Ortaokula
yeni adım attığımız yetmişli yıllarda, merhum Aziz Nesin ve o zamanki Gırgır
Dergisi sayesinde düzenli kitap ve dergi okumaya da başlamıştık. Babamızdan ve
annemizden aldığımız harçlıkları hafta sonunda mahallemizdeki kitapçıdan kitap
almak için gözümüzü kırpmadan elimizden çıkarırdık. O zamanki birçok arkadaşım
harçlıklarını top almak ya da değişik değişik oyuncak almak veya sinemaya
gitmek için kullanırken bizler de kitaplara yatırırdık. Tabi ki harçlıkları ile
başka başka şeyler alan arkadaşlarım, bizlerin kitap almasına ölü yatırım gözü
ile baksalar da bizler hiç öyle düşünmüyorduk. Aldığımız ve okuduğumuz
kitapların yıllar yıllar sonra bize, yol, su elektrik olarak dönmese de; bilgi,
kültür, olgunluk ve terbiye olarak döneceğini biliyorduk...
Saftık, kötülük bilmeyen temiz çocuklardık, herkesi kendimiz gibi bilirdik,
çünkü rahmetli babamızdan, annemizden öyle terbiye almıştık. Emanete hıyanet diye
bir şey yazmazdı bizim kitabımızda. Arkadaşlarımızdan bir şey aldık mı zamanı
gelince geri vermesini de bilirdik. Adı ne olursa olsun ister kaset, ister
kitap, isterse ödünç para...
Düzenli kitap aldığımı ve onları okuduğumu anlayan bir takım arkadaşlarım,
artık cebinde paraları olmadıklarından mı, yoksa benim kitapları gözlerine
kestirdiklerinden mi ya da beni saf kendi halinde bir çocuk bildiklerinden mi
devamlı benden kitap istemeye başladılar. Düşünüyorum ''Versem mi vermesem mi,
versem zamanında geri getirirler mi, yoksa üstüne mi yatarlar, yatarlarsa zaten
bir daha geri almam imkânsız ama iyi niyetliyimdir, arkadaşlarım yapmaz bana
bunu, çok da fakir değiller ne de olsa.'' İşte böyle bir sürü düşünce kafamda
gidiyor geliyor, kafamdaki soru işaretleri birbiri ile çarpışıp kaza
yapıyorlardı...
Sınıf arkadaşıma vermişim zamanında iki Aziz Nesin bir Orhan Veli kitabı.
Aradan epey vakit geçmiş ''Oğlum İsmail getirsene benim kitapları, birini zaten
hiç okumadan sana vermiştim.'' İsmail'in yüzü bile kızarmaz. ''Vallahi Ahmet'çim
ben senin kitabı apartmanda hoşlandığım bir kız vardı, o istedi dayanamadım ona
verdim.'' aha al başına dert ölür müsün öldürür müsün? ''Ya arkadaş benim sana
emaneten verdiğim kitabı nasıl başkasına verirsin.'' En ufak bir mahcubiyet
yoktur arkadaşımda. ''Ya Ahmet'çim ince iş işte kızla takılıyoruz dayanamadım
verdim sen affet.'' Hasbinallah ve nimel vekil, la havle ki hem bir daha la
havle...
Yine başka bir gün değişik bir arkadaşıma hem Aziz Nesin hem de o zaman çok
popüler Cem Karaca kasetini vermişim. Zaman epey geçmiş, haliyle isteyeceğim ''
Birader benim şu kitapla kaseti getirsene bir zahmet.'' bu da aynı havalarda,
değişik yalanlar üreten cinsinden.'' Ya sorma birader geçen pazar pikniğe
gittiydik sen gel kale kapısı gibi kapısı olan eve hırsız gir, evi darmadağın
et, sonrada kitapları kasetleri al git, olacak iş değil olacak iş değil.'' Ben
de yedim bu numaraları hayretlerim tavan yaptı ''Ulan geri zekâlı eve hırsız
girse bile kaset ile kitabı ne yapsın yükte hafif paha da ağır ne varsa onu
alır hırsız bey'' diye hem sinirleniyorum hem de içimden yüzüne karşı söylenip,
sunturlu küfürler savurup duruyorum.
Başka bir gün sınıf arkadaşım Zeki'ye vermişim yine güzel kitaplarımdan bir kaç
adet. Zaman epey geçmiş ve hâlâ kitaplarım arkadaştan pasaport ve vize alıp
geri gelememiş. Dönmüşüm arkadaşıma ''Oğlum Zeki sen de iki üç tane kitabım
vardı niye getirmiyorsun hırbo getirsene.'' Zeki biraz başını, az buçuk
mabadını kaşır, ben tahmin ediyorum ne palavra atayım Ahmet'e diye düşünüyor.
''Ya Ahmet'çim sorma küçük kardeşim ev de oynarken onları yanlışlıkla sobaya
atmasın mı, rezil oldum dedim içimden Ahmet arkadaşıma, yenisini alıp vereyim
desem harçlıklarımdan, arkadaşım da anlayışlıdır canın sağ olsun der geçer diye
düşündüm.'' Yahu bu Zeki benim bildiğim tek çocuktu ne zaman kardeşi oldu bunun
ki? Off kii offf! Vah benim canım kitaplarım!!!
Böyle işte bizim kitapların başından geçen ilginç hikâyeler ki birçoğunuzun da
başına benzer olaylar gelmiştir mutlaka. O arkadaşlarımın adını bile anmak
istemiyorum artık. Benden uzak Allah'a yakın olsunlar...