Düştük ana rahmine bir kez,
Emmeyi, yemeği, adımları öğrendik gün boyu,
Konuşunca “Artık büyüdün dediler…
Kapkara bir önlük giydirdiler
Üstüne de beyaz bir yaka taktılar,
Sonra da tahta çantayla okula bıraktılar,
Öğretmen “Ali Koş” , “Ayşe İpi Tut” diye
Öğrendik A B C ‘yi…
Seneler geçti, atladık sınıfları tek tek,
“Türküm Doğruyum, Çalışkanım, Yasağım…” diyerek
Çocukluğumuzu yaşamadan,
Girdik dükkân kapısından
Gece, gündüz demeden
Çalış Babam Çalış, kaçamak top oynamalarda.
Kömür karası ince bir bıyık burun altında
Kuş uyandı, ne çabuk!
Hem okudum, hem çalıştım
Bezende kaydık hayatın, o çetin yokuşundan
“Artık delikanlı oldun” dediler,
Tüfeği sırtladık “Yaylalar! Yaylalar”ın sert adımlarında…
Bitmez dedik, çay demlemelerinde yirmi ay,
Sonra bulduk kendimizi tekrar “Baba Ocağı”nda
Dedik ki Vay Vay!
Gece oldu, gündüz oldu,
Yine çalış babam çalış!
Aşk da lazım dı bu hayata
Söyledim bir kıza “Merhaba”
Özledik bir birimizi gurbet mektuplarında
Sonra bulduk kendimizi nikâh masasında,
Şaşkınca bindi hayatın yükü omuzlarıma,
Çalış, babam çalış!
Sabah kravat, kışın ceket,
Müdürler olmuş berbat,
Akşam dönüş heyhat!
Sabah git, akşam gel,
Akşam gel, sabah git,
Cumartesi/Pazar yan gel yat!
Pazartesi sendromu dediler
Üç kuruş maaş verdiler,
Onu da; yakacak, telefon, elektrik,
Birde maaşın yarısı kira,
Yiyeceği de sen ara.
Otur kâğıt dolu masaya,
Amirler olmuş sana bir hava,
Boğdururlar Aslanı kediye,
Katlandık “ekmek derdi” diye.
Yıllar sonra bir kol saati ile uğurlanırsın,
Birkaç saksı çiçek ve anılarla…
Gece yat, sabah kalk,
Verirler iki kuruşluk emekli maaşı
Başka ne işe yarar ki?
Sürün babam sürün!
Gemiler yol alıyor limanlardan,
Neyse ağzımı bozmadan
Ayrılayım huzurunuzdan…
Ertuğrul Erdoğan
Ağustos 2011