Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği evimizin bahçesinde bir Akasya Ağacı vardı… Asırlık çınarlar gibi bir duruşu vardı ve belki de kasabanın en yüksek ağacı oydu.

Bir şemsiyeyi andıran ve gökyüzüne bakan dallarını, dua eden bir insanın açılmış kollarına benzetirdim adeta… Yeri bir başkaydı gönlümde Akasya Ağacı’nın. Halbuki başka bir sürü ağaç vardı bahçemizde, hepsi de meyve veren… Badem, dut, kayısı, iğde, armut ve elma…

Mayıs Ayı girdiğinde nazlı bir gelin misali bezenir, süslenirdi, bembeyaz çiçeklerle ve bir ayrı güzellik gelirdi sanki üzerine… Yeşil- beyaz bir serenat başlardı bahar esintileriyle dallarında ve kuşların sesi de bu nağmeyi tamamlayan birer nota olurdu..

Yaz akşamlarında yemek yerdik altında, sıcak günlerinse en koyu gölgesini sunardı bizlere. İlk hayallerim onun gölgesinde şekillenmişti ve arkadaşlarımla oynadığım oyunlar çocukluğumda…

Ve bir gün…
Dev cüsseli akasya Ağacı boylu boyunca yerlerde yatıyordu ölümün huzur veren sessizliği ile… Adeta bir ibret tablosu çizmişti ders almayı bilen gözler önünde. O kadar direnmişti kesilmemek için ama sonunda teslim olmuştu bütün hayat sahiblerini teslim alan ölümün pençesinde. Geriye kalansa ondan hatıralar ve yüreklerimizde bir sızıydı kanar gibi…Ölüm yakışmıştı ona bir gelin gibi…

Kaç yıl oldu bilmiyorum Akasya Ağacım kesileli. Şimdi onun yerinde birkaç tane birden Akasya Ağacı var kökünden filizlenmiş olan. Ama hiçbiri onun yerini dolduramadı, arkasına bakmadan giden bir sevgili gibi tıpkı…

İnsanlar da böyle değil mi? Acı tatlı bir sürü şey paylaştığımız, beraber gülüp, beraber ağladığımız, beraber sevindiğimiz mutlu olduğumuz, bayram ziyaretlerine gittiğimiz, sevdiğimiz bazen de kızdığımız, kırıldığımız, zaman zaman küstüğümüz yakınlarımız bir gün ardında bir ince sızı ile birlikte hatıralarını bırakarak usulca süzülüveriyor kayan bir yıldız misali hayatımızdan...

Ve aslında giden hiç kimsenin yeri de dolmuyor her ne kadar yeni gelenler olsa da. Her ne kadar unutulduğu düşünülse de zamanla, bir gün bir hatıra ile ya da bize miras kalan bir eşyası ile hatırlanıyor, beraberinde bıraktığı sızı ile... Her gidenin bu dünyadan geçtiğinin tek şahidi bir mezar taşı oluveriyor, unutulmaya yüz tuttuğunda...

Önce dayımın eşi ile başladı bu silsile. Küçüktüm o zamanlar, ölüm nedir belki idrak edemiyordum. Nereye gittiğini sorduğumda yengemin, “ölüm”, demişlerdi adına.. İlk o zaman anladım ölümün diğer adının ayrılık olduğunu..
Ve arkasından anneannem…
O çok sevdiğim, göz rengimi kendisinden aldığımı söyledikleri anneannem…
Aynen Akasya Ağacı’m gibi ona da yakışmıştı ölüm. Annem öyle demişti. Kınalar yakmışlar ellerine bir gelin gibi…Duası kabul olmuş, hiç hasta olmadan, kimseye muhtaç olmadan…
Ankara’da bir dayım vardı ve o zaman görmüştüm ilk onu. Para gönderirdi anneanneme, duyardım ama kendisini bilmezdim. Beni küçükken götürmek ve orada okutmak istediğini, babamın ise göndermediğini, “Bir tanecik kızım var, onu da oralara mı göndereyim?” dediğini bir de…
Arkasından bir sürü giden oldu, anneannemin arkadaşlarından. Hepsi çok severmiş onu ve ne kadar sadık dostlar olduklarını ispatlar gibi hemen arkasından yetişmişlerdi. Halbuki biz biliyorduk onların ne candan arkadaş ve dost olduklarını…
Babaannem girdi sıraya ve arkadan en büyük halam. Hani Ankara’daki dayımın sınıf arkadaşı olan ve numaralarını bile unutmadan hepsini sırasıyla saydığı…
Sonra da iki dayım gitti sırayla. Evleri birbirine bakardı, ölümleri de öyle oldu.

En yakın arkadaşımın eşi oldu bizi en çok sarsan ve etkileyen bu defa. Çünkü O, hem genç yaşta idi, hem de aniden, hiç beklenmedik bir zamanda veda etmişti bizlere ve bu dünyaya... Arkasında bıraktığı kızı ise bizlere en kıymetli emanetiydi...
En son ise Ankara’daki dayımı verdik kara toprağa. 20 yıldır görmediğim ama var olduğunu bildiğim dayım. Şimdi Ankara’da bir dayım yok yani. Yani kimse dolduramadı yerini. Tıpkı anneannem gibi, tıpkı diğer gidenler gibi…
Tıpkı Akasya Ağacı’m gibi.

Ve birkaç gün önce de amcamın eşini kaybettik bu dünyadan. Zincirin en son halkası da o oldu şimdilik, sıraya dahil olanlar oluncaya dek. Kim bilebilir ki belki de biz varız o sıranın başında ya da bir yerlerinde…
Ölüm her zaman zamansız çalıyor kapıyı…
Tıpkı Akasya Ağacı’m gibi…
( Akasya Ağacı başlıklı yazı dilek--cagla tarafından 2.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu