Bazen hiç bir şeyi taşıyamaz insan. Bir toz zerresi dokunsa yüreğini, onu bile kaldıramaz olur. Sadece bir köşeye çekilip donakalmak ister. Ve hiç bir kimse tarafından görülmemek, sorulmamak, neyin var denilmemek..

Otuz iki yaşındaydı. Bir kaç zaman öncesine göre hayatının baharındaydı. Her şey onun için vardı. O var olduğu için. Dünya zevk almak için yaşanılacak muhteşem bir lunaparktı. Rengarenk ışıklarıyla cezbeden ve kendine çeken bir lunapark. O lunaparkın içinde bulunan her şey, ona hizmet ediyordu. Onun mutluluğuna çalışıyordu. Oysa şimdi. O lunaparkın tüm ışıkları kapanmış ve o cıvıl cıvıl hayat köhne bir yapıya dönüşmüştü. Dünya cazibesini kaybetmiş bir yosma gibiydi gözünde ve içinden lanet etmediği gün yoktu...

Ne olmuştu da yıkılmıştı her şey birden bire... O uğursuz anı hatırladıkça kendini kaybediyor denilebilirdi. Nasıl olur,nasıl olur diye defalarca sormuştu kendine ve neden ben diye. Hiç bir cevap bulamıyordu. Koca bir hiç. Manasız bir duygu yoğunluğu ve nefretti kafasının içindekiler.

Her zaman ki arkadaşlarıyla takıldıkları mekana gitmek için ayrılmıştı evden. Gırgır, şamata yol almışlardı. Kan kardeşi –yoldaş derdi ona- Bora, Ersin ve iki de kız arkadaş vardı. Yol boyunca yoldaş takılmıştı ona. Hatta bir ara:
- Ne oldu ortak, kaçırmışsın kızı yanından.
Geçen akşam takıldıkları kızı diyordu. Her zaman ki boş boğazlığıyla konuşuyordu yine.
- Kaçırmadım, sabah uyandığımda yoktu..
- Tabi tabi diyordu Bora ve o hınzır gülümsemesiyle sırıtıyordu.
Hafif fısıltıyla;
- Kızlara ayıp oluyor ama dedi...
- Sen boşver onları, ama neyse ben bunun hesabını sorarım sana...
- Sor yoldaşım dedi, başını diğer tarafa çevirdi.

Kızlar arabada -arkada- gerçekten de hiç umursamıyor gibiydiler. Kendi aralarında fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar, arada bir şuh kahkahalarla gülüyorlardı. Nihayetinde takılacakları bara gelmişlerdi. Arabayı bir yere parkettiler. Farkına varmadan bir üçüncü kız peyda oldu. Esmer, güzel bir kızdı. Arkadaşlarıyla sarılıp öpüştüler. Yoldaş tanıştırdı sonra onları. Arabadaki kızları tanıyordu zaten ama bu kızı ilk defa görüyordu. Sermindi ismi. Burak dedi. Elini uzattı. Nazikçe el sıkıştılar. Yoldaş ve Ersin arabadaki kızlarla girişe doğru yol almışlardı. Sermine kavalye olma onun hakkıydı o zaman..
- Buyrun Sermin Hanım dedi. Beraber yürümeye başladılar..

O gece geç vakitlere kadar eğlendiler. Bu süre zarfında Sermin’le bayağı içli dışlı olmuşlardı. Barda içeceklerin biri gidiyor, biri geliyordu. İyice sarhoş olmuşlardı zaten. Artık kalkalım dediler. Hesapları ödeyip, bardan çıkmak üzere merdivenlere yöneldiler. Ne olduysa orda olmuştu. Bir anda patlayan silahlar ortalığı cehenneme çevirmişti.

 Kendini bir duvarın arkasına atmak istedi ama boynundan gelen sıcaklığın etkisiyle kendinden geçti. Gözlerini bir hastanede açmıştı. Yoldaş yanıbaşındaydı. 
-Ortak gideceksin öbür tarafa dediler, korkuttun bizi.
 - Ben mi? dedi.. Gülümsedi... 

Şakalaştılar biraz. Onları karşısında görünce keyfi yerine gelmişti sanki.
 -Sarı kafa napıyorsun, Ersindi. Ona öyle takılırdı. Bu arada Sermin’de burdaydı.
- Geçmiş olsun dedi Sermin..
- Teşekkür ederim sağolun..

Doğrulmak istedi biraz. Kımıldayamıyordu. Ayaklarını, kollarını oynatmak istedi. Yapamıyordu.
- Yoldaş, kaldırsana şu üzerimdekileri, hareket edemiyorum...
- Ortak yatmana baksana sen, niye rahatsız oluyorsun ki.
- Ya yoldaş anlamıyor musun beni, kalkmam lazım...

Tam o sırada kapı açıldı, doktor göründü. Arkadaşları doktorun arkasından dolanıp usulca odayı terketmişlerdi. Doktor gülümseyen bir yüzle,
- Nasılsnız Burak Bey?
-İyiyim doktor bey de, şu üzerimdeki yorganı kaldırsanız daha iyi olacağım, hareket edemiyorum..

Doktor yanına yaklaşıp,
- Burak Bey üzülerek söylüyorum, bir süre böyle yatacaksınız...
- Nasıl yani, diyebildi..
- Bunu söylemek çok zor biliyorum ama, maalesef boynunuza isabet eden kurşun sinirleri zedelemiş ve bu da geçici bir süre hareket edememenize sebep oluyor.

Ne demek oluyordu bu şimdi... Boyundan aşağısı felç miydi şimdi..

- Ne demek bu doktor diye haykırmaya başladı. Felç miyim yani ben şimdi..
- Maalesef Burak bey.. Ama lütfen üzülmeyin.. Geçici bir rahatsızlık bu, yapılan tedaviyle sağlığınıza kavuşacaksınız.

 Bir ay kadar hastanede kaldı. Bu süre içerisinde arkadaşları zaman zaman yanına uğrayıp, istediği bir şey var mı diye soruyorlardı. Hiç bir şey istemiyordu. Sadece onlar biraz daha kalsınlar istiyordu ama bunu dillendiremiyordu. 

Bir gün yoldaşa sordu olayı. Neden patlamıştı o silahlar.
Bir hesaplaşma dedi yoldaş. Haraç için mekana gelenlere kapıdakiler engel olunca, gelenler kapıdakileri vurup, sıka sıka girmişler. Üç ölü, yedi yaralı..

 Şansına mı yanmalıydı, kadere mi sövmeliydi bilemiyordu. Hastaneden çıkalı altı ay olmuştu. Doktor geçici demişti ama geçmiyordu. Artık hayata dair, umudunu kaybetmişti. Hiç bir şeyin anlamı yoktu. Oynayan gözleri,ışıkta daireler çizerken, kımıldayamamak denilen illetin esiri olduğunu unutmak istiyordu. Ama farkettiği bir şey vardı ki, unutmak isterken, unutuluyordu. Her zil çalışında gözleri merakla kapıya yönelirken, bu aralar zilin sesi azalmış, nerdeyse duyulmaz olmuştu. 

Artık bir köşede donakalmanın hayalini kuruyordu. Bir heykelin zerafetinde hissederken yaşadıklarını, vefasızlığın ve hızla akan zamanın girdabında boğulanların ahlarını işitiyordu.
( Bir Andır Hayatın Kendisi başlıklı yazı Süvari İzci tarafından 8/31/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.