İkinci sorumuz ise. 2) Kimiz?

İşte burası çok önemli bir konu. Âdemoğluna bir kimlik verilmiş “eşref-i mahlûkat”. Yaratılmışların en şereflisi olabilme özelliği neden biz insanoğluna verilmiş melekler dururken.

Biz niçin yaratıldık? Ayeti kerimede buyrulduğu üzere “Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zâriyât Sûresi Ayet – 56)

Cenâb-ı Hak biz kullarına 7 nimet verdi. Bizi üstün kılan özelliklerimiz nelerdir?

1)   “Eserden müessire intikal kabiliyeti.”

Bizi yaratanı görmek ve O’na kulluk borcumuzu yapmak istiyoruz. Ama…

Araf Suresi, 143- Ne zaman ki, Musa, mikatımıza (Mekke-i Mükerreme yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer) geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. “Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana” dedi. Rabbi ona buyurdu ki; “Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin”. Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, “Sen sübhansın”, “tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim” dedi.

143- Vakta ki Musa, kardeşini yerine halef bırakıp mîkatımıza, tayin ettiğimiz özel vakitte geldi ve Rabb'i kelâmıyle onu muradına erdirdi. Meleklere olan kelâmı gibi aracısız fakat perde arkasından ona söz söyledi “onu, özel konuşmak için yaklaştırdık” (Meryem, 19/52) ilâhî sözü delalet eder ki bu kelâm “mecvâ” idi. Musa aleyhisselam ilâhî kelâmı her cihetten işitiyordu, diye bir rivayet vardır. Bu da gösterir ki, Allah'ın kelâmını işitmek, mahlûkatın kelâmını işitmek gibi değildir. Rabb'i onu, doğrudan doğruya fakat perde arkasından kelâmıyla mutlu edip, kelim kılınca, Allah kelâmının şevk ve neşesiyle Musa'da Allah'ı görme arzusu uyandı ve galeyana geldi de Ey Rabbim, bana göster kendini, bakıp göreyim seni dedi. Yani perdeyi kaldır, bana bizzat tecelli et de didarını görmeyi nasib eyle diye yalvardı. Rabbi ona dedi ki, beni katiyen göremeyeceksin, velâkin dağa bak, eğer yerinde durabilirse sen de beni göreceksin. Bunun üzerine Rabbi, dağa tecelli edince ki bu bir izafi tecellidir yani, zatındaki bütün azamet ve kudret-i mutlakası ile değil, azamet ve kudretinden bir lemha zuhur, emir ve iradesinden bir parçasının dağa çarpmasıyla onu hurdahaş eyledi, unu fak yapıp yerle bir etti. Hamze, Kisaî, Halef-i Âşir kırâetlerinde okunduğuna göre, “dümdüz ediverdi”, yani, dağ gidip, yeri dümdüz oluverdi, hörgüçsüz bir deve gibi oluverdi. KURAN'I KERİM TEFSİRİ (ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)

 

Anlaşıldığı üzere biz aciz kullara verilmesi gereken ön güzel meziyetlerden biri “Eserden müessire intikal kabiliyeti” dir.

 

Bir resme baktığımız zaman bunu yapan ressamı tanımlayabiliriz. Bir çocuk mu yaptı yoksa usta bir ressamın elinden mi çıktı bilebiliriz. Hatta resimde anlatılmak istenileni çok iyi kavrayabiliriz.

Kâinat bakıp şöyle bir göz gezdirdiğimiz zaman bunların Yüce Yaratıcısını bilip takdir etme ve önünde hürmet ve minnetle eğilme yeteneği bize verilmiştir. Nebat ve hayvanlar bunu yapamazlar.

 

Bizim gibi basit kullar gökyüzüne yani kâinata baktıkları zaman Rablerinin Esma-ül Hüsna’sının 99 tanesinden sadece bu üç dört tanesini idrak ederler. Arif olan insanlar ise baktıkları zaman 99 Esma-ül Hüsna’dan hepsini idrak ederler. Ve Rabbimizi böylece tanıma fırsatını elde etmiş oluyoruz.

 

Allah her şeyi yoktan var etti. el-KÂDİR

Allah Teâlâ, kudretine bir ayna olmak üzere kâinatı yaratmıştır. Gök boşluğunun ölçülmesi mümkün olmayan genişliği içinde, akıllara hayret ve dehşet verecek derecede birbirlerine uzak mesafelerde milyarlarca güneşleri yandırmak... Fezalarda, sayısı belirsiz âlemleri birbirine çarpmadan koşturmak... Bir damla suyun içinde, birbirine temas etmeden hesapsız hayvanatı yüzdürmek Kâdir isminin tecelli yatındandır.

 

Yarattığı düzen içinde hiçbir eksiklik yok, noksansız, mükemmel. Subhanallah

Bunları görüp idrak ettikten sonra oturup Fener-Galatasaray maçını konuşamayız. Ne yapacağız? Biz insanız. Bana bak arkadaş bu gökyüzü niye yaratılmış? Bunun niyesini bilmeden ruhen rahata ulaşmamız ve imani huzura kavuşmamız imkânsızdır. Peki, niçin yaratılmış? Bunun cevabını biz veremeyiz, Cenabı Allah veriyor: “Ben bir gizli hazineydim, bilinmeyi murat ettim, onun için bu harika âlemleri var ettim, bu kâinatı yarattım” buyuruyor.

 

Şimdi, şurada yerin altında bir hazine bulunsa, ama kimsenin bu hazineden haberi olmasa; burada da bir hazine olsa ve kendisini bilecek mahlûkat yaratılsa, elbette buradaki daha üstündür, çünkü bilinmemek bir noksanlıktır. Cenabı Allah en üstündür, en mükemmeldir, öyleyse O’nun yüceliğinden dolayı böyle bir kâinat yaratması Zatını, sıfatlarını, in’am (Nimet vermek. İhsan etmek) ve ikramını bizlere tanıtması lazımdı, ondan dolayı bu kâinat yaratılmıştır.

 

2)   DOĞRU ile YANLIŞ’I ayırt etme kabiliyeti, bundan İlimler doğmuştur.

3)   ADALET ile ZULÜM’Ü ayırt etme kabiliyeti, bundan Siyaset ve Hukuk doğmuştur.

4)   FAYDALI ile ZARARLIYI ayırt etme kabiliyeti, bundan Ekonomi doğmuştur.

5)   İYİ ile KÖTÜYÜ – GÜZEL ile ÇİRKİNİ ayırt etme kabiliyeti, bundan Ahlaki Değerler ve Manevi İlimler doğmuştur.

6)   İrade-i Cüziye (sınırlı irade)

Biz eşrefi mahlûkatız, meleklerden bile üstün yaratılmışız. