Eskiciden bir palto aldım. Dükkan sahibi elimdeki kağıda bakıp, tozlu kolilerin arasından soluk kırmızı paltoyu hiç zorlanmadan çekip çıkardı.  Adamın huzur veren ve sürekli gülümseyen yüzüne bakıp ,teşekkür edebildim sadece. Oysa sormak istediğim çok soru vardı; dilim böyle tutulmasa.
  

Tam yedi yıl oldu. Aynı cenderenin içinde dönüp duruyorum. Tüm ruh doktorları bir bir dolaşıldı bu süreçte. Koca kadın olmuş, ama hâlâ sokakta yürüken kaybolmamak için annesinin eteğini tutan çocuklar gibi ürkektim hayata karşı.

Trajediyle biten bir evliliğin ardından, toparlanmak için baba evine dönmüş ama  garip  bir yaşamın içine düşmüştü.
 
Annemin, koca dayağından kalma ruh yaralarımı iyileştirme yöntemleri ,doktorlarınkinden biraz farklıydı. Her gün bir başka üfürükçünün tuhaf kokularla ağırlaşmış ,garip objelerle doldurulmuş odalarında  buluyordum kendimi. Kim nereye çekse ,oraya gidecek, afyonlu bir beynim vardı bu aralar. Farkında olmak en kötüsüydü belki de. Bilerek tepkisiz kalmak, üzerimde gezdirilen tütsülere.
 
 
En son gittiğimiz bir erkekti. Çok anlatmışlar anneme. O da yol boyu bana anlattı. Söylediklerinden hiç biri aklımda yer etmedi tabi. Bu kadar safsatanın baş rol oyuncusu olmak  yeterince can sıkıcıydı zaten.
 
 
Bir an önce olsun bitsin ,hangi otu hangi okunmuş suyla karıştıracaksak öğrenip gidelim diye düşünürken ; yaşı hemen hemen bana yakın ,genç bir adam belirdi karşımda. Otuz beş ya var, ya yok. Yumuşak yüz hatları olan ,sevecen  bakışlı  bir adam.
 

Kağıda bir şeyler yazıp, elime tutuşturdu. Neredeyse hiç konuşmadık. Tek bir cümle kurdu, ve beni uğurladı. ''Bu adrese git, elindeki kağıdı ver.'' Hepsi buydu işte.


Çıkar çıkmaz kağıdı açtım. Annemin meraklı sorularına kapalıydı kulaklarım. Ne olduğunu anlamaya çalıştığım kağıtda, bilmediğim bir dilde üç beş satır yazı vardı. Sadece adres okununabiliyordu. İstiklal bulvarı 6664 sokak.Eskici Mahmut...

Ve şimdi, benden daha yorgun olduğu ağırlığından belli ,bu kırmızı palto ile eskiciden uzaklaşmış, bir bank'a oturmuştum. Oturmak diyemeyiz aslında buna. İlişmiştim kıyısına sadece, tıpkı  hayata olduğu gibi...
 
 
 
Neden bu paltoyu almıştım?  Niye o eskiciye bunun ne anlama geldiğini sormamıştım? Bu kağıdı bana veren adam neyin nesiydi öyle? Ben bu parkta neden oturuyordum? Sorular. Sorular. Sorular. Beynimde dönüp duran sorular.
 
 
 
Tüm soruları soluk kırmızı paltonun cebine tıkıştırıp, karşımda dingin duran, insan yapımı gölü seyretmeye başladım. Paltodan gelen rutubet kokusu, zihinimi açmaya başladı sanki.
 
 

Gözlerimi kapatıp, doğayı dinliyordum sadece. Yaratıcıdan bir mesaj, bir güzel söz belkide. Yaşamaya dair bir sebep, arlığıma bir neden ...


Gözümü açtığımda bankta yalnız değildim. Bu kağıdı bana veren ,adını bile bilmediğim o adam, yanımda oturuyordu. Nedense bir heyecan kapladı bedenimi. Sorularımın muhatabı geldi işte. Sanırım bu yüzdendi.
 

Şimdi öğrenebilirdim  bu paltonun hikayesini. Onca zaman sonra ilk kez içimde yaşama isteği vardı. Hem de bunu eski bir palto sağlamıştı. Öğrenmek istiyordum ,üzerime sinen bu rutubet kokusunun bana neden iyi geldiğini. Öğrenmek istiyordum, bu palto daha önce kimindi? Öğrenmek istiyordum, bir palto beni hayata bağlayabilir miydi? 

 

 

 

 

( Rutubet Kokulu Bir Palto başlıklı yazı GülşenKAZGIN tarafından 2.10.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.