Lise çağların dayız. Yetmişli yıllar yurdumuzda anarşinin tavan yaptığı zamanlar.
Sağcı ve solcu diye adlandırılan gençler sokaklarda birbirlerini öldüresiye
dövüyorlar, acımasızca birbirlerine kurşun sıkıyorlar. Bin dokuz yüz altmış
sekiz ve seksen yılları arasında beş binden fazla gencimiz hayatını kaybetti.
Çok acı yıllardı. Gerçekten bir daha hiç kimsenin anımsamak istemediği çok acı
yıllar. Her iki gruptan da birçok gencimiz hayatlarının en verimli çağlarında
ceza evlerinin, o soğuk, insana tiksinti veren duvarları ile tanışmak zorunda
kaldılar...
Lise 1. sınıfta gümlemişiz. Sınıf tekrarı yazılmış alnımıza. Okul başladıktan
bir müddet sonra, aksilik bu ya sarılık hastalığına yakalandım. İlaçtı,
doktordu derken, bir ay kadar okula gidemeyeceğim, ev de istirahat verdi canım
cicim doktor. Kesinlikle dışarı çıkmakta yok. Ancak dinlene dinlene geçermiş bu
illet hastalık. Tüh ki tüh! İki gün sonrada cumartesi, kızın biriyle
randevulaşmıştık, sinemaya gidecektik. Ne yaparım ki ev de sıkıntıdan
patlamaktan başka? Yat, kalk, yemek ye, uyu, tekrar yemek ye, evin içinde
hapishane voltası at, duvarlar ile konuş, onlar cevap vermesin sana, yine
sinirden patla bir kez daha. Ufff ki ufff!!! Homurdanıyorum ve burnumdan ve
dahi her bir tarafımdan soluyorum sizin anlayacağınız...
Hastalanmadan önce, geçenlerde sokakta mızıka çalan bir çocuk görmüştüm. Nasıl
da güzel çalıyordu kerata. Ben de denesem mi? Nasıldır ki kolay mıdır acaba
çalması? Yattığım yerden anneme seslenirim ''Anne dışarı çıktığın zaman
alışverişe, bizim cadde de müzik aletleri satan bir dükkan var, oradan bana bir
mızıka alsana azar azar ev de dımbırtadayım ha ne dersin?'' Anne oğlunun
dediğini yapmaz mı, oğlan zaten ev de hasta yatmaktadır, o kadar nazı da
çekilsin artık. ''Tamam Ahmet gidince alırım bir ara.'' Bir müddet geçer ve
onun ile ilk karşılaşmamız gerçekten heyecan vericidir. Yıllardır birbirine
hasret iki sevgilinin kavuşması gibi adeta. Kutusundan çıkardıktan sonra,
çalmayı denemeden önce üç beş dakika incelemem lazım bu mereti. Kafamdan neler
geçiyor neler. Hele bir de güzel çalarsam mahallede ki bütün kızlar, başta
Aynur olmak üzere, Canan, Neşe, Tilbe bana hasta olurlar. Sonra değmeyin
keyfime. Kursu mursu yok mudur bunun? Bu aleti çalmasını çok çabuk öğrenmem
lazım benim. Yoksa da kendi kendime deneyip bir şeyler yapacağız. İşte o tarihi
an ve hayatımın ilk parçası, dudaklarımın onun ile ilk buluşması gerçekten
muhteşem. Üç beş dakika içinde çıkar parça. Bende de ne kabiliyet varmış be.
Çok da meşhur sıkı bir parça, zamanın da çocuk listelerini alt üst etmiştir
mutlaka, birçoğunuz bilirsiniz. Sıkı durun söylüyorum ''Bak postacı geliyor,
selam veriyor, herkes ona bakıyor merak ediyor.'' peşine bir meşhur parça daha
bu da müzik listelerini alt üst edeninden ''Neşeli ol ki genç kalasın bu dünyadan
da zevk alasın.'' O sıralar tek dinleyicilerim annem, babam ve kardeşim. Mini
halk konseri mi demeli, yoksa oda müziği mi bilemedim? Ha babam de babam uğraş
dur Ahmet bu güzel ve nazik alet ile. Nasıl olsa aramızda bir muhabbet ve sevgi
bağı oluştu her ne kadar o cansız bir nesne olsa da...
Ama bu böyle gitmez. Bak postacı ile neşeli ol ki kesmez artık seni Ahmet
''Daha güzel ve uzun parçalar çalmalısın'' diye kalbimden ve beynimden
geçiriyorum.
Nasıl olsa uzun süre evden çıkamayacağım. Her gün değişik parçalar deniyorum.
Aaa bir de baktım bir gün ''Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında sevişmek
ah ne hoştur yıldızların altında'' Hadi Ahmet olacak bu iş derken, beş on gün
sonra hatırı sayılır miktarda Türk Hafif Müziğinden ve Türk Sanat Müziğinden
parçaları mütevazı repertuvarıma almıştım. Şimdilerde de kendi çapımızda bir
şeyler dımbırdatıyorum benim değişmez dinleyicilerim karım ve çocuklarıma. Ya
Mert, neredesin, atla gel oğlum gitarını alıp da bir Ankara'ya iki muhabbet
edelim iki çalalım söyleyelim özlettin kendini. (Mert benim teyze oğlu, İnşaat
Mühendisi, o da gitar çalar bir araya gelirdik çok sık eskiden o gitar ben
mızıka öyle alıp başını giderdi hem şarkılar hem de bizler.)
O yıllarda ki okul günlerimde belki bir ay gibi bir zaman okuldan, derslerden
uzak kalmıştım hastalığım dolayısıyla ama işte bu ağız armonikası yani mızıka
çalma işi o hastalık sayesinde yaşamımda yer etmişti. Eskisi kadar çok sık
çalmasam da dudaklarımız birleşir zaman zaman konserlerime kimseler gelmese de
seviyorum onun dudaklarımla buluşmasını...