinliyorlardı. On beş gün kadar içeride kalmıştı. Gardiyanlardan biri Celil’i çağırdı. “Çıkabilirsiniz” dedi. Celil geri döndü ve içeridekilerle vedalaştı. Sanki bir sihirli değnekle içeridekileri büyülemişti. Son on gündür içeride hiçbir olay olmamış, bu ise gardiyanların dikkatini çekmişti.

 

Celil önce başgardiyana çıkarıldı. Satı Ana, Ayyüce ve Nazmi Bey de içeride oturuyorlardı.  “Kimsin, nesin bilmiyoruz ama on gündür seni izliyoruz. Çok rahat birisiniz. Geldiğiniz günden beri içeride hiçbir olay olmamıştır. Bundan böyle içerideki insanlara okutmak ve sohbet etmek üzere en az haftada bir gelmenizi istiyoruz. Gelir misiniz?” dedi.

 

Celil: “Bir şartla kabul ederim,” dedi. Başgardiyan merakla “Nedir şartınız?” dedi. Celil: “Bayanlar cezaevine de Ayyüce Hanım’ı kabul ederseniz?” dedi. Başgardiyan “Ben olurunu alır, size de bildiririm,” dedi.  Vedalaşarak ayrıldılar. Celil içinden “Gerçek dostlar yıldızlara benzermiş, karanlık çökünce ilk onlar gözüküyormuş…” diyordu.

 

Nazmi Bey, Semerkant’ın ileri gelenlerinden biriydi. O gece Nazmi Beyin misafiri oldular. Satı Kadın, yemekte Celil ile Ayyüce’yi evlendirme arzusunu açtı. Bu fikre Nazmi Bey ve eşi de uygun gördü. Düğünlerini de yapmak üzere söz verdi. Celil ile Ayyüce’nin yüzleri kızarmıştı.  Ne Ayyüce, ne de Celil ‘hayır’ diyemedi. Nazmi Bey, “

 

Nazmi Bey “Herkesin huzurunu kendi huzuruna tercih eden kimselere ne mutlu… Hüner sahipleri başkalarının gamını çekmekten, kendi keyiflerine bakamamışlardır. Yaptıklarınız bundan başka bir şey değildir. Bu topraklarda yaşayan insanların ışığa, nura ve aydınlanmaya ihtiyaçları vardır. Çalışkan, yürekli ve gayretli evlatlarını beklemektedir.”

 

İlerleyen günlerde Nazmi Bey, Ayyüce’yi ailesinden Celil’e istemiş, çok kısa bir zamanda ise sade bir düğünle dünya evine girmişti. Ayyüce sevdiğine kavuşmuş, Celil ise yeni bir dünya hayatına girmişti.

 

O gün Satı Kadın da her ana gibi, daha mutlu ve daha mesuttu. “Aslında mutluluk daima yakınımızda ama onu yakalamak için elimizi uzatmamız yetermiş… Başarı; istediğini elde etmek, mutluluksa elde ettiğini sevmek imiş…” diyordu. Şimdi de mutluluktan dolayı ağlıyordu.

 

 

Ant-200312


Müzik: Özbekistan'lı Gulsanam Mamazoitova "Yurt" adlı türküsü

 

( Senin Yerine Ağladım -3 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 21.03.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.