BERRİN HANIM


        Seneler su gibi akıp geçmişti. Berrin hanım avluda oturmuş gökyüzünün sakinliği, çarşaf gibi uzanan denizin dinginliğinde geçmiş günlerine dalıp gitmişti. Denizin o dümdüz halini izliyordu. O gün tek bir dalga bile yoktu. Hatıralar gözünde canlandıkça ister istemez gözlerinden inci taneleri dökülüyordu. Aslında kendisi o kadar duygusal biriydi ki, onun gözlerini nemlendirecek birçok neden vardı hayatta. Ama yine de zorla kendini gülümsetmeye çalışırdı her içe dönük duygu yansımasında. Berrin hanım, bir taraftan geçmiş hatırlarına dalıp bir taraftan gökyüzünü bir taraftan denizi izlerken arada da kulplu cam fincanından soğumuş çayını yudumluyordu. O çayı hep soğutarak içerdi. Hevesle demlediği o mis gibi çayı bir kez olsun sıcak içmenin keyfine varamamıştı. Çok dalgın bir insandı. Çayını doldurur fakat hep içmeyi unuturdu. 

       Kendini zor da olsa geçmiş hatıralarının tutsaklığından kurtarmaya çalışsa, ne zaman gülümsemeye çalışsa yüzünde ıssız bir durgunlaşma olurdu. Adeta donup kalırdı olduğu yerde. Ne çalan telefon zilini ne de ocaktaki kaynayan çaydanlığı fark ederdi. Öylece dalıp giderdi. Aslında hüzünlenmeyi gözlerindeki o incileri akıtmayı istemiyordu , ama elinde de değildi. Onun doğasında vardı duygusallık. 

      Onu en çok hüzünlendiren şey ise çocukluğunu yaşayamamış olmasıydı. Berrin hanım elli yaşını geçmişti. Fakat hala bir çocuk gibi davrandığı çok oluyordu. Sokakta oynayan çocuklarla çocuk olur onların oyunlarına katılır hatta küçük kız çocuklarıyla evcilik bile oynardı. Onlarla onlar gibi konuşur onları anlamaya çalışırdı. En enteresan olan da onlarla hemencecik kaynaşmasıydı. Mahallesinde herkes Berrin Hanım'ı çok severdi. Aynı yerlerden her geçtiğinde '' Berrin teyze, bizimle oynar mısın? '' dedikleri çokça olurdu.

 

      Yerinden kalktı, biraz evinin avlusunda ağır aksak adımlarla dolaşmaya başladı. Hava çok güzeldi. Dolaşırken çocukluğunda yaşadığı bir pazar sabahı aklına geldi. Köyünde okullar kapanmış, yaz tatili gelmişti. İyi hatırlıyordu o sabahı. Köylünün zamanla yarıştığı dönemlerdi. Henüz 9 yaşında ve babaannesin yanında kalıyordu. Her yaz köye gider amcasının kızları ile birlikte o küçücük yaşına aldırmadan onlarla birlikte tarlada çalışmaya başlardı. Tabii ki kendi payına düşeni... Gücünün yettiğini... Fakat tarladaki işlere pek fazla gücü yetmediği için babaannesi onu genellikle inekleri çayıra götürmesinde yardımcı olması için yanında götürürdü. 

      Yine o pazar sabahı çocukluğu süresince çokça yaşadığı o durumu yaşıyordu. Hatta daha fazlasını bile yaşadı. Unutulması mümkün değildi çünkü. Bu arada unutamadığı önemli olaylardan biri de; olur olmaz, sorgusuz sualsiz, haklı haksız gözetmeksizin Osmanlı tokadının ve top niyetine kendisine atılan tekmelerin acısıydı. Ağlaması ise kesinlikle yasaktı. Eğer ağlarsa bir de ağladığı için dayak yiyordu. İşte o sabah da öyle sabahlardan birini yaşamıştı. 

       Berrin Hanımın annesi onu doğururken vefat etmiş, babası da bu acıya dayanamayıp intihar etmişti. Berrin Hanım yatılı okulda okuyordu yazları da babaannesinin yanına gelirdi. Babasının ölümünden annesini suçlayan Ahmet amcası bir türlü sevememişti Berrin'i. Tabii kızları da. Zavallı babaannesi onu her ne kadar korumaya çalışsa da gücünü yetiremez, isyan ederdi. Ahmet amcası kardeşinin ölümünden Berrin'i ve annesini suçlu görüyordu. Zavallı Berrin ne annesini ne babasını görebildi ne de çocukluğunu yaşabildi. 

 

       İşte o pazar sabahı erkenden apar topar herkes kahvaltısını etmiş. Azıklarını hazırlamış tarlaya gidecekti. 

      Amcası Berrin hanıma seslenmişti;

    '' Berrin, öküzleri arabayı koş! Çabuk ol tarlaya gidiyoruz, senin yüzünden işler karanlığa kalacak"

     Berrin hanım, hemen öküzleri ağaç arabanın yanına götürüyordu. O gün öküzler sanki huysuzluk yapacak gibiydiler. Bir türlü arabaya yanaşmak istemiyorlardı. Zavallı Berrin Hanım büyük bir çaba sarf ederek öküzleri ikna etmiş ve boyunduruğun başına getirmişti. Ağaç araba ağırdı, boyunduruğu da kaldıramıyordu. Bütün bunlarla uğraşırken aniden amcasının küfürle karışık o tok sesiyle irkildi. Titremeye başladı ki; ensesinde patlayan Osmanlı tokadının acısıyla oracığa yığıldı. Amcası poposunu tekmeleye başlamıştı. Ağlamaya başlayacaktı ki ; 

    '' Aptal kız, çabuk olsana senin yüzünden geç kalacağız. İki öküzü bir boyunduruğa koşamadın. Beceriksiz işe yaramaz ahmak. Allah senin belanı versin, yediğin lokmalar haram zıkkım olsun!'' 

      Berrin Hanım;

      '' Yarabbim nedir bu benim çektiğim? Bana ne kadarcık yemek veriyor ki haram zıkkım ediyor. Ben bacak kadar boyumla bu işin üstesinden nasıl kalkacağım? '' diye mırıldanarak için için ağlıyordu. Öküzlere ağlayan ve yalvaran gözlerle bakıyordu;

      '' Ne olur sarı öküz bana yardım et! '' dercesine yalvarıyordu sanki. Ne olduysa oldu o an iki öküz de birden sakinleşti. Ne olduysa o an oldu. İşte o pazar sabahı yediği dayağın ardından sanki öküzüler ona acımış gibiydi. Öküzleri koşacağı arabanın boyunduruğunu bir taraftan olanca gücüyle kaldırmaya çalışıyordu ki öküzlerden birisi adeta kafasını eğdi ve boyunduruktan içeri geçirmişti. Diğer öküz de ona yardım edercesine boyunduruğa boynunu eğerek kendisi koşulmuştu. Tam iplerini toparlayıp arabanın yanına hareket edecekti ki amcasının sesi kulaklarında yeniden çınlamaya başladı. 

       Amcası;

     '' Salak kız hiç dikkat etmiyorsun. Bak bu öküzü tam iyi koşamamışsın birazdan bu çubuk yerinden çıkar sonrada öküz boyunduruktan. Öküz boyunduruktan çıkarsa ne olur?'' 



       Zavallı Berrin cevap veremiyordu titremekten. '' Kızım söylesene ne olur diyorum sana?''
Berrin; '' hepsini yeniden yapmam gerekir amca..''
     '' Aptal kız, eşek, hayvan ! Öküz boyunduruktan çıkarsa senin gibi densiz hadsiz olur! O yana bu yana yalpalanır kafasına göre dolanır görevini yapmaz. İşte sen de bu öküzler gibisin, bu tokadı ensenden eksik edersem sen de hadsiz densiz olursun, işini yapmaz yan gelir yatarsın.'' Ardından amcası durur mu tabi hemencecik iki tokadı yapıştırıverir ensesine. Berrin hanım bunu nasıl unutabilirdi? Kendisi gibi zavallı öküzler bile insafa gelip ona yardımcı olurken amcasının bu sözleri yediği dayaklardan daha da çok dokunmuştu, işlemişti.Zavallı yüreğinde derin eksiklikler hissettirmişti. 

       Berrin Hanım bir taraftan ağır aksak adımlarla avluda dolanırken bir taraftan hatırladığı bu acı pazar sabahı hatırası onu daha da hüzünlendirmişti. Hemen hanımelilerinin uzandığı duvar dibindeki eski boyası dökülmüş tahta sandalyeye oturuverdi.  

 

       Düşünüyordu acaba babası ve annesi yaşasaydı nasıl bir çocukluğu olurdu? Anne sevgisi baba sevgisi, çocuk olmak nasıl bir şeydi. İşte bunları düşünürken cıvıl cıvıl seslerle birden yüzü gülümsedi. Mahallenin çocukları hemen Berrin hanımın evinin önündeki parkta oynuyorlardı. ''Berrin teyze bizimle oyun oynar mısın?'' Berrin hanım;
'' Elbette oynarım çocuklar! Peki, söyleyin bakalım bugün ne oynayacağız?'' Çocukların içlerinde yanakları pembe hafif çilli tatlı mı tatlı Çiçek isminde bir kız çocuğu vardı. Berrin Hanım, Çiçek'i çok severdi. Çiçek'in annesi de onu dünyaya getirirken vefat etmişti. Çiçek;


      '' Evcilik oynayacağız sen benim annem olur musun?''

      Berrin hanım; '' Elbette olurum hem de seve seve '' diyerek çocukların yanına parka indi ve onlarla orada saatlerce oynadı. Evin avlusuna geldi çaydanlık hala kaynıyordu, gidip çay almak istedi, fakat azıcık dinlenmek için avludaki hanımelilerin altındaki eski tahta sandalyede dinlendi. 


       Ne yazık ki bir türlü çocukluğunu yaşayamamıştı. İlerleyen yaşına rağmen çocukluğunda yaşadığı olayları unutamıyor ve nerede bir çocuk görse şefkat ile yaklaşıyordu. 

       Berrin Hanım avludaki yerinden kalkarak boşalan çay bardağını eline aldı ve mutfağa geçti. Bardağını yeniden çay ile doldurdu.

      Olduğu yerden kalktı, odanın içerisinde dolaşmaya başladı. Sonra telefonu eline aldı. Telefon etti. Biraz konuştu ve konuşması kısa sürmüştü. Sonra oturdu daktilosunun başına ve yazmaya başladı.

 

      Bardağında bitmek üzere olan çaydan bir yudum daha aldı. Derin bir nefes aldı. Duygu yüklü gözlerin hafif neminde yüzündeki o mutlu gülümsemenin verdiği mutluluğu doya doya yaşamak istiyordu artık.



      Telefonun diğer ucunda konuştuğu kişi oğlu Mustafa idi. Berrin hanım üzücü çocuk yıllarında amcasının dayaklarına bile alışmıştı. Okul dönemlerinde yatılı okuduğu için rahattı. Köyünü çok sevmesi ve özlemesine rağmen yaz mevsiminin gelmesini hiç istemezdi. Çünkü başına gelecekleri tahmin edebiliyordu. Ama mecburdu köyüne gitmeye. Kimsesizdi. 


       Yorucu ilkokul ve ortaokul yıllarından sonra hayatı biraz da olsa düzene girmeye başlamıştı. Berrin Hanım'ın hayatı hep çalışmakla geçmişti. On beş yaşına kadar yazları köyde amcasından çekmediği kalmamıştı. Küçük yaşta çektiği bu çilelere rağmen dersleri çok güzeldi. Okulunda da başarılı bir öğrenciydi. Üniversite okuyup doktor olmak istiyordu. Bu şartlar altında belki hayallerini gerçekleştirmesi çok zor gibi görünse de o bunu başarmak için elinden geleni fazlasıyla yapıyordu. Berrin okuldaki başarısının yanı sıra sevilen de bir öğrenciydi. Çeşitli okul aktivitelerinde aranan bir isimdi. Edebiyat öğretmeni Hatice Hanım'ı çok severdi. Hatice Hanım da Berrin'i çok severdi. Rahmetli annesinin saçları gibi upuzun kestane rengi saçları vardı Hatice Hanım'ın. Berrin resimlerinden gördüğü kadar tanıdı annesini. Kokusunu hiç bilemeden duyamadan. Hatice Hanım Berrin'in yaşadıklarını anlattıklarından dolayı az çok biliyordu ve çok üzülüyordu. Bir gün Berrin ile konuşmaya karar verdi. Berrin ortaokul üçüncü sınıftaydı. Tenefüste duvarın dibine çömelmiş duvar dibinden büyüyen minik papatyaları seyrediyordu.     Hatice Hanım;

 

      '' Berrin sana bir teklifim var. Eğer kabul edersen dünyanın en mutlu insanı  ben olurum'' dedi. Berrin şaşkınlıkla öğretmeninin ne söyleyeceğini bekliyor ve heyecanlı gözlerini bir o yana bir bu yana kaçırıyordu.

 

       ''Berrinciğim ben babam ile birlikte yaşıyorum. Anlatmıştım annem rahmetli olmuş ben de annemi hiç tanımadım senin gibi. Kardeşlerim de evlendi gitti. Eğer sen de kabul edersen tahsilinin ve hayatının diğer geri kalan kısmında bizimle birlikte yaşamanı teklif ediyorum'' Berrin çok duygulanmıştı. Öğretmenini zaten çok seviyordu, hiç bilmediği anne kokusunu onda duyar gibi oldu. Sevinçle hiç düşünmeden boynuna atladı ve '' Çok sevindim , çok teşekkür ederim, öğretmenim elbette kalırım! '' dedi.

 

        Berrin hemencecik kabul edivermişti öğretmeninin teklifini. Yaşadığı hayat o kadar acımasız davranıyordu ki ona kabul etmekten başka şansı da yoktu aslında. Artık amcasının dayaklarından babaannesini çok sevmesine rağmen kurtulacaktı. Ağır yorucu köy işlerine de veda edecekti. Hayallerinin peşinden koşacak ve huzur içinde olacaktı. 


        Hemen o hafta sonu öğretmeni amcası ile görüştü. Zaten amcası da Berrin'i hiç sevmediği ve bir yük olarak gördüğü için seve seve onayladı. Hatice Hanım o gün Berrin'i evlerine götürdü. Babası ile tanıştırdı. Hatice Hanım'ın babası 60'lı yaşlarda, ak sakallı, tonton sevimli güleç yüzlü bir insandı. İsmi Abdullah idi. Abdullah amca Berrin'i görür görmez cebinden bir şeker çıkardı. '' Öp bakalım kızım elimi. Yeni yuvan huzurlu bu senin gibi tatlı olsun'' dedi. Berrin hayretler içindeydi. Hiç tanımadığı ilk defa gördüğü birine kanı hemen de ısınmıştı. Abdullah amca iyice yaşlanmıştı. Çocukları büyümüş, evlenmiş bir sürü torunları olmuştu. Kızı Hatice onun can yoldaşı gibiydi artık bir can yoldaşı daha olacağı için çok mutluydu. Hem de zavallı Berrin'i yaşadığı bu ızdıraptan kurtarmanın huzuru gözlerine yansıyordu. 

 

        Eşi son evladı Hatice'nin doğumunda aniden hakkın rahmetine kavuşunca, köy yerinde çocuklarıyla bir başına kalakalmıştı. Ve biliyordu köy işlerinin ne kadar ağır  olduğunu. Evlatlarını bu yükün altına sokmak istemedi. Büyüdüklerinde   meslek sahibi insanlar olmaları amacıyla  şehre yerleşmişti. 



       Abdullah amca Berrin'in neler yaşadığını tahmin ettiği için ona iki kat fazla sevgi gösteriyordu. Berrin kısa zamanda yeni yuvasına alışmış ve derslerine konsantre olmuştu. Lise yıllarında öğretmeni Hatice Hanım'ın da yardımıyla başarılı bir şekilde üniversite sınavlarına hazırlanmış ve istediği bölüm olan tıbbiyeyi kazanmıştı. 



       Okul için Ankara'ya gidip kayıt yaptırması gerekiyordu. Hatice Hanım Abdullah amca ve Berrin çok heyecanlılardı. Kayıt işlemleri için Ankara'ya gittiler. Berrin'i hemen okulun yakınlarında bir kız yurduna yerleştirdiler. Artık veda vakti gelmişti. Berrin hayatında ilk kez anne ve baba sevgisini bu güzel yürekli insanlardan görmüştü. Onlarla vedalaşmak çok ağır gelse de eğitimini tamamlayıp doktor olmak için her şeye hazırdı. 

 

      Yaşlı gözlerle vedalaşırlarken Abdullah amca ; '' Berrin kızım bu üç yıl içinde seninle birlikte çok güzel günlerimiz oldu sen de benim bir evladımsın. Evlatlarımın hepsi okudular meslek sahibi oldular beni utandırmadılar. Çok şükür Rabbim bana senin gibi bir çiçek daha verdi ve sen de beni mahcup etmedin. Bahtın güzel zihnin açık hayatın huzur dolu olsun güzel kızım. Hakkını helal et '' dedi.

 

      Berrin;

 

       '' Abdullah amca ben hayatımda kimseden görmediğim sevgiyi ilgiyi huzuru sizlerde buldum. Sizler benim asıl ailemsiniz siz babam gibi, Hatice öğretmenim ise annem gibi oldu. Allah sizlerden razı olsun asıl siz hakkınızı helal edin.'' dedi. Ve bir müddet daha birlikte vakit geçirdikten sonra zar zor da olsa birbirlerinden ayrıldılar. Hatice Hanım Berrin'e çok güvendiğini yüzünü kara çıkarmayacağını ve güzel haberlerini beklediklerini söyledi. 


        Artık üniversiteliydi ve Ankara'da tek başına yepyeni bir hayata daha başlamıştı Berrin. Üniversite yıllarında da diğer tahsil hayatındaki başarıyı fazlasıyla gösterdi. Eşi Ersin ile de tıbbiyede tanışmış üçüncü sınıfta evlenmişlerdi. Bir taraftan yarım gün çalışıyor bir taraftan ise okullarına gidip geliyorlardı. Ersin'in ailesi Ankara'ya uzak bir şehirde yaşıyorlardı. Evlenmesine de onay vermedikleri için gizlice evlenip her şeye rest çekmişlerdi. Hayata birlikte tutunmaya çalışırken daha tıbbiyeyi bitiremeden birde evlat sahibi olacaklarını öğrendiklerinde önce şaşkın gözlerle birlerine bakmış sonra güvenli bir gülümsemeyle '' biz bunu da başaracağız'' diyerek yollarına devam etmişlerdi. Torunları olacağını öğrenen Ersin'in ailesi de bu durumdan mahrum kalamayıp Ankara'ya yerleşmişlerdi. Hem Berrin'i tanıyınca onlar da çok sevmiş ve hemencecik kabullenmiş. Daha evvelden kabul etmedikleri için üzülmüş ve  af dilemişlerdi. 

 

        Berrin'in oğlu Mustafa dünyaya geldiğinde anne olduğunun müjdesini Abdullah amcası ve Hatice öğretmenine haber vereceği zaman eve gelen telefon ziliyle birden irkilmişti. Abdullah amca ve Hatice Hanım Berrin'e sürpriz yapmak için Ankara'ya gelirken yolda bir trafik geçirmiş ve hakkın rahmetine kavuşmuşlardı. Berrin anne olmanın mutluğunu yaşayamadan derin bir hüzne bulanmıştı. Uzunca bir süre bu bunalımdan kurtulamamış. Bir türlü kabullenememişti onların öldüklerini. Neler oluyordu böyle ? Hayatı yeniden mi buhranlar içinde geçecekti? Berrin kafasındaki bir sürü endişe ile ard arda aksilikler yaşamaya başlamıştı. Eşi Ersin her ne kadar da onu teselli etmeye çalışsa da başaramamış ve başka başka aşklarda medet ummaya başlamıştı. Ortak bir okul arkadaşlarının vasıtası ile tesadüfen bunu öğrenen Berrin, üzüntüden ne yaptığını bilemiyor, devamlı ağlıyordu. En kısa zaman içinde boşanmışlardı. Mahkeme çocuklarının velayetini babaya vermiş ve Ersin oğlunu ve ailesini de alıp İstanbul'a yerleşmişti.



         Berrin artık yapayalnızdı. Kötü hatırlarla dolu çocukluk yıllarının ardından üç yıl birlikte huzur içinde yaşadıkları Hatice öğretmeni ve Abdullah amcasını kaybetmiş, eşiyle boşanmıştı. Sanki bu hayatta bütün aksilikler onu buluyordu. 



