Efendim, Şeyh Şazeli’den bu yana hakkında söz söylenmiş, değişik rivayetler bulunan kahve hakkında haddimiz olmayarak biz de  birkaç kelam edelim dedik. Kahve, acısından haz alınan efsanevi içecek… Şarkılarda güfte, şiirlerde dize olmasının yanında hatırının kırk yıl buğu buğu tütmesi ayrı bir husus. Yaklaşık 600 yıldır bilinen dilber kahve. Kah Leylin koynunda Leyla, kâh hayallerde Belkıs.

                  Rivayete göre kahvenin usaresini ilk keşfeden keçiler ve onların vasıtasıyla keçi çobanları olmuş. Her ne kadar adı Yemenle  bütünleşmiş olsa da kahvenin asıl ana vatanı Habeşistan (Etiyopya)imiş. Dağda sürülerini otlatan çobanlar, hımbıl hımbıl duran keçilerin bir ağacın meyvesini yiyince canlanıp hareketlendiğine şahit olmuşlar. Bu ağacın meyvelerinden toplayıp Şeyh Şazeli’ye götürmüşler. Şeyh Şazeli çobanların getirdiği kahve çekirdeklerini  suda kaynatıp aramasını beğeneli nice zaman geçmiş. Kahve ilk içildiğinde kahve adı henüz literatüre girmediğinden bu gizemli içecek bir müddet Şazeli diye anılmış.

                   Habeşistan’dan Arap Yarımada’sına geçtikten sonra, Arapça rayiha(koku)anlamına gelen kahva sözcüğü  hoş kokusuna istinaden bu içeceğe isim olagelmiş. Başka bir  rivayete göre de Habeşistan’da kahve yetişen bölgenin adı Kaffa’dan gelmiş olabileceği söz konusu kahve adının.

                   Kahveye, kahve sözcüğünün yanında  değişik coğrafyalarda moka, coffe, kave, kafes, cafe ve benzeri sözcükler de ad olmuş. Her millet kendi damak tadına uydurmak için bir hayli çaba harcamış bu nadide çekirdeklerin kavrulmasıyla elde edilen meşrubatı.

                  Bizse dudakla kahve arasındaki ilintiyi gönle dahi dahil etmeyi başarmışız  millet olarak. Yerine göre, vefasız sevgiliye sitem etmişiz “Bir fincan kahve olsam kırk yıl hatırım vardı. Ömrümü sana verdim beni sevsen ne vardı…” demiş bir gönlü kırık. Türk halk şiirinin her pınar başında gördüğü Türkmen güzeline dil döken Karacaoğlan’ı da kahveye değinmeden geçememiş, şöyle seslenmiş sevgiliye “Bana kara diyen dilber/Kaşların kara değil mi? /Ağalar beyler içerler kahve de kara değil mi?” Bir başka bestekâr, “Senin en güzel yerin kahve rengi gözlerin/ Sanki bir nur bir pınar, Ruhuma neşe sunar kahve rengi gözlerin.” sözleriyle dil dökmüş.

                  Yazının girizgâhında rivayet de olsa, tarihçe-i kahveden bir nebze bahsettik. Kahve mükeyyifattan sayılır mı sayılmaz mı bu yazımızın konusu o değil. Bu mevzuyu kısmetse başka bir yazımızda ele alacağız naçizane. Bu itiraftan sonra kahveyle ilgili başka hususları dile getirmeye devam edelim.

                   İnsanlar, kahveye öylesine bel bağlamışlar ki mırranın acısında acılarını hafifletmeyi, kahvenin telvesinde yarınlarına dair izler bulmayı denemişler yıllarca ve literatüre kahve falı diye bir fal bakma şekli girmiş. “Fala inanma ; ama falsız da kalma.” sözünü diline pelesenk eden insanlar, fağfuri bir fincanın dibindeki telveye ümidini teslim etmeyi yeğlemiş. Telvenin ikliminde ümidini demlemiş.

                   Anavatanı Habeşistan’dan  yola çıkan hoş rayihalı nazenin  kıtalar dolaşarak bütün dünyaya yayıldıktan sonra, her coğrafyanın damak zevkine göre işlenmiş değişik lezzetler elde edilmiş. Artık klasik anlayışın dışına çıkılmış. Eski kahve kültürü yaşatılsa da. Yeni ve modernize edilmiş mekanlarda daha farklı kahve sunum ve içim şekilleri keşfedilmiş. Sıcağına alışkın olduğumuz kahvenin sıcak ve  soğuk olarak  filtre edilmiş hâllerde da ikram edildiği yeni yeni kahve mekanları da kahve severleri ağırlıyor artık. Gün geçtikçe kahveye olan ilgi ve sevgi çeşitlenerek devam ediyor. Kahve günlük hayatımızda bir nefes alma, dostlarla birkaç kelam etme imkânını sunamaya devam ediyor günümüzde de.    

                 Bu satırları karınca kararınca karalayan bendeniz  bir çay tiryakisi olsam da kahveye olan aşinalığımın yabana atılamayacağı kanaatindeyim. Yazmak ve okumak mevzubahis ise veyahut bir nebze keyif babında cezveye ve fincana dem dem merhaba demişliğimiz vardır. Kitap ve kalemin olduğu mekanda kahvenin yeri yadsınamaz. Kahve içmek incelik ve zarafet ister. Her ne kadar bizim hatırımızın gölgesi kahvenin hatırına yetişemese de kahve ile olan aşinalığımızı şiire ve yazıya dökmenin hazzını yaşamayı kimse elimizden alamaz. Nefes alıp verdiğimiz sürece kahveyle şiiri buluşturmayı vazife addettik. “Bir fincan kahve olsam, Sevgili yudumlasa, dudağında hüznümün izi kalsa kırk sene.”

Ankara,18.05.2015 İbrahim KİLİK 

( Kahve Mukaddimesi başlıklı yazı İbrahim Kilik tarafından 18.05.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu