.
Evinin kapısı güm güm vurulduğunda, henüz kalkmıştı akşam sofrasından Mefkûre hanım.
Yalnız yaşayan bir kadındı ve o saatte birinin gelmesine de hiç alışık değildi. İçinde çarpan bir kuş kanadı, gidip kapının arkasında durdu ve seslendi.
-Kim o?
-Hanımefendi açar mısınız kapıyı dedi gür sesli bir adam, Askerlik Şube Başkanlığı’ndan geliyoruz.
Mefkûre hanımın yüreği ağzına geldi anında. Bu saatte niye gelmiş olabilirlerdi ki! Bir eli göğsüne bastırıp diğer eliyle kapıyı usulca aralayarak baktı. Gerçekten de kapısında birkaç asker ve bir komutan duruyordu.
Sokağa kaydı gözü bir ara, ne kadar kalabalıktı öyle!
Askeri araçlar, tepesinde kırmızı mavi ışıkları dönmekte olan bir de ambulans görünce “Hayırdır” dedi içinden “Ne oluyordu dışarıda böyle? Niye toplanmış bu insanlar kapımın önünde?
Daha bunlar henüz zihninden geçmişti ki, bir ateş düşüverdi içine.
Oğlu Kaya askerliğini komando olarak yapıyordu doğuda. Daha bir kaç gün önce konuşmuşlardı. “Annem seni bir süre arayamazsam sakın merak etme” demişti, operasyona gideceğiz. Birliğe döner dönmez ararım ben seni!”
Heyecandan eli ayağı buz kesmişti. Aklına gelen başına gelmesin diye askerlerin gözlerinin içine bakıyordu.
-Hayırdır” dedi komutan, yanlış mı geldiniz acaba?
Öyle desinler istiyordu içi zira. Bu tarz sahneleri televizyonda çok izlemişti. Şehit haberlerini alıp da kendini yerden yere vuran anaları, içindeki yangına rağmen Vatan sağ olsun diyerek ayakta dik durmaya çalışan babaları.
“Oğluma bir şey olmadı değil mi? Komutan! Kötü bir haber falan getirmediniz değil mi?”
-Metin olun hanımefendi. Size bu haberi vermek kolay değil, biliyorum. Ancak oğlunuz Kaya bu vatan toprakları için şehit oldu!
Mefkûre hanım üzerinde pazen elbisesi, ayağında terlikleriyle sözlerin gerisini dinlemeden fırladı evinden dışarı.
Önüne geleni var gücüyle ite ite yardı kapısında toplanan kalabalığı. Erkek kuvveti bile yetmedi durdurmaya, çılgınlar gibi koşmaya başladığında.
Orta yaşlarda olmasına rağmen nasıl bir çeviklikti bu, peşinden koşturanlar sokağın sonunda ancak durdurabildi Mefkûre hanımı.
Terlikleri ayağından çıkmış, tabanlarına batan taştan topraktan topukları da yara bere içinde kalmıştı. Ama yüreğinin acısından gayrı hiçbir acı hissetmiyordu.
Bırakın beni diye çırpınırken, daha fazla diremedi ve kolundan tutanların kucağına yığılıp kaldı.
***
Gözlerini açtığında kolunda serum, topukları sarılı bir hastane odasında yatıyordu Mefkûre hanım.
Kaya’sını ilk kucağına aldığı gün, İlk okula başladığı ve üniversiteden mezun olduğu günler, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden.
Ana oğul neredeyse hep birlikte geçirmişlerdi mutlu, mutsuz anlarını, ta ki bugüne gelene kadar. Çünkü evin babası yıllar önce bir kadına kapılıp gitmişti evlerinden.
Vatani görevine uğurlamak için arkasından bir maşrapa su dökerken "Sağ salim evine dönesin inşallah yavrum” dualarını sıraya dizerek, gözyaşlarını içinde gömdüğü o gün, daha dün gibiydi sanki.
Her şehit haberi duyduğunda o anne babaların acısı, evlerine düşen ateş onu da yakmış, nice göz yaşları akıtmıştı. Şimdi onlardan biri de kendisi mi olmuştu!
Keşke tüm yaşananlar bir rüya olsaydı. Ya da bir kâbus razıydı. En azından gözünü açtığında her şey eskiye dönerdi. Ancak kapı açılıp bir doktorla birlikte evinin kapısında gördüğü komutan da odaya girince biricik oğlunu, onun yaşam kaynağı Kaya’sını yitirdiğini artık iyice anladı.
Komutan, Mefkûre hanımın yatağına yanaştı.
-Metin olun hanımefendi” dedi. “Acınız büyük. En az bizlerde inanın sizin kadar üzgünüz. Ama size söz veriyorum, kanı yerde kalmayacak şehidimizin!
Nasıl olacaktı ki bu? Sonu gelmiyordu şehit haberlerinin. Sonunda evladını da almışlardı işte.
Mefkûre hanım uzanıp komutanın bir kolunu sıkıca kavradı.
-Yaralı, yaşıyor demenizi çok isterdim, komutan” dedi. “İçimin yangınından anlıyorum, biricik oğlum şehit oldu benim. Ama lütfen bağışlayın vatan sağ olsun demeye de varmıyor dilim!
Cenaze töreninde olabildiğince metin olmaya çalıştı Mefkûre Hanım. Sakindi, ağlamıyordu, Kaya’sına, biricik yavrusuna layık bir şekilde bitirmeyi bildi bu resmi veda törenini. Evine taziyeye gelenler görüyordu içinde kopan fırtınayı.
O acı ki izleri saçlarından dışarı vurmuştu kendini. Gri olan kıvırcık saçları bir gecede pamuk gibi bembeyaz olmasıyla, onu tanıyan herkesi hayrete düşürmüştü.
O günden sonra hayata küstü Mefkûre Hanım. Genelde ihtiyaçları dışında evinden dışarı çıkmadı. Bir daha ne gülümsediğini gören, ne de tek kelime konuştuğunu duyan olmadı.
Her şeyi gözleriyle anlattı, ta ki bu dünyadan göçüp gidene kadar.

***
( Mefküre Hanım başlıklı yazı KRISTAL tarafından 22.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.