         Göreve başladığı yıllarda Berrin sık sık oğlunu ziyaret için İstanbul'a gidip geliyordu. Oğluyla hasret giderip onun kokusuna doyamadan geri dönüyordu. Bir süre sonra eşinden bir telefon almış ve eşinin kariyeri için yurt dışına yerleşeceğini öğrenmişti. Dünyası başına yıkılmıştı. Kendisi zaten anne baba sevgisine muhtaç büyümüştü bir de oğlunu bu sevgiden istemeden mahrum bırakmanın ve evladından ayrı düşmenin acısını hazmedemiyordu. Mecbur kalmıştı oğlundan ayrı düşmeye. 

 

        Uzun yıllar oğlunu göremeyen Berrin ondan sık sık haber alsa da telefon ile görüşse de bir türlü içindeki özlemi dindiremiyordu. Aradan 25 koca yıl geçmiş oğlu koskoca adam olmuş ama o hala onu görememişti. Berrin Hanım evinin önündeki parkta çocuklarla oynadıktan sonra avluda dinlenip içeri geçtiğinde çalan telefon zilinin ardından oğlu Mustafa ile görüşmüş ve onun Türkiye'ye geleceğini babasının vefat ettiği haberini almıştı. Berrin eski eşi Ersin'i çok sevmiş, ondan ayrıldıktan sonra kendini mesleğine çocuklarına ve yazı yazmaya adamış, hiç kimseyi sevememişti. Gözleri nemlenmiş inci taneleri dökülmeye başlamıştı. Bir taraftan da büyük bir telaş ve heyecan içindeydi. Oğlu Mustafa artık onunla birlikte Ankara'da yaşayacaktı. 


        Oğlunun gelmesine üç hafta vardı. Berrin hanım hayatında hiç mutlu olmadığı kadar mutlu ve dinamikti. Bütün evi boyamış temizlemiş, oğluna çatı katını düzenlemişti. Oğlunun hangi yemekleri sevdiğini bilmiyordu; bilseydi ona elleriyle neler hazırlayacaktı. Heyecanla gün sayıyor. Günler geçmek bilmiyordu. 

 

 

        Nihayet oğlu uçağa binmiş Ankara'ya geliyordu. Berrin Hanım en güzel kıyafetini giymiş, havaalanına oğlunu karşılamaya gitmek için yola çıkmıştı. Evinin hemen beş dakika uzağındaki taksi durağından bir taksiye atlayıp hemen hava alanına gidecek ve yirmi beş yılın özlemi ile oğlunun boynuna sarılıp onu doya doya koklayacaktı. Berrin Hanım durağa yaklaştığında tam karşıdan karşıya geçerken aniden bir fren sesiyle irkilmiş yere yığılmıştı. Zavallı Berrin Hanım acılar içinde geçen hayatında oğluna kavuşacağı gün doktorların bütün çabalarına rağmen kurtarılamamıştı. Oğlu Mustafa annesinin cenazesine üzüntü ile katıldıktan sonra birlikte yaşacakları eve geldiğinde etrafı dolaşmaya başladı. Annesi onun için ne kadar da özenle hazırlanmıştı. Rahmetli yaşasaydı güzel günler hayali içindeydi Mustafa.

 

 

        Annesinin odasına girdiğinde gözlerine inanamadı. Babası her sene Mustafa'nın bir resmini Berrin Hanım'a yollardı. Ve resimlerin hepsi özenli bir şekilde komidinin üzerinde duruyordu. Komidine yaklaştı ve çekmeceyi açtı. Çekmecede bir sürü ajanda vardı. Berrin Hanım adeta oğlu Mustafa'ya olan hasretini ve onsuz geçen günlerde neler yaptığını ve günlerinin nasıl geçtiğini bu defterlere yazmıştı. Mustafa komidinin hemen yanındaki koltuğa oturdu ve defterleri nemli gözlerle okumaya başladı. Okuduğu ilk defteri kollarının arasına sımsıkı sararak kokladı ve öptü. Ve şunları söyledi ; '' Annem mekânın cennet olsun.''

          Yasemin ÜNLÜ 

( Berrin Hanım başlıklı yazı Yasemin ÜNLÜ tarafından 20.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.