O anda dedenin kulaklarına çok derinden geldiğini duyumsadığı bir ses daha geldi. Bu ses ona ısrarla, durmamacasına “ Yeni insan henüz doğmadı” şeklinde en az onlarca kez tekrar edildi. Doğal olacak, ilkin, dedenin çok tuhafına gitti bu ses.
Kendi kendine “ Halla halla yeni insan nasıl henüz doğmadı, olur mu böyle bir şey? Yeni insan doğmadıysa ben neyim. Yoksa kendini insan sanan başka türlü bir yaratık mıyım. Düşündüklerim yanlışsa bunu bana durmadan ilahi bir vahiymişçesine terennüm eden kim. Yok eğer söylenenler doğruysa, daha doğrusu ben yanlışsam şimdiye kadar yaşadıklarım, çocuklarım, torunlarım ne türlü yaratıklardı? Şeklinde rüya aleminde oldukça uzun sayılabilecek bir zaman diliminde kendini, yaşadıklarını, şeceresini bilebildiği, hatırlayabildiği ölçüde sıralamaya bu girift bilmeceden bir çıkış yolu bulmaya, en azından belirsizliklerin doğurduğu vicdani muhasebeyi ortadan kaldırmaya, o ana kadar önemini kavrayamadığı özüne kavuşmak için sabırsızlıkla didiniyordu.
Çıkış yolu, cevap olanağı bulamadığından olacak kendisine bu tuhaf mesajı veren yarı insan, yarı bitki ve hayvan siluetlerini andıran, canavar demek için belki erken olacak nesne ile muhabbet etmeyi tek çıkış yolu olarak düşündü.

“Nasıl yani, yeni insan nasıl henüz doğmadı bu sözünüzle ne demek istemiştiniz? Doğrusu bana çok şaşırtıcı geldi bu ifadeniz. Ne demek yeni insanın henüz doğmaması?” Kendisine yöneltilen belki de çok haklı sayılabilecek bu suali tekrar tekrar her sorulusunda cevapsız bıraktı rengini meçhule boyayan nesne.

Daha çocukluğundayken köyün medresesinde öğretilen “lem yelid ve lem yuled” ayetini hatırladı.
"Acaba doğmamıştırın yanına doğurmamıştırı da ekleyebilir miyiz?" Kulağıma fısıldanan bu belirsiz ses bana bunu mu anlatmak istedi. Bir an vücudunu hafif bir soğukluk kapladı.
Yok yok çocukluğunda yaratıcıyı tanımaya başladığı günlerde buna benzer sualleri sormak hemencicik orada yaşlı köy heyetinin nazarında kesin karara bağlanarak infaz edilir ve bu infaz en hafif müeyyidesiyle köyden kovularak veyahut da dışlanma ile sonuçlanırdı.

Kısaca safiyane duygularla, sadece merak gidermek için söylense de bu sözler, kesinkes, hiçbir biçimde affedilmezdi. Bunu var olan yaratıcıya değil, sadece gökyüzünün, birkaç insanın ve hayvanın bulunduğu bu coğrafyada kendi geleneklerine göre elbise giydirdikleri tanrıları için yapıyorlardı. Kısacası, adeta içlerindeki cehaleti, yaşanmamışlıkları, ezikliği, ezilmişliği; kendilerini her konuda tanrıları, kendi özel tanrıları adına söz sahibi kılarak gidermeye bir nebze de olsa yatıştırmaya, uyutmaya çalışıyorlardı.
Büyük bir boşluğa düşer gibi düşündü kendisini. O belirsiz sesler boş bir kovada yankılandığında zihninin ve aklının duvarlarına durmadan çarpıp geri dönüyordu ve her geri dönüşlerinde de bu sesler kıyıya çarpan, kıyıdan kum koparıp sonrasında denize salan dalgalar veyahut da yatağını, debisinin akışkanlığı oranında kazıyan, söken sularmışçasına bir şeyleri, zihninin, hayallerinin, çocukluğunun ummanlarında kaybettiriyordu kendisine. “Yeni insan, yeni insan! Kim olabilirdi, kimdi. Acaba bu “yeni insanı” görebilecek miyim’?

Az sonra her zaman olduğu gibi-uykusunun en derinindeki hallerinde hep olduğu üzere- gerçek insan siluetleri, hadiseleri belirmeye başladı. Milyonlarca kadın, rahimlerinde milyonlarca ceninle belirdi kendisine toprağın bağrına düşen milyonlarca hatta milyarlarca tohum gibi. Ama bir şey vardı bu ceninlerin döl yatağında serpilip büyümelerine engel. O şeyler de ellerine en ağır silahları geçirmiş askerlerdi.
Bu askerler kumanda edilmiş, oracıkta belirsiz yerlerden, kendisinin bile kestiremediği yerlerden gelecek komutları beklercesine kendilerini pür dikkat kadınlara kilitlemişlerdi.
Yeni insan, birkaç annenin rahminde kımıldanmaya başladı az sonra. Ne olduğu anlaşılmadan o anda doğacaklarken gizli bir güç tarafından hemencecik doğdukları yerde, analarının rahminde infaz ettirildiler. Bir, iki, üç derken sancılar gittikçe çoğalmaya çoğaldıkça da infazlar artmaya başladı. Olan bitenlerden bir şey anlamamıştı henüz dede. Bu kadınlar kimlerdi, kimleri gebe bırakmışlardı kendilerine ve doğacak olanlar yani bu çocuklar kimlerindi?

Yine dikkatinden kaçmayan diğer bir husus da bunca olan bitene karşın, evladını yitiren onca ananın varlığına karşın en ufak bir sesin, çığlığın, ağıtın çıkmamasıydı. Bütün bu olan bitenlerden, belirsizliklerden gayri onu bu durum, sessizlik hepsinin, her şeyin çok üstünde endişelendirmişti. “Bunlar ne biçim annelerdi. Yüreklerini ne ile dokumuşlardı böyle? Bunca yitip kaybettirdiklerine en ufak bir ses dahi çıkaramıyorlardı.” Diye de söylendi kendi kendine rüya aleminde de olsa.
Belirsizlik, kayıp, sessizlik... gittikçe artıyor ve daha endişe verici bir boyuta
ulaşıyordu. Dedenin bilinçaltında donup kalan bu yaşam karesini ancak yeni bir rüya, sahne giderebilir, ortadan kaldırabilirdi.
Bu içgüdüyle olsa gerek yatağında bir sağa bir sola birçok kez dönüp durdu. Bu davranışı gözün göremediği durumlarda torbanın dibinde kalabilecekleri silkeleyen, böylelikle yaptığı işin son halinden emin olmak isteyen insanların davranışlarını anımsattı kendisine.

Nihayet bu esnada bir çığlık koptu. Dede, bu sesin geldiği yöne çevirdi bakışlarını. Bir çocuk doğmuştu, bir çocuk… Hazırlanan bütün tuzakları yararcasına annesinin kucağında, yaşama atılmanın içgüdüselliğiyle durmadan, adeta kulak zarlarını yırtarcasına ağlıyordu, ağlıyordu. “Yeni insan bu, yeni insan bu!” diye haykırdı dede.

Kendi soy kütüğünü, yaratıcının elindeki defterden görürcesine. Bu yeni insan, bir kurtarıcı. Bu sahne bu yeni insan daha büyük kurtarıcıları, peygamberleri hatırlattı kendisine.
“Demek tarih de büyük doğum sancılarına gebe. Demek ki yaratıcı yeni insanları, büyük insanları ve peygamberleri yaşadıkları toplumların sancılarını gidermek için adeta ebe vazifesiyle görevlendirmişti.

Bu sesler, dedenin ruhuna bilemediği, kestiremediği, kontrolünün çok uzağında peşi sıra gelmeye devam ediyordu.
( Dedenin Yeni İnsanı Arayışı başlıklı yazı atilla-can tarafından 11.03.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu