Meclis
komisyonu savaş alanı gibi…
Başbakan
muhalefeti aşağılıyor, muhalefet de
Başbakan’ı post diktatörlükle suçlayarak köpürüyor…
Muhafazakârlarla
Cumhuriyetçiler politikacıları örnek alıp, birbirleriyle kutuplaşıyor…
Gazeteler
ikiye ayrıldı, ‘biri yandaş, diğeri anti yandaş’ diye…
Yazanların
biri muhalefeti, diğeri iktidarı temsil edercesine köşelerine çekilmiş
boksörler gibi… Kimileri de iktidara yaranmak için ispiyoncu edasıyla
meslektaşlarını kodese sokabilmenin telaşında…
Eğitim
sistemimiz yazboz tahtasına döndü. Tıpkı
futbol takımı taktiğine benzedi. Anlayacağınız salata durumlar!…
Yargı
ise, o da tartışmanın odağında, “Senin yargı,
benim yargı” meselesine dönüşmüş, herkes kendine göre adaletin ışığını
arıyor…
Yargı
mensupları keza öyle, “… şu davaya
baksam, şunu ifadeye çağırsam, acaba nereye sürülürüm?” paniğinde…
Onlarca
ordu mensubu, darbeden içeride, terörist
muamelesi ile yazar ve gazeteciler gibi uzun tutukluluklarıyla davalarının
sonuçlanmasını bekliyor…
Ve
madalyanın diğer yüzünde, işsizlik,
hayat pahalılığı ve kredi borçlarından bunalım geçiren vatandaşların
perişan durumu…
İşte
size üzücü bir olay; eşi bir yıldır
işsiz olan ve cebinde kalan yeni simgelenen 6 Türk lirasıyla odun almak
isteyip, sonra da oduncu tarafından “bu paraya odun mu olur?” diyerek
verilmeyen, fakat annenin ısrarı üzerine
bedava verilen 10 kg.lık ıslak odunları yakamadığı için çocuklarını saç kurutma
makinesiyle ısıtmaya çalışıp, en sonunda da makineyi büyük çocuğunun eline tutuşturup ardından
hayatın zorluğuna fazla dayanamayarak diğer odaya geçerek kendisini tavana asan
annenin, soğuk odadaki sertleşen
cesedini seyreden ve çok geçmeden unutacak olan bencil bakışlarımız…
Ya
buna ne dersiniz? Bir holding sahibinin
oğlunun karısı için almak istediği 6500 Euro’luk “Hermes Birkin” marka çantayı
İstanbul’da bulamaması nedeniyle firmanın Paris şubesini arayıp sipariş verdiği
düalist yapılı bir Türkiye…
Mal,
mülk ve para hırsına bürünenlerin kavgası hiç bitmez… Yeter ki, çocukların
varlıklı ataları ölmeye kalsın! Merhum Erbakan’ın ortaya çıkan yeni malları
için miras kavgasına tutuşan çocuklarının ‘güler misin, ağlar mısın?’ durumuna
dönüşen miras kavgası…
Erbakan’ın
miras kavgasını işitince aklıma Mısırlıların ünlü lideri Nasır geldi. Ülkesinde toprak reformunu gerçekleştirerek
emperyalist ülkelerden bağımsızlığa taşıyan, tüm Arapları birleştirme
mücadelesi veren ve onların en karizmatik lider olan Nasır, eğitim sistemini de yenileyerek çağdaş sanata
büyük destek vermesi yanı sıra bu liderin en önemli bir insani özelliği
de, öldüğünde yaşadığı küçük bir evinden
başka mal varlığı olmamasıydı… Bu tür liderleri saygı ile anıyorum…
Şimdi
günümüz çağında kaç lider, politikacı ve
bürokrat bu konumda dersiniz?
İşte
size ikiyüzlü bir politika örneği…
Artık
kimse kimsenin sözünü dinlemiyor… Siyaset, sandık gücünü öyle veya böyle eline
geçiren ve kendisine muhalif olanların hakları yanı sıra kendisine oy
verenlerin ülkenin önemli konularında, liderin aklında olan her istediğini
onaylayacak diye bir durumun da söz konusu olmadığı göz ardı
edilmemelidir. Gerekirse ülkenin
geleceğini etkileyen önemli konularda referandum bile düşünülmelidir.
Bize
acilen kocaman bir “Toplumsal Uzlaşma”
lazım…
Her
konuda birbirine giren politikacılarımız,
acaba demokrasiyi ve özgürlüğü öne çıkaran, “Yeni Anayasa”yı yapabilecek
uzlaşıyı bulabilecekler mi, dersiniz?
Yazık
ki, ne yazık!... Son kavgalar ışığında umut,
şimdilik uzaklarda…
Toplumumuz
maalesef artık tartışma kültüründen uzak, birbirini alaya alan, küçümseyen, bağıran
bir siyaset anlayışına esir düşmüş durumda.
Bunalımda
olanlara ne önerilir? Tabii ki psikolog.
Bu batıda önemli ve normal karşılanan bir istek… İnsan davranışlarını
düzenleyen bu bilim dalının bence şu anda şiddetten gözü dönen
politikacılarımızın birçoğuna da gerekli diye düşünüyorum. Aksi durumda, bu gidişle hem ülkemiz, hem
vatandaşlarımız, hem de aç kurt gibi bizlerin parçalanmasını isteyen ülkelerin
ekmeğine yağ sürmüş olacağız. Bunun için acilen bir kez daha tekrar ediyorum;
“TOPLUMSAL B-A-R-I-Ş” şart!…
Haydi,
politikacılar atın ilk adımları ve kurtulun sorumluğunuzdan!
Sizlere
Kurtuluş Savaşı’nda yaşanmış bir hikâyeyi aktaracağım, bakalım bizler bu
hikâyenin neresindeyiz? Ona da siz karar verin; Turgut ÖZAKMAN’ın satış
rekorları kıran “Şu Çılgın Türkler”
kitabının 211. Baskısının 162.
Sayfasından bir bölüm aktarayım: “…Karşılarında birden süvarileri gören dağa
kaçmış kadın-erkek Karamürselliler çığlık çığlığa atılıp süvarileri ve atlarını
sevgiye boğdular. Topları dik bir yamacın en üstüne, ağaçlar arasına
saklamışlardı. Hep birlikte ortaya çıkıldı. Üzerlerini yapraklı dallar ve
otlarla örterek, topları ormana katmışlardı.
Üsteğmen şaşkınlık içinde, ‘Bu koca topları buraya nasıl çıkardınız?’
diye sordu. Bilge görünüşlü bir ihtiyar, gülümseyerek; ‘Değişik bir milletiz…’
dedi, ‘.. İşler düzgünse ertesi günü bile düşünmeyiz, birbirimizi yeriz. İşler
karıştıkça ağır ağır uyanmaya başlarız.
İyice karışınca da, kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Banları da
buraya böyle çıkardık. Çıkarmadık Uçurduk.”
Ertesi günü düşünüyor musunuz?
Yoksa işler düzgün mü gidiyor?
Birbirimizi mi yiyoruz?
İşler karışıyor mu?
İyice mi karışmaya başladı?
Uyuyor muyuz, yoksa ağır ağır
uyanmaya mı başlıyoruz?
Sizler en iyisi mi, işler karışmadan kenetlenmeye bakın, bende acıkan midemin birbirine karışmaması
için birkaç lokmayla terbiye edeyim.
Sevgiler…
Ertuğrul Erdoğan
Mart 2012/Bursa
Twıtter: @erterd