Bin dokuz yüz seksen üçün Ağustos otuz biriydi.Aziz ilkokul dördüncü sınıfı başarıyla bitirmiş yine ailesi tarafından takdir edilmişti. Ataerkil yaşadıkları evde üç kardeşin en büyüğü o olduğu için her işi ona yaptırırlardı.Hem hızlı hem becerikliydi. Ona bu durumunu her defasında  söyler gaza getirirlerdi. O da buna sevinsin mi üzülsün mü bilemezdi. Annesi son kardeşine hamileyken o gece sancıları artmış ve  rahatsızlanmıştı.

Babası ve Aziz tuttukları taksi ile Annesini Erzurum'a götüreceklerdi. Çok zor ve sıkıntılı bir yolculuk sonrası şehre vardılar. Hastane işlemleri yapılan annenin  yatışı sağladıktan sonra derin bir oh çektiler. Doktorun söylemesine göre  birkaç gün burada kalacaklardı. Hastane için gerekli malzeme almak için çarşıya indiler. Bu Aziz’in köyden ilk dışarı çıkışı ve ilk şehir görüşüydü. Ağustos  bitmiş  Eylül’e merhaba demeye hazırlanıyordu  Erzurum. Yapraklar şimdiden hüzün rengine bürünmüş yerlerde gazeller uçuşuyordu. Üç saatlik yolculuk ve hastane işleri derken  epey yorulmuş ve acıkmışlardı. Aziz ilk defa babasıyla  lokantada yemek yiyecekti. Bulundukları çarşıda adım başı  lokanta görmüşlerdi. Aziz, her lokantanın önünden geçişte iyice acıktığını hissediyordu.Babası belliki bildiği bir yere doğru gidiyordu. Kongre Caddesi Nazik Çarşıya geldiler.Köşe başında duran geniş ve  temiz bir lokantaya girdiler.Beyaz gömlekli, siyah pantolonlu garsonlar oradan oraya koşuşturuyorlardı. 

İçlerinden biri onlara yaklaşıp ;

“Hoş    geldiniz, buyurun “ dedi ve yer gösterdi. 

Garsonların davranışları Azize garip  geliyordu. “Taam efendim,  peki efendim!”

 ilk defa bu kadar büyük bir yere gelmenin heyecanıyla yemeğini nasıl yedi  bilemedi. Kadayıf dolmasını bitiremedi bile çayını zar zor  içti. Babası sigarasından son fırt alıp  Azize dönerek;

 “Gel seni biraz gezdireyim!” dediğinde dünyalar onun olmuştu. Bulundukları  yerin isminin “Gürcükapı” olduğunu söyledi babası. Burada yollar bir kaç taneydi. Yukarı doğru çıktıkça heyecanı artıyordu. Babası ona gördüğü her tarihi binanın ismini söylüyor binayla ilgili bir şeyler anlatıyordu.

“Bak oğlum bu gördüğün hanın ismi  “Kuruhapan”  az ilerideki şu taş binanın ismi  ise “Taşhan” “ dedi. Burada Oltu taşından tespihler ve süs eşyaları yapılır. Onları yapan ve satan ustalara ait  dükkanlar var burada. Bu bina Osmanlıdan kalmadır.  Sağ tarafa geçip biraz ilerleyince at kestanesi ağaçları içerisinde çok güzel bir cami gördüler. Taş merdivenle aşağı indiler.Tek minareli ama çok büyük bir camiydi. Duvarında “Lalapaşa Camii” yazıyordu. Babası tam ismini söyleyecekken “Okudum Baba “ dedi. Heyecanına ortak olan ve alttan alttan gülen babasının gülüşüne ortak oldu. Babası Azizi kendine doğru çekip başını bağrına yaslandırdı ve şefkatle okşadı. Bu babasının onu ilk sevme anıydı.Dedesigille birlik yaşadıkları için bu sahneleri hayal bile edemezdi.
Babasına doğru bakarak; 

“Baba seni çok seviyorum” dedi.

O da Aziz’in gözlerinin içine baktı ve gülerek cevap verdi.

“Ben de seni”

İçeriden güzel Kur’an okuyan hocaların sesi geliyordu.Şadırvana doğru yöneldiler.Abdestlerini  alıp  tazimle camiye girdiler. Aynı kıyafeti giymiş yedi sekiz beyaz  takkeli hoca hep beraber ilahi okuyorlardı.Bugün adeta Aziz’in  ilkler günüydü. Caminin içi ışıl ışıldı.İç kubbenin tam ortasından kalın zincirlerle asılı kocaman bir avize vardı. Köyün camisine hiç benzemiyordu. Hocalar, dizleri üstüne oturmuş  ilahi okuyorlardı. Şaşkınlıkla bir onlara bir etrafa bakıyor iki de bir babasının dizine vurarak  “ Bu kim, bu ne?”  gibi soruları peşpeşe soruyordu. Babası sağ elinin işaret parmağını dudağına götürerek “Sus” işareti yaptı.İçi içine sığmıyordu . Ya hocalara ne demeli  her biri birbirinden güzel nağmeler çıkarıyor insanları mest ediyorlardı. İçine tarif edemeyeceği güzellikte huzur sinmişti Azizin.

Mikrofonu önüne çeken sakallı ve daha yaşlı olan Hoca güzel sesiyle Mevlid okumaya başladı.

“Mefharı mevcudat Hazreti  Fahri Âlem  Muhammed Mustafa ra selavat”

Tüm cemaat  duyulacak seste Peygamber Efendimize selavat getirdiler.
Güzel sesli Mevlidhanlar coştukça coşuyor sedalarıyla camiyi inletiyorlardı. Cemaatte onlara uyup coşa geldiler. Hatta içlerinden biri  “Allllaaaahhh” diyerek yüksek sesle bağırdı.Aziz ilk defa böyle bir şeye şahit oluyordu.Hem  garibine hem de hoşuna gitmişti.
Süleyman Çelebi’nin yazdığı ve “Vesiletün Necat” “Kurtuluşa Vesile” ismini verdiği Naatı Şerif yüzyıllardır bu topraklarda okundu, okunuyor,  okunacaktı da inşallah. Halk arasında kısaca “Mevlid” olarak bilinen bu eseri Aziz yıllar sonra  mesnevi türü bir şiir olduğunu  öğrenecekti. 


“Allah adın zikredelim evvela
 Vacip oldu cümle işte her kula 

 Allah adın her kim ol evvel ana
 Her işi asan eder Allah ãna 

Allah adın olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaz o işin sonu...

Cami çıkışı lokum,kağıtlı şeker ve gül kolonyası tutmuşlardı. Aziz lokumu yerken bir ilk daha yaşıyordu.
Babası kafasına koymuştu kızı olursa ismini “Vesile” oğlu olursa”Mevlid” koyacaktı.

Ve Mevlid doğmuştu.














( Mevlidin Doğuşu başlıklı yazı AZİZ REMZİ tarafından 6.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.