“Milliyetçilik Anlayışımız Üzerine” adlı yazı bir özeleştiri niteliğindedir. Yakın tarihimiz, faili meçhul cinayetler, Dersim olayları, halkla din arasına mesafe koyma gayretleri, bir başbakanın idamı, bazı kurum ve kuruluşlar ile bunların üst kademe yöneticilerinin kendilerini vatanın tek seveni olarak görmeleri ve bu doğrultuda resmi ideolojinin dışına çıkanları düşmanlaştırıp ötekileştirme cehdinde faaliyet yürütmüş olmaları vs. birçok olay ciddi bir özeleştiriye ihtiyacımızın olduğunu ortaya koyuyor. Ben temel sıkıntımızın hayata ve çevremize kendi penceremizden at gözlükleri ile bakıyor olmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum.

 

          Düşününüz ki ben onsekizli yaşlarımda vatan, millet, bayrak aşkı ile şiirler yazan, vatan dendi mi tüyleri diken diken olan bir genç idim. İnanın kendimi zorlamama rağmen çalıştığım birliğe yapılmakta olan şehitlik için ancak tek dörtlük yazabildim. Hissiz ve sahte. Donuk ve ruhtan uzak. Sinmedi içime, devam etmedim. Zira yazdıklarım, yazacaklarım benden kopuk ve yüreksiz şeyler. 6-7 yıldır bu haldeyim.

 

          Sorarım şimdi size: Yüreğimi hoplatan, içimi titreten vatan ve millet aşkının sönüp gitmesinin sorumlusu kimdir? Ben mi söndürdüm o ateşi yoksa dişlerini ruh köküme geçirmekten salise geri durmayan, hayallerimi emmekten şeytani bir zevk duyan, özgürlüğümü iki dudağının arasına sıkıştırıp sinsi gülüşlerle yüreğimi delmek isteyen resmi bir dev mi? Kim almıştır benim şu bahsettiğiniz vatan sevgimi?  8 yıl önce meslek liseli olduğum için yeterli puanı aldığım halde anayasal hakkımı elimden alıp üniversiteye gitmeme engel olanlar mı? Yoksa başörtülü olduğu için bacımı, sözlümü üniversite kapısından çevirenler mi? Sizce kim çalmış olabilir benim o coşkun vatan sevgimi? Kimler çiğnemiştir insan olmakla kazandığım haklarımı?

 

          Soru işaretleri birbirinin çengeline takıldıkça uzar gider. Gerçek şu ki; hoşgörü hoşgörüyü, nefret nefreti, ırkçılık da ırkçılığı tetikler. Biz bu toprakların asli unsuru addediyorsak kendimizi ilk işimiz kendi milliyetçilik anlayışımızı ırkçılık çıtasından uzaklaştırmak, söylem ve putlaştırma anlayışından sıyırmak ve bu anlayışı ifade etmekten ziyade yaşama tatbik etmek suretiyle somutlaştırmak olmalıdır. Unutulmamalı ki milliyetçilik belli bir zümrenin tekeline geçmiş bir ideoloji değildir ve tamamen millet geneline yayılmış, tabii bir mefhum haline getirilmelidir. Bir anlayış düşünün ki bir diğerini dışlamıyor, ötekileştirmiyor, üstünlük kurma çabası içine girmiyor. Bu milliyetçilik anlayışına isim vermem gerekse adına "insan milliyetçiliği" derdim.

 

          Günümüz Türk milliyetçilerince ayrımcılığı ilk olarak kendini Türk hissedenlerin değil diğer etnik unsurların yaptığı söyleniyor. Bu doğru olabilir. Fakat o diğer etnik unsurlardan soyunun milliyetçiliğini yaptığını değerlendirdiğimiz birilerine aynı şeyi söylesek alacağımız cevap sizin cevabınızın tersi olurdu. Yani asıl ayrımcılığı biz Türklerin yaptığını ileri sürerlerdi. Gördüğünüz gibi bu bir kısır döngü. Herkes birbirini eleştiriyor, suçluyor. Peki şöyle birşey denesek: Herkes karşısındakinden önce kendini eleştirmeye başlasa. Eğer karşımızdakini ayrımcılıkla suçlamazdan evvel neden ayrımcılık yaptığını, ona bunu neyin sevk ettiğini, onu kazanmak gibi bir imkânımızın olup olmadığını anlamaya çalışsak ne kaybederiz acaba?

