BERRİN HANIM
Seneler su gibi akıp geçmişti. Berrin hanım
avluda oturmuş gökyüzünün sakinliği, çarşaf gibi uzanan denizin dinginliğinde
geçmiş günlerine dalıp gitmişti. Denizin o dümdüz halini izliyordu. O gün tek
bir dalga bile yoktu. Hatıralar gözünde canlandıkça ister istemez gözlerinden
inci taneleri dökülüyordu. Aslında kendisi o kadar duygusal biriydi ki, onun
gözlerini nemlendirecek birçok neden vardı hayatta. Ama yine de zorla kendini
gülümsetmeye çalışırdı her içe dönük duygu yansımasında. Berrin hanım, bir taraftan
geçmiş hatırlarına dalıp bir taraftan gökyüzünü bir taraftan denizi izlerken
arada da kulplu cam fincanından soğumuş çayını yudumluyordu. O çayı hep
soğutarak içerdi. Hevesle demlediği o mis gibi çayı bir kez olsun sıcak içmenin
keyfine varamamıştı. Çok dalgın bir insandı. Çayını doldurur fakat hep içmeyi
unuturdu.
Kendini zor da olsa geçmiş hatıralarının
tutsaklığından kurtarmaya çalışsa, ne zaman gülümsemeye çalışsa yüzünde ıssız
bir durgunlaşma olurdu. Adeta donup kalırdı olduğu yerde. Ne çalan telefon
zilini ne de ocaktaki kaynayan çaydanlığı fark ederdi. Öylece dalıp giderdi.
Aslında hüzünlenmeyi gözlerindeki o incileri akıtmayı istemiyordu , ama elinde de
değildi. Onun doğasında vardı duygusallık.
Onu en çok hüzünlendiren şey ise
çocukluğunu yaşayamamış olmasıydı. Berrin hanım elli yaşını geçmişti. Fakat
hala bir çocuk gibi davrandığı çok oluyordu. Sokakta oynayan çocuklarla çocuk
olur onların oyunlarına katılır hatta küçük kız çocuklarıyla evcilik bile
oynardı. Onlarla onlar gibi konuşur onları anlamaya çalışırdı. En enteresan
olan da onlarla hemencecik kaynaşmasıydı. Mahallesinde herkes Berrin Hanım'ı çok
severdi. Aynı yerlerden her geçtiğinde '' Berrin teyze, bizimle oynar mısın? ''
dedikleri çokça olurdu.
Yerinden
kalktı, biraz evinin avlusunda ağır aksak adımlarla dolaşmaya başladı. Hava çok
güzeldi. Dolaşırken çocukluğunda yaşadığı bir pazar sabahı aklına geldi.
Köyünde okullar kapanmış, yaz tatili gelmişti. İyi hatırlıyordu o sabahı.
Köylünün zamanla yarıştığı dönemlerdi. Henüz 9 yaşında ve babaannesin yanında
kalıyordu. Her yaz köye gider amcasının kızları ile birlikte o küçücük yaşına
aldırmadan onlarla birlikte tarlada çalışmaya başlardı. Tabii ki kendi payına
düşeni... Gücünün yettiğini... Fakat tarladaki işlere pek fazla gücü yetmediği için
babaannesi onu genellikle inekleri çayıra götürmesinde yardımcı olması için
yanında götürürdü.
Yine o pazar sabahı çocukluğu süresince
çokça yaşadığı o durumu yaşıyordu. Hatta daha fazlasını bile yaşadı. Unutulması
mümkün değildi çünkü. Bu arada unutamadığı önemli olaylardan biri de; olur olmaz,
sorgusuz sualsiz, haklı haksız gözetmeksizin Osmanlı tokadının ve top niyetine
kendisine atılan tekmelerin acısıydı. Ağlaması ise kesinlikle yasaktı. Eğer
ağlarsa bir de ağladığı için dayak yiyordu. İşte o sabah da öyle sabahlardan
birini yaşamıştı.
Berrin Hanımın annesi onu doğururken vefat
etmiş, babası da bu acıya dayanamayıp intihar etmişti. Berrin Hanım yatılı
okulda okuyordu yazları da babaannesinin yanına gelirdi. Babasının ölümünden
annesini suçlayan Ahmet amcası bir türlü sevememişti Berrin'i. Tabii kızları da.
