12. Bölüm

Arabada derin bir sessizlik vardı.  Baş komiser Zülfikar, verilen adrese son sürat gidiyordu. Kimlerle, neyle karşılaşacağını bilmiyordu ama bilinmezliğin ortadan kalkacak olmasından dolayı da huzurluydu. Bu süreçte geçmişine dair soracağı birkaç soru olacaktı. Elim bir suikastte kaybettiği anne babasının hesabını sorarken, arkasında hissettiği gücü hep merak etmişti. Gizli bir elin onu hep koruduğunu hissediyordu. Tam o sırada başı önde, yerinde sakince oturmakta olan Duygu’nun sesi duyuldu.
- Amirim muhbirin ben olduğunu nereden anladınız?
Baş komiser Zülfikar, başını çevirmeden cevapladı.
- Birkaç şey etkili oldu. Kameradaki son görüntü de her şeyi açığa çıkardı.
Duygu masum bir çocuğun suç işledikten sonraki tavrına bürünmüştü.
- Nasıl yani baş komiserim?
Gözünü bir an için yoldan çevirip sinirlice Duyguya baktı.
- Anlatacağım, sabret...

Duygu bir şey daha sormadı. Verilen yere iyice yaklaşmışlardı. Nasıl irtibat kuracaklarını bilmiyordu. Verilen bilgi, kendisiyle irtibata geçtiklerinde onlar olduğuna emin olacağıydı. Yine de Duygu’ya sormadan edemedi:
- Nasıl gelirler Duygu?
-Bilmiyorum baş komiserim.  
Duyguya kızsa mı, kızmasa mı kestiremiyordu. Tam o sırada arkalarında siyah bir panelvan bitiverdi. Işıklarını yakıp söndürerek durmalarını işaret ediyordu. Anlaşılan irtibata geçmişlerdi. Arabanın hızını düşürdü, sağ şeride yanaştı ve durdu. Yanına yaklaşan aracın kapısı açıldı ve maskeli biri aşağıya indi. Elinde daha önce gelen mektuplarda gördüğü amblemin yer aldığı siyah renkte ipek işlemeli bir mendil vardı.
- Buyurun efendim, gidelim. Büyük Üstad sizi bekliyor.
İrtibat kurulmuşu. Şüpheye mahal verecek bir şey yoktu.
- Gidelim dedi sessizce...
Maskeli;
-Efendim, aldığım emirler gereği gözlerinizi kapatmak zorundayım. Lütfen yanlış anlamayın.
Yapacak bir şey yoktu. Maskeli elindeki siyah mendille gözlerini usulca bağladı. Arabaya bindirdi. Dümdüz olan yolda, sallantı bile olmuyordu. Arabanın içi ise, besbelli dışarıdan gelecek sese karşı izole edilmişti. İçeride ise çok hafif bir tonda mehter marşı çalıyordu. Ne kadar gittiler bilmiyordu. Nihayetinde arabanın yavaşladığını hissetti ve bir süre sonra araba durdu. İki koluna giren iki süvari, onu arabadan indirip götürmeye başlamışlardı. Yaklaşık iki yüz adım kadar attıktan durdu. Bir el gözlerini açtı.

Kısa bir karartıdan sonra etrafını izlemeye başlamıştı. Geniş bir salonda bulunuyordu. İçerisi meşalelerle loş bir şekilde aydınlatılmıştı. Salonun muhtelif köşelerinde muhafız oldukları her hallerinden belli olan adamlar bulunuyordu. Salonun tam karşı ucunda arkası yarı dönük şekilde bir adam dikiliyordu. Elindeki kâğıtlara göz atıyor ve sanki kendisi orada hiç yokmuş gibi davranıyordu. Bir an için ne yapacağını bilemedi. Başını geriye çevirdi. İki muhafızın ortasında, ayakta dikilen Duygu’yu gördü. Başı önde bekliyordu.

Bir süre sonra elinde kâğıt olan adam, ağır adımlarla kendisine doğru ilerlemeye başlamıştı. Yaklaşan yüz, bir tanıdığı çağrıştırıyordu. Adam başını elindeki kağıtlardan kaldırınca anlamıştı ki, bu uzun zamandır, bir cinayet ve bir öldürmeye teşebbüs suçundan dolayı aradıkları Semih Baydan’dan başkası değildi… 

13. Bölüm

Şaşkındı. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bir an için bilemedi. Uzun zamandır aradıkları ve elle tutulur bir ipucuna rastlayamadıkları bu adam, şu an karşısındaydı. Eli gayri ihtiyari, silahına gitti ama yerinde yoktu. Tam o sırada;
- Zülfikar Bey, sakin olun. Sizi buraya konuşmaya ve gerçekleri anlatmaya çağırdım. Silahınıza geçici bir süre el konuldu. Lütfen aklıselim davranın.

Yüreğinin bir yanı adalet duygusunun gereği olarak, her ne pahasına olursa olsun Semih Baydan’ı yakalamayı emrediyordu. Bir yanı ise; olayların iç yüzünü öğrenmesi için sabretmesini… İşi ağırdan almalıydı. Şayet anlatılanlar, şüphelerini gidermeye yetmezse, sonu her ne olursa olsun, mücadele edecekti.

