Sözlerime başlamadan önce 28 Şubat döneminin Başbakanı, siyasi lider ve önder Prf. Dr. Necmettin ERBAKAN Hocamızı rahmetle anmamak mümkün değil. O’nu hürmetle anıyor, Cenab-ı Hakktan sonsuz Rahmet ve mağfiret diliyorum. Ruhu Şad, mekanı Cennet olsun.

O Şubat soğuğuna var gücüyle direnen “Savunan Adam”ı, şimdi daha iyi anlıyoruz. Postmodern darbecilere karşı direnişinde, başta demokrasi ve insan haklarını esas alması gereken STK’lar, medya ve TBMM üyeleri olması gereken şekilde dik durabilseler, “Hoca”nın yanında olabilselerdi, şimdi başka şeyler konuşuluyor olacaktı. Ne yazık ki onun kadir ve kıymetinin bilinmesi için her zaman olduğu gibi bu değerimizi de kaybetmemiz gerekiyormuş.

Bir Şubat soğuğunda, Refah Yol hükümeti döneminde iktidardan pay kapmak için el pençe divan duranların, bu süreçte nasıl da saf değiştirerek, birilerine yamanmak için “Ben de sizdenim” dediklerine, inanan insanlara nasıl zulmettiklerine şahit olduk.

O süreçte her kes birbirine şüpheyle bakmaya başlamış, birbirine selam vermekten korkar hale gelmiş, düne kadar yanında olanların daha sonra karşı safta yer aldığı görülmüş, maalesef pek çok kıyımlar da yanımızda olanlara yaptırılmıştır.

Meşhur Kemal(!)lerin terör estirdiği Marmara İlahiyat Fakültesi öğrencilerini desteklemek adına ilimizde bir basın açıklaması düzenlemiş, bu basın açıklamasını da Sendika şube başkanı olarak 20’ye yakın STK’ların desteğini alarak şube binamızda gerçekleştirmiştik. Aradan çok geçmeden o dönemin uşakları tarafından “Atatürk ve laiklik aleyhine, başörtüsü lehine basına açıklama yaptı” denilerek şikayet edildim.

Her ne kadar da savunmamızda “Ben Sendikacıyım, basın açıklamasını sendika başkanı olarak yaptım. Yaptığım açıklama görevim ile alakalı değil, hem Başbakan Bülent ECEVİT bile genelgesinde; “Sendikal faaliyetlerinden ve basın açıklamalarından dolayı sendika yönetici ve üyelerine Disiplin soruşturması açılamaz, ceza verilemez”, diyor” dediysekte dinleyen kim. Zaten hüküm verilmiş. “Yetkiniz olmadığı halde basına demeç vermek”ten dolayı disiplin cezası olarak “bir yıl kademe terfisinin durdurulması”, idari teklif olarak da “Yöneticilik görevinin üzerinden alınması” teklif edilmişti.

Bir çok okul müdürümüz, “Başı örtülüleri korumak ve kollamak” suçundan yöneticilik görevine son verilerek sürgün edilmişlerdi.

Aday öğretmenler için düzenlenen Temel Eğitim Kursu’nda, kursa baskın yapan İl Milli Eğitim Müdürü, Teftiş Kurulu Başkanı, müfettişler ve diğer görevliler, sınıflara dalarak, kursa katılan başı kapalı bayan öğretmenlere, öğrenci gibi tahta önünde ayakta bekleme cezası verilmiş, kendilerine hakaret ve küfürler edilerek aşağılanmış, horlanmış ve sınıflardan atılmışlardı.

Başörtüsünden dolayı geçirdiği soruşturmalar sonucu, bir başka okula sürgün edilen, rapor alır diye Hasta sevk kağıdı verilmeyen, sürgün gönderildiği yeni okul müdürü tarafından; “Sakın başörtülü olarak okul bahçesinden bile içeri girme” diye haber gönderilen, “irticai faaliyet” yaftasıyla namaz kılanlara soruşturma açılan, başörtülü öğretmenlerimize ders vermeyerek “öğretmenler odasında boş boş oturacak, başı kapalı olarak sınıfa girmeyeceksin” denilen bir zulüm dönemi yaşanmış ve bu öğretmenimizin tamamına yakını “Toplumun huzur ve sükununu bozmak” eyleminden dolayı MEB Yüksek Disiplin Kurulu tarafından memuriyetlerine son verilmiş çok sayıda öğretmenimiz ya görevden atılmış veya görevden istifa etmek zorunda bırakılmıştı. Şimdi “Erkek” kesilen, ama o dönemde “ürkek” davranan bazı siyasilerden bu konuları görüşmek ve destek istemek için istenen randevulara cevap verilmemiş, kapılar tamamen yüzlerine kapatılmıştı.

Sabahın karanlığında av köpekleri gibi iz süren 28 şubatçılar, “Niçin okulun bacasından çok duman çıkıyor?”, “niçin beş-on dakika geç kaldın?”, “şu yazımıza niye geç cevap verdin?”, “Kalorifer Kazanı neden tozlu?” denilerek, mesai bitimine beş dakika kala kuruma telefon açılarak, sürekli takip edilerek yıldırma politikaları ile çok sayıda yöneticinin görevine son verilmişti. Bu kıyım öyle bir hal almıştı ki, milli ve manevi değerlere sahip müdür sayısı bir elin parmağını geçmeyecek duruma kadar gelmişti.

Devlet(in) arka bahçesi olan bir sendika da bu durumdan yararlanarak üyelerimize, “Bakın bu sendika dincidir. Sürekli gözetim altındasınız. Takip ediliyorsunuz. Sizin zarar görmenizi istemezük” yaftaları ve hezeyanları ile dolu mektuplar gönderilmiş, 28 Şubatçılar ve Ulusalcılarla kol kola girilmiş, adeta onların taşeronluğu yapılmıştır.

Dün 12 Eylül ile Milletin ensesinde boza pişirenler, bugün yargı önünde hesap vermektedir. Şimdi 28 Şubatçıların da hesap vermesini bekliyoruz. Bu millete, milletin inanç ve değerlerine sırt çevirenler ve onlara “balans ayarı” yapanların yargı önünde hesap vermesi yukarıda zikrettiğimiz binlerce mağdura verilecek en büyük iade-i itibar olacaktır. Bunu bekliyor ve yetkililerden talep ediyoruz.

Allah bir daha bu millete böyle günler yaşatmasın, 28 Şubatçılara fırsat vermesin. Bizim de birlik ve beraberliğimizi bozmasın. Tek vücut, tek yürek olalım. Daima dik duralım, onurlu olalım.

( 28 Şubatın Ardından başlıklı yazı Şamil tarafından 27.03.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.