Zavallı babaannesi onu her ne kadar korumaya çalışsa da gücünü yetiremez, isyan
ederdi. Ahmet amcası kardeşinin ölümünden Berrin'i ve annesini suçlu görüyordu.
Zavallı Berrin ne annesini ne babasını görebildi ne de çocukluğunu yaşabildi.
İşte
o pazar sabahı erkenden apar topar herkes kahvaltısını etmiş. Azıklarını
hazırlamış tarlaya gidecekti.
Amcası Berrin hanıma seslenmişti;
'' Berrin, öküzleri
arabayı koş! Çabuk ol tarlaya gidiyoruz, senin yüzünden işler karanlığa
kalacak"
Berrin hanım, hemen öküzleri ağaç arabanın
yanına götürüyordu. O gün öküzler sanki huysuzluk yapacak gibiydiler. Bir türlü
arabaya yanaşmak istemiyorlardı. Zavallı Berrin Hanım büyük bir çaba sarf
ederek öküzleri ikna etmiş ve boyunduruğun başına getirmişti. Ağaç araba
ağırdı, boyunduruğu da kaldıramıyordu. Bütün bunlarla uğraşırken aniden
amcasının küfürle karışık o tok sesiyle irkildi. Titremeye başladı ki;
ensesinde patlayan Osmanlı tokadının acısıyla oracığa yığıldı. Amcası poposunu
tekmeleye başlamıştı. Ağlamaya başlayacaktı ki ;
'' Aptal kız, çabuk
olsana senin yüzünden geç kalacağız. İki öküzü bir boyunduruğa koşamadın.
Beceriksiz işe yaramaz ahmak. Allah senin belanı versin, yediğin lokmalar haram
zıkkım olsun!''
Berrin Hanım;
'' Yarabbim nedir
bu benim çektiğim? Bana ne kadarcık yemek veriyor ki haram zıkkım ediyor. Ben
bacak kadar boyumla bu işin üstesinden nasıl kalkacağım? '' diye mırıldanarak
için için ağlıyordu. Öküzlere ağlayan ve yalvaran gözlerle bakıyordu;
'' Ne olur sarı öküz bana yardım et! ''
dercesine yalvarıyordu sanki. Ne olduysa oldu o an iki öküz de birden
sakinleşti. Ne olduysa o an oldu. İşte o pazar sabahı yediği dayağın ardından sanki
öküzüler ona acımış gibiydi. Öküzleri koşacağı arabanın boyunduruğunu bir
taraftan olanca gücüyle kaldırmaya çalışıyordu ki öküzlerden birisi adeta
kafasını eğdi ve boyunduruktan içeri geçirmişti. Diğer öküz de ona yardım
edercesine boyunduruğa boynunu eğerek kendisi koşulmuştu. Tam iplerini
toparlayıp arabanın yanına hareket edecekti ki amcasının sesi kulaklarında
yeniden çınlamaya başladı.
Amcası;
'' Salak kız hiç
dikkat etmiyorsun. Bak bu öküzü tam iyi koşamamışsın birazdan bu çubuk yerinden
çıkar sonrada öküz boyunduruktan. Öküz boyunduruktan çıkarsa ne olur?''
Zavallı Berrin cevap veremiyordu
titremekten. '' Kızım söylesene ne olur diyorum sana?''
Berrin; '' hepsini
yeniden yapmam gerekir amca..''
'' Aptal kız, eşek,
hayvan ! Öküz boyunduruktan çıkarsa senin gibi densiz hadsiz olur! O yana bu
yana yalpalanır kafasına göre dolanır görevini yapmaz. İşte sen de bu öküzler
gibisin, bu tokadı ensenden eksik edersem sen de hadsiz densiz olursun, işini
yapmaz yan gelir yatarsın.'' Ardından amcası durur mu tabi hemencecik iki
tokadı yapıştırıverir ensesine. Berrin hanım bunu nasıl unutabilirdi? Kendisi
gibi zavallı öküzler bile insafa gelip ona yardımcı olurken amcasının bu
sözleri yediği dayaklardan daha da çok dokunmuştu, işlemişti.Zavallı yüreğinde
derin eksiklikler hissettirmişti.
Berrin Hanım bir taraftan ağır aksak adımlarla avluda dolanırken bir
taraftan hatırladığı bu acı pazar sabahı hatırası onu daha da hüzünlendirmişti.
Hemen hanımelilerinin uzandığı duvar dibindeki eski boyası dökülmüş tahta
sandalyeye oturuverdi.
Düşünüyordu
acaba babası ve annesi yaşasaydı nasıl bir çocukluğu olurdu? Anne sevgisi baba sevgisi,
çocuk olmak nasıl bir şeydi. İşte bunları düşünürken cıvıl cıvıl seslerle
birden yüzü gülümsedi. Mahallenin çocukları hemen Berrin hanımın evinin
önündeki parkta oynuyorlardı. ''Berrin teyze bizimle oyun oynar mısın?'' Berrin
hanım;
'' Elbette oynarım
çocuklar! Peki, söyleyin bakalım bugün ne oynayacağız?'' Çocukların içlerinde
yanakları pembe hafif çilli tatlı mı tatlı Çiçek isminde bir kız çocuğu vardı.
Berrin Hanım, Çiçek'i çok severdi. Çiçek'in annesi de onu dünyaya getirirken vefat
etmişti. Çiçek;
'' Evcilik
oynayacağız sen benim annem olur musun?''
Berrin hanım; '' Elbette olurum hem de
seve seve '' diyerek çocukların yanına parka indi ve onlarla orada saatlerce
oynadı. Evin avlusuna geldi çaydanlık hala kaynıyordu, gidip çay almak istedi,
fakat azıcık dinlenmek için avludaki hanımelilerin altındaki eski tahta
sandalyede dinlendi.
Ne yazık ki bir türlü çocukluğunu
yaşayamamıştı. İlerleyen yaşına rağmen çocukluğunda yaşadığı olayları
unutamıyor ve nerede bir çocuk görse şefkat ile yaklaşıyordu.
Berrin Hanım avludaki yerinden kalkarak
boşalan çay bardağını eline aldı ve mutfağa geçti. Bardağını yeniden çay ile
doldurdu.
Olduğu yerden kalktı, odanın içerisinde
dolaşmaya başladı. Sonra telefonu eline aldı. Telefon etti. Biraz konuştu ve
konuşması kısa sürmüştü. Sonra oturdu daktilosunun başına ve yazmaya başladı.
Bardağında
bitmek üzere olan çaydan bir yudum daha aldı. Derin bir nefes aldı. Duygu yüklü
gözlerin hafif neminde yüzündeki o mutlu gülümsemenin verdiği mutluluğu doya
doya yaşamak istiyordu artık.
Telefonun diğer ucunda konuştuğu kişi oğlu
Mustafa idi. Berrin hanım üzücü çocuk yıllarında amcasının dayaklarına bile
alışmıştı. Okul dönemlerinde yatılı okuduğu için rahattı. Köyünü çok sevmesi ve
özlemesine rağmen yaz mevsiminin gelmesini hiç istemezdi. Çünkü başına
gelecekleri tahmin edebiliyordu. Ama mecburdu köyüne gitmeye. Kimsesizdi.
Yorucu ilkokul ve ortaokul yıllarından
sonra hayatı biraz da olsa düzene girmeye başlamıştı. Berrin Hanım'ın hayatı hep
çalışmakla geçmişti. On beş yaşına kadar yazları köyde amcasından çekmediği
kalmamıştı. Küçük yaşta çektiği bu çilelere rağmen dersleri çok güzeldi.
Okulunda da başarılı bir öğrenciydi. Üniversite okuyup doktor olmak istiyordu.
Bu şartlar altında belki hayallerini gerçekleştirmesi çok zor gibi görünse de o
bunu başarmak için elinden geleni fazlasıyla yapıyordu. Berrin okuldaki
başarısının yanı sıra sevilen de bir öğrenciydi. Çeşitli okul aktivitelerinde
aranan bir isimdi. Edebiyat öğretmeni Hatice Hanım'ı çok severdi. Hatice Hanım
da Berrin'i çok severdi. Rahmetli annesinin saçları gibi upuzun kestane rengi
saçları vardı Hatice Hanım'ın. Berrin resimlerinden gördüğü kadar tanıdı
annesini. Kokusunu hiç bilemeden duyamadan. Hatice Hanım Berrin'in yaşadıklarını anlattıklarından dolayı az çok biliyordu ve çok üzülüyordu. Bir
gün Berrin ile konuşmaya karar verdi. Berrin ortaokul üçüncü sınıftaydı. Tenefüste
duvarın dibine çömelmiş duvar dibinden büyüyen minik papatyaları seyrediyordu. Hatice
Hanım;
'' Berrin sana bir teklifim var. Eğer kabul
edersen dünyanın en mutlu insanı ben olurum'' dedi. Berrin şaşkınlıkla öğretmeninin ne
söyleyeceğini bekliyor ve heyecanlı gözlerini bir o yana bir bu yana
kaçırıyordu.
''Berrinciğim ben babam ile birlikte yaşıyorum.
Anlatmıştım annem rahmetli olmuş ben de annemi hiç tanımadım senin gibi.
Kardeşlerim de evlendi gitti. Eğer sen de kabul edersen tahsilinin ve hayatının
diğer geri kalan kısmında bizimle birlikte yaşamanı teklif ediyorum'' Berrin
çok duygulanmıştı. Öğretmenini zaten çok seviyordu, hiç bilmediği anne kokusunu
onda duyar gibi oldu. Sevinçle hiç düşünmeden boynuna atladı ve '' Çok sevindim ,
çok teşekkür ederim, öğretmenim elbette kalırım! '' dedi.
Berrin hemencecik kabul edivermişti
öğretmeninin teklifini. Yaşadığı hayat o kadar acımasız davranıyordu ki ona
kabul etmekten başka şansı da yoktu aslında. Artık amcasının dayaklarından
babaannesini çok sevmesine rağmen kurtulacaktı. Ağır yorucu köy işlerine de
veda edecekti. Hayallerinin peşinden koşacak ve huzur içinde olacaktı.
Hemen
o hafta sonu öğretmeni amcası ile görüştü. Zaten amcası da Berrin'i hiç
sevmediği ve bir yük olarak gördüğü için seve seve onayladı. Hatice Hanım o gün
Berrin'i evlerine götürdü. Babası ile tanıştırdı. Hatice Hanım'ın babası 60'lı
yaşlarda, ak sakallı, tonton sevimli güleç yüzlü bir insandı. İsmi Abdullah idi.
Abdullah amca Berrin'i görür görmez cebinden bir şeker çıkardı. '' Öp bakalım
kızım elimi. Yeni yuvan huzurlu bu senin gibi tatlı olsun'' dedi. Berrin
hayretler içindeydi. Hiç tanımadığı ilk defa gördüğü birine kanı hemen de
ısınmıştı. Abdullah amca iyice yaşlanmıştı. Çocukları büyümüş, evlenmiş bir
sürü torunları olmuştu. Kızı Hatice onun can yoldaşı gibiydi artık bir can yoldaşı
daha olacağı için çok mutluydu. Hem de zavallı Berrin'i yaşadığı bu ızdıraptan
kurtarmanın huzuru gözlerine yansıyordu.
Eşi
son evladı Hatice'nin doğumunda aniden hakkın rahmetine kavuşunca, köy yerinde
çocuklarıyla bir başına kalakalmıştı. Ve biliyordu köy işlerinin ne kadar ağır olduğunu. Evlatlarını bu yükün altına sokmak istemedi. Büyüdüklerinde meslek sahibi insanlar olmaları amacıyla şehre yerleşmişti.
Abdullah amca Berrin'in neler yaşadığını
tahmin ettiği için ona iki kat fazla sevgi gösteriyordu. Berrin kısa zamanda
yeni yuvasına alışmış ve derslerine konsantre olmuştu. Lise yıllarında
öğretmeni Hatice Hanım'ın da yardımıyla başarılı bir şekilde üniversite
sınavlarına hazırlanmış ve istediği bölüm olan tıbbiyeyi kazanmıştı.
Okul için Ankara'ya gidip kayıt yaptırması
gerekiyordu. Hatice Hanım Abdullah amca ve Berrin çok heyecanlılardı. Kayıt
işlemleri için Ankara'ya gittiler. Berrin'i hemen okulun yakınlarında bir kız
yurduna yerleştirdiler. Artık veda vakti gelmişti. Berrin hayatında ilk kez
anne ve baba sevgisini bu güzel yürekli insanlardan görmüştü. Onlarla
vedalaşmak çok ağır gelse de eğitimini tamamlayıp doktor olmak için her şeye
hazırdı.
Yaşlı
gözlerle vedalaşırlarken Abdullah amca ; '' Berrin kızım bu üç yıl içinde
seninle birlikte çok güzel günlerimiz oldu sen de benim bir evladımsın.
Evlatlarımın hepsi okudular meslek sahibi oldular beni utandırmadılar. Çok
şükür Rabbim bana senin gibi bir çiçek daha verdi ve sen de beni mahcup etmedin.
Bahtın güzel zihnin açık hayatın huzur dolu olsun güzel kızım. Hakkını helal et
'' dedi.
Berrin;
'' Abdullah amca ben hayatımda kimseden
görmediğim sevgiyi ilgiyi huzuru sizlerde buldum. Sizler benim asıl ailemsiniz
siz babam gibi, Hatice öğretmenim ise annem gibi oldu. Allah sizlerden razı
olsun asıl siz hakkınızı helal edin.'' dedi. Ve bir müddet daha birlikte vakit
geçirdikten sonra zar zor da olsa birbirlerinden ayrıldılar. Hatice Hanım
Berrin'e çok güvendiğini yüzünü kara çıkarmayacağını ve güzel haberlerini
beklediklerini söyledi.
Artık üniversiteliydi ve Ankara'da tek
başına yepyeni bir hayata daha başlamıştı Berrin. Üniversite yıllarında da
diğer tahsil hayatındaki başarıyı fazlasıyla gösterdi. Eşi Ersin ile de
tıbbiyede tanışmış üçüncü sınıfta evlenmişlerdi. Bir taraftan yarım gün
çalışıyor bir taraftan ise okullarına gidip geliyorlardı. Ersin'in ailesi
Ankara'ya uzak bir şehirde yaşıyorlardı. Evlenmesine de onay vermedikleri için
gizlice evlenip her şeye rest çekmişlerdi. Hayata birlikte tutunmaya çalışırken
daha tıbbiyeyi bitiremeden birde evlat sahibi olacaklarını öğrendiklerinde önce
şaşkın gözlerle birlerine bakmış sonra güvenli bir gülümsemeyle '' biz bunu da
başaracağız'' diyerek yollarına devam etmişlerdi. Torunları olacağını öğrenen
Ersin'in ailesi de bu durumdan mahrum kalamayıp Ankara'ya yerleşmişlerdi. Hem
Berrin'i tanıyınca onlar da çok sevmiş ve hemencecik kabullenmiş. Daha evvelden
kabul etmedikleri için üzülmüş ve af dilemişlerdi.
Berrin'in
oğlu Mustafa dünyaya geldiğinde anne olduğunun müjdesini Abdullah amcası ve
Hatice öğretmenine haber vereceği zaman eve gelen telefon ziliyle birden
irkilmişti. Abdullah amca ve Hatice Hanım Berrin'e sürpriz yapmak için
Ankara'ya gelirken yolda bir trafik geçirmiş ve hakkın rahmetine kavuşmuşlardı.
Berrin anne olmanın mutluğunu yaşayamadan derin bir hüzne bulanmıştı. Uzunca
bir süre bu bunalımdan kurtulamamış. Bir türlü kabullenememişti onların
öldüklerini. Neler oluyordu böyle ? Hayatı yeniden mi buhranlar içinde geçecekti?
Berrin kafasındaki bir sürü endişe ile ard arda aksilikler yaşamaya başlamıştı.
Eşi Ersin her ne kadar da onu teselli etmeye çalışsa da başaramamış ve başka
başka aşklarda medet ummaya başlamıştı. Ortak bir okul arkadaşlarının vasıtası
ile tesadüfen bunu öğrenen Berrin, üzüntüden ne yaptığını bilemiyor, devamlı ağlıyordu.
En kısa zaman içinde boşanmışlardı. Mahkeme çocuklarının velayetini babaya
vermiş ve Ersin oğlunu ve ailesini de alıp İstanbul'a yerleşmişti.
Berrin artık yapayalnızdı. Kötü hatırlarla
dolu çocukluk yıllarının ardından üç yıl birlikte huzur içinde yaşadıkları Hatice
öğretmeni ve Abdullah amcasını kaybetmiş, eşiyle boşanmıştı. Sanki bu hayatta
bütün aksilikler onu buluyordu.
Göreve başladığı yıllarda Berrin sık sık
oğlunu ziyaret için İstanbul'a gidip geliyordu. Oğluyla hasret giderip onun
kokusuna doyamadan geri dönüyordu. Bir süre sonra eşinden bir telefon almış ve
eşinin kariyeri için yurt dışına yerleşeceğini öğrenmişti. Dünyası başına
yıkılmıştı. Kendisi zaten anne baba sevgisine muhtaç büyümüştü bir de oğlunu bu
sevgiden istemeden mahrum bırakmanın ve evladından ayrı düşmenin acısını
hazmedemiyordu. Mecbur kalmıştı oğlundan ayrı düşmeye.
Uzun
yıllar oğlunu göremeyen Berrin ondan sık sık haber alsa da telefon ile görüşse
de bir türlü içindeki özlemi dindiremiyordu. Aradan 25 koca yıl geçmiş oğlu
koskoca adam olmuş ama o hala onu görememişti. Berrin Hanım evinin önündeki parkta
çocuklarla oynadıktan sonra avluda dinlenip içeri geçtiğinde çalan telefon
zilinin ardından oğlu Mustafa ile görüşmüş ve onun Türkiye'ye geleceğini
babasının vefat ettiği haberini almıştı. Berrin eski eşi Ersin'i çok sevmiş, ondan
ayrıldıktan sonra kendini mesleğine çocuklarına ve yazı yazmaya adamış, hiç kimseyi
sevememişti. Gözleri nemlenmiş inci taneleri dökülmeye başlamıştı. Bir taraftan
da büyük bir telaş ve heyecan içindeydi. Oğlu Mustafa artık onunla birlikte
Ankara'da yaşayacaktı.
Oğlunun gelmesine üç hafta vardı. Berrin
hanım hayatında hiç mutlu olmadığı kadar mutlu ve dinamikti. Bütün evi boyamış
temizlemiş, oğluna çatı katını düzenlemişti. Oğlunun hangi yemekleri sevdiğini
bilmiyordu; bilseydi ona elleriyle neler hazırlayacaktı. Heyecanla gün sayıyor.
Günler geçmek bilmiyordu.
Nihayet
oğlu uçağa binmiş Ankara'ya geliyordu. Berrin Hanım en güzel kıyafetini giymiş,
havaalanına oğlunu karşılamaya gitmek için yola çıkmıştı. Evinin hemen beş
dakika uzağındaki taksi durağından bir taksiye atlayıp hemen hava alanına
gidecek ve yirmi beş yılın özlemi ile oğlunun boynuna sarılıp onu doya doya
koklayacaktı. Berrin Hanım durağa yaklaştığında tam karşıdan karşıya geçerken
aniden bir fren sesiyle irkilmiş yere yığılmıştı. Zavallı Berrin Hanım acılar
içinde geçen hayatında oğluna kavuşacağı gün doktorların bütün çabalarına
rağmen kurtarılamamıştı. Oğlu Mustafa annesinin cenazesine üzüntü ile
katıldıktan sonra birlikte yaşacakları eve geldiğinde etrafı dolaşmaya başladı.
Annesi onun için ne kadar da özenle hazırlanmıştı. Rahmetli yaşasaydı güzel
günler hayali içindeydi Mustafa.
Annesinin odasına girdiğinde gözlerine
inanamadı. Babası her sene Mustafa'nın bir resmini Berrin Hanım'a yollardı. Ve
resimlerin hepsi özenli bir şekilde komidinin üzerinde duruyordu. Komidine yaklaştı
ve çekmeceyi açtı. Çekmecede bir sürü ajanda vardı. Berrin Hanım adeta oğlu
Mustafa'ya olan hasretini ve onsuz geçen günlerde neler yaptığını ve günlerinin
nasıl geçtiğini bu defterlere yazmıştı. Mustafa komidinin hemen yanındaki
koltuğa oturdu ve defterleri nemli gözlerle okumaya başladı. Okuduğu ilk
defteri kollarının arasına sımsıkı sararak kokladı ve öptü. Ve şunları söyledi
; '' Annem mekânın cennet olsun.''
Yasemin ÜNLÜ