 

            İlk yazımdaki düşüncelere istinaden vatanın kendi kendine kurtulamayacağı söylendi. Kurtulma maddi ve toprak sathında ise söylenen doğru. Elbette kendi kendine kurtulması beklenemez. Benim kastettiğim kurtuluş mana ve ruh cehdindedir. Belli sınırlarınız, dikili bayrağınız, bağımsız karar veren bir meclisiniz yahut hükümdarınız olabilir. Bu maddi ve yüzeysel bir bağımsızlıktır. Aslolan ruh ve mana cihetinden ne denli bağımsız olduğunuzdur. Bunun sabit bir ölçüsü, bir takım temsili işaret ve alametleri yoktur. Ortada bu bağımsızlığınızı çizmeleri altından çekip alabileceğiniz bir düşman da yoktur. İşte o noktada devreye bireylerin kendi kendini kurtarması kavramı devreye girer. Zira bireyin en büyük düşmanı yine kendisidir. Bireylerin kurtuluşu ise toplumun kurtuluşunu beraberinde getirir. Toplumun kurtuluşu etnik kökene bakılmaksızın milli ruh ve mananın kurtuluşu demektir. Kısaca mesele payı bir kenara bırakıp paydaya yönelme meselesi. Bu ülkenin paydası kabul etmekte zorlansak da Türklük değil. Daha birleştirici, öze sevk edici, ötekileştirmeyici paydalar... Örneğin İslam, Müslüman olmak. Çerçeveyi genişletelim: İnsan olmak. Bu paydalarda birleşmek bize Türklüğümüzden ne kaybettirir? Fikrimce kaybettireceği bir şey yok. Aksine kazandırır. Milliyetçiliğimizi söylemden çıkartır, somutlaştırıp icraata döker. Yaygarası koparılmayan şey ise tepki uyandırmaz. Bu milliyetçilik anlayışının özü insanı yaşatmak için çalışan bir devleti yaşatma idealidir ve bireylerin zihinlerine sirayet eder. Onun içindir ki Türk milliyetçiliği Türküm demekten kaçınır hale gelmelidir. Bu onu küçültmez, yüceltir. Hem Türk olmak için Türküm demeye bile lüzum yoktur. Bir dine yahut tarikata giriş yapmıyoruz ki bir takım ritüelleri olsun. Türklük ölene dek sırtımızdan çıkmayan elbisemiz. Bu her millet için geçerli. Etnik kimlik var ola gelen kültür gereği alnımıza vurulan bir mühür.

 

           Benim gayem kan dökenleri, bebek katillerini meşru göstermek değil birazcık özeleştiri neticesinde onları buna neyin sevk ettiğini, bu hususta bizim devlet ve millet olarak ne gibi hatalarımız olduğunu irdeleyerek akan kanın durması yönünde neler yapabileceğimizi ortaya çıkarmaktır. Benim bu hususta vardığım netice hem Kürt tarafında hem bizim tarafımızda ötekileştirici, birbirini tetikleyici, faşistlik ve faşistlik çizgisine yaklaşmış milliyetçiliklerin törpülenerek hoşgörü zemininin ve paydaların herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesi doğrultusundadır. Zira bilmekteyim ki aksi istikametlerde de bizdeki ırkçılığı tetikleyici, meşru zemine taşımaya ortam hazırlayıcı faaliyetler yürütülmektedir.

 

           Netice olarak söyleyeceğim şey başta da söylediğim gibi özeleştiri ve hoşgörüdür. Bireylerin kendini eleştirmesi toplumların da kendini eleştirir hale gelmesine yol açar. Demiştim ya, aynen kişilerin kendini kurtarması neticesinde vatanın, milletin ve devletin kurtulması gibi. İnsanı yaşatınca devletin de yaşaması gibi.                                                                                                                                   

( Milliyetçilik Anlayışımız Üzerine-2 başlıklı yazı Silüet tarafından 2/29/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.