Her ne kadar, şu
an baskıda olan anılar kitabımı güncelleyip genişletsem de bazı çağrışımlarla
yeni yeni anlatımları hatırlıyoruz. Unutulmaması ve gelecek kitaplarda yer
edinmesi için yazıyla buluşturuyoruz.
Atalarımız, Klan tipi geniş aile misali; 1940’lı yıllarda daha geniş tarımsal imkân
ve yaşam alanı umuduyla, Trabzon, Sürmene ilçesinden, Samsun, Bafra ilçesi,
Nebiyan Dağı bölgesi, Alaçam Köyü’ne yerleşmişler. Merhum Babam da, çiftçilik
uğraşı yanında, Darboğaz Köyünde terzilik yapıyormuş.
O zamanlar terzilik değerli ve ustası az olan bir meslekmiş. Şimdi konfeksiyon
üretim piyasaya hâkim olduğundan, sökülen bir pantolon paçasını bile evinde
kendi imkanlarıyla diken aile sayısı da azalmıştır. Evimizde her dönem, her
türlü dikiş makinesi bulunduğundan, basit tamirat tadilat işlerini de
yapabiliyordum. Hatta kısa dönem askerlik görevimde, terzihaneye görevli kimse
çıkmayınca;
komutanın sözünü hiç unutmam: “Yahu size takım elbise diktirmeyeceğiz, eli
iğne, iplik, makas tutan, makine kullanabilen kişiler gelsin”
Köy ortamında; oğul, gelin ve torunlarıyla yaşam
mücadelesi veren merhum dedem çok becerikli ve gayretli bir insanmış. Bugün
böyle bir insan becerisi ve gücüne rastlamak çok zordur.
Köy halkının, un öğütmek için değirmeni olan köylere saatlerce yol yürüdükten
sonra ulaştığını görünce, kendi çabalarıyla köyde su değirmeni dahi yapmış.
Bu ve benzeri bilgileri, hafızası çok kuvvetli olan annem anlatırdı hep. Hatırımda
kalanları yazmaya devam edeceğim. Rahmetli dedem, zaman zaman Çalışmak için
Rusya’ya da gidermiş. İyi bir taş örme ustası olduğundan, Samsun, İlkadım
ilçesindeki Atatürk Heykelinin zemin inşaatında da çalışmış.
Annemin anlattığına göre; üç gelin oturmuşlar bir sofra
başına, hamurdan yapılmış, yufka haline getirilmiş makarnayı kurutmak için,
bıçakla ince ince kesiyorlarmış. Aile büyük olunca, hamur da büyük oluyor tabi.
Üç kişi de olsa, ince ince doğramak bir hayli vakit alıyor. Fakat gelinler bunu
dert edinmiyor, aceleleri yok, hem muhabbet edip, hem de sofra başında makarna
kıyıyorlar.
Belli bir süre sonra aynı işlemle, gelinlerin günü
öldürdüklerini gören dedem, kızmasa da;
“Nedir bir hamurun başında günü geçiriyorsunuz, o hamuru
size kısa sürede makarna yapıp vereceğim” der. Odun kesmekte kullandığı
baltasını iyice temizler, ucunu biletir.
Uygun bir kütüğün üzerinde, yufka şeklindeki hamurları kısa sürede baltayla
makarnaya dönüştürüp
teslim eder. Gelinlere zaman kazandırır, onlar da başka
acil işlerle meşgul olurlar.
Yani merhum dedem, yıllar önce otomasyon ve inovasyonu
keşfetmiş doğrusu. Zamanın imkân ve şartlarını iyi değerlendirmiş.
Ne zor şartlarda yaşamış Anadolu insanı değil mi?...
Bugün yüz adım yürümeyi, evin çöpünü atmayı, marketten gidip ekmek almayı bile zor
iş olarak kabul eden gençlerimiz var. Teknolojinin kazandırdığı zamanı,
insanlık adına değerlendirmekten aciziz.
En büyük kırılma, yıkılma, dağılma noktamız burası.
Nasıl aşarız derseniz, “hepimiz dert edinip gündeme alırsak” derim.
Şen, esen, mutlu ve huzurlu kalın.
Samsun, 13.08.2023
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr