Tüm perdeler kapalıydı. Bir martının
nağmeleriyle uyanan yaşlı adam öfkeyle martıyı kovduktan sonra perdeyi
aralamaya başladı. Yüzüne çarpan güneş ışığı yıllardır yüreğinde sakladığı
karanlığa son vermek için elinden geleni yapıyordu. Güneş ışığına daha fazla
dayanamayıp yorgun kollarıyla perdeyi kapatan yaşlı adam, mutfağa doğru
ilerlerken gözü baba yadigarı altın kaplamalı aynaya takıldı. Sanki sihirli bir
aynaya bakıyormuş gibi heyecanla baktı aynaya.Daha dün bu ayna karşısında komik
tiplemeler yapan çocuk, şimdi aynada ki görüntüsünü bile zor seçiyordu. Aynada
ki bunağı gördükten sonra iştahı kaçan yaşlı adam," Beyaz Atım"
dediği bastonuna tutunarak sahilde yürümeye karar verdi. Kapıdan tam çıkacakken
yerde siyah kaplı bir defter olduğunu fark etti. Sayfaları yıpranan bu defterin
hatıra defteri olduğunu anlayınca, defteri masanın üzerine fırlattı. Her gece
tekrar tekrar okuduğu bu defter geçmişten kalan tek sığınağıydı."Zaman
Tüneli" olarak adlandırdığı defterini yıllardır yanından hiç ayırmamıştı.
Koca bir ömrü taşıyan o siyah kaplı defter onun her şeyiydi. Geçmişi unutmaya
çalışarak kendini dışarıya attı. Kapının kapanmasıyla herşeyin biteceğini
düşünmüştü ama her kelimesi ezberindeydi, siyah kaplı defterin. Yaşlı adam bir
yandan adımlarını hızlandırmaya çalışırken, diğer yandan da bastonuyla
konuşurcasına "Haydi beyaz atım ha gayret" diyerek yalnızlığını
bastonuyla paylaşıyordu. Hemen sahile inmesi gerekiyordu. Eğer gecikirse
mahalle çocuklarının oyuncağı haline geleceğini biliyordu.Mahallelinin serseri
gözüyle baktığı yaşlı adam, sabahın ilk ışıklarıyla evden ayrılır, gecenin geç
saatlerine kadar da dönmezdi. Bir kaç hayır severin yardımıyla yaşamını
sürdüren yaşlı adam, tek çareyi deniz kenarında bulurdu. Yıllardır dostu olan
denizden başka kimsesi yoktu. Bütün derdini denizle paylaşır, dalgalarla
tartışırdı.Denizden başka kimse onu sıkılmadan dinlemezdi. Kimse onun kadar
denizle anlaşamazdı. İnsanların ona serseriymiş gibi bakmasındansa denizin
hırçın dalgalarının yaramaz çocuklar gibi oynamasını izlemeyi tercih ediyordu.
Ayaklarının arasında oynayan bir yumuşaklık fark edince, yaşlı adam aniden
korkmaya başladı. Aşağıya baktığında o korkunun yerini küçük bir tebessüm aldı.
Anlaşılan bu kasaba da sadece kendisi yalnız değildi. Bu duygu biraz da olsa
rahatlatmıştı onu. Beyaz tüylü, sevimli, yavru bir köpek ayaklarının arasında
oynuyordu. İlk başta köpeği korkutmamak için hareketsiz bekledi. Sonra
dayanamayıp kucağına aldı. Çok sevmişti köpeği ama yalnızlığına bir ortak
eklemek istemiyordu. Yaşlı adam yavaşça denizden uzaklaşmaya başladı. Ama
köpekte arkasından geliyordu. Ne kadar kovsa da köpek çok ısrarlıydı. Yaşlı
adam köpeğin masum bakışlarına daha fazla dayanamayıp köpeği kendine dost
edindi. Köpeğin ismini Garip koydu. Artık Gariple beraber hatıra defterini
okuyor, bütün vaktini gariple geçiriyordu. Komşuların getirdiği yemeğin
yarısını gariple paylaşıyordu. Zaman ilerledikçe yaşlı adam hayata daha sıkı
tutunmaya çalışıyordu ama giderek yaşlanan vücudu buna engel oluyordu. Geçmişi
düşündükçe ağlamaya başlıyor, artık son günlerini yaşadığının farkına
varıyordu. Zaten ölmek istiyordu, daha fazla dayanamazdı bu çileye ama artık
bir dostu vardı. Ya o ölürse Garip ne yapardı? Hayat deniz kenarıyla ev
arasında geçmek bilmiyordu. Bir gün çocuklar deniz kenarında oynarken acıyla
havlayan bir köpek sesi duyup, sesin geldiği tarafa doğru ilerlediler. Olayı
gören çocuklar, hemen ailelerini çağırdılar. Adamlar olay yerine geldiklerinde
bir kayanın yanında acıyla havlayan bir köpek ve köpeğe sımsıkı şekilde sarılı
halde can veren yaşlı adamı gördüklerinde göz yaşlarına hakim olamayıp, hemen
polisi aradılar. Garip'i hayvan barınağına bırakıp, yaşlı adamı da araştırmaya
başladılar.Barınakta hüzünden hiç yemek yemeyen Garip açlıktan hayata gözlerini
yumarken yaşlı adamın kim olduğunu öğrenen mahalleli yaptıkları hata yüzünden
günlerce yas tuttular. Yaşlı adamın evinde büyük bir kütüphane ve defterler
dolusu şiirlerle karşılaşan mahalleli yaşlı adamın hatıra defterini okuduklarında,
eskilerin en büyük şairlerinden biri olduğunu anladılar. Çocuklarını ve eşini
trafik kazasında kaybeden üstat, bu acıya daha fazla dayanamayıp bütün
varlığını satarak bu deniz kıyısına yerleşmişti. Deniz kıyısında acısını şiirlerle
gidermeye çalışan üstat, bu yalnızlığa daha fazla dayanamayıp deniz kenarında
dünya'ya gözlerini kapatmıştı. Bir serseri gibi karşılanan, çocukların alay
konusu olan üstat, öldükten sonra şiirleri dilden dile yayılmıştır.