-Zülfikar Bey, buyurun oturalım.
U şeklinde geniş bir masada karşılıklı oturdular. Masanın üzerinde hayli kalın bir yekûn tutan dosyalar mevcuttu. Anlaşılan anlatacakları çok şey vardı. Onlar anlatmaya başlamadan sorularını sormalıydı.
- Neden açığa çıkmaya karar verdiniz?
-Bunu soracağınızı tahmin ediyordum. Teşkilat Sultan Muradın emri ve Büyük Üstad Hacı Bayram Veli Hazretlerinin tasarrufunda kuruldu. Anadolu’nun birliğini ve kurulmaya çalışılan düzenin devamını esas alan teşkilat, o yıllarda ve sonrasında çok önemli işler başardı. Yirminci yüzyılda maalesef devletin istenilen düzeyde olmadığı anlaşılıyordu. Teşkilat içerisinde de bu durum hissediliyordu. Malumunuz sonraki yıllarda Devleti Ali Osmanî tarih sahnesine karıştı ve Ankara merkez olmak üzere, yeni bir devlet kuruldu. Bu süreçte teşkilat, kendi iç dinamiklerini yenilemekle meşguldü. Eskiden kalma bir takım özellikleri bünyesinden ayırıp, yeniden yapılanmaya başladı. Bu süreçte olayları perde arkasından irdeliyor ve güç topluyordu. Ama maalesef bu sürecin ilerleyen yıllarında gelen darbe ortamı teşkilatın üstadını ipe götürdü. O zaman anlaşılmıştı ki, ülkenin ipleri tam olarak bizim elimizde değildi ve içeride bize karşı mücadele eden bir yapı mevcuttu. Bu duruma karşı keskin bir çare lazımdı. Teşkilat kararını verdi. Yapının kara kutusu Selahattin Adil Baydan başa getirildi. Bu zat yarım asrı deviren bir sürece liderlik ettikten sonra, vefat edip Tanrı Dağına yürütüldü. Bu süreçte, teşkilat üç farklı nesilden üç kişiyi imtihana soktu. Teşkilata liderlik edebilecek kabiliyeti ortaya çıkarmak adına ortaya inanılmaz bir oyun kuruldu. Hem düşmanlarımıza kudretli bir oyun oynandı, hem de bundan sonraki süreç için liyakat şartı öne sürüldü. Allaha şükür, tüm oyundan yüzümüzün akıyla çıktık. Bir zamanlar büyük babanızın sergilediği muhteşem oyun gibi…
- Nasıl yani?
semih Baydan dosyaların birinden bir resim çıkardı.
-Bu resmi hatırlıyor musun?
Baş komiser Zülfikar Gündüz kendisine uzatılan resme şaşkın şaşkın bakakalmıştı. Bu uzun süredir görmediği ve katledilen anne babasının vefatından sonra kısa bir süre kendisine bakan dedesinin resmiydi. Tıpkı anne babası gibi yüzü hafızasından hiç silinmemişti.
- Evet dedemin resmi bu.
-Doğru. Deden Melik Gazi Gündüz, teşkilatın verdiği ünvanla kıdemli savaşçılardan yani delilerdendi. Ama maalesef oğlunu ve gelinini bir suikastte kaybedince, açığa çıkmamak adına seni yetiştirmesi için Yusuf Muhsin’e teslim etti. O sıralar dokuz yaşındaydın. Sana yapılan telkinle iyi bir eğitim almaya yöneltildin. Gerek yakın dövüş, gerekse de silah noktasında çok iyi bir noktaya geldin. Nihayetinde şu anda ki konumunla teşkilata farkında olmasan da hizmet ediyorsun. Ama artık aydınlanmanın zamanı geldi.
- Dedem sizden miydi?
- Evet, bu da dedenin imzası…
- Peki dedem yaşıyor mu?
-Sen yirmi dört yaşında giriştiğin mücadeleyi hatırlıyor musun?
- Evet, annemin ve babamın intikamını almaya heveslenmiştim. Öldürülmekten son anda kurtarılmıştım.
- İşte o mücadelenin perde arkasında deden vardı ve eğitimin iki sene daha devam edip bittikten sonra, senin önünü açan oydu. Hatta en yakınlarında olan.
- Dedem yaşıyor mu ???
- Evet, yaşıyor ama burada değil, yurt dışında başka bir görevde. Seni de bu olayın içine çekmeye sebep olan oydu.
- Nasıl?
- İki sene önce Ankara’ya atandın. Birkaç zaman önce bu hadise patlak verdi ve cinayetleri incelemeye başladın. Tüm uğraşlarına rağmen, bir netice elde edemiyordun. Ama gayretin ve resimlerdeki ipuçlarını takibin şaşırtıcıydı. Nihayetinde seninle konuşmaya karar verdim. Bu kararı almamda teşkilatın yeni yapılanması da etkili oldu. Bir de ülke içerisinde yapılanan şebekeyi ortaya çıkarmalıydım.  Böylece teşkilat yeni bir sürece girdi. Artık devletin bir parçası olmak gerekiyordu. Çünkü sistemin içine hükmetmediğin takdirde, başkaları olayları istediği gibi şekillendiriyordu. Senin gibi aslında teşkilatın yetiştirdiği ama teşkilata hizmet ettiğini bilmeyen otuz üç kişi, bugün teşkilatın bünyesine dâhil edildi. Her sektörde ve her alanda teşkilatın evlatları, milletle beraber devletin asıl sahibi olmaya adım attı.
-Tüm anlattıkların şu an benim için pek bir şey ifade etmiyor. Gerçekleri bana belgelemen gerektiğini anlıyorsun sanırım?
- Elbette. Hatta istersen son olayla başlayalım. Tek kurşunla öldürülen ve uluslararası şer şebekesi olan Ay Tanrısı Teşkilatına çalışan Yasemin Ak’la…
- Ay Tanrısı Teşkilatı mı?
-Evet.  Bu da kadının teşkilata çalıştığını gösteren belgeler. Oysa kadın ne kadar masum gözüküyordu gözünüz de dimi…

( Geçmişinden Ne Getirdin 6 başlıklı yazı Süvari İzci tarafından 15.06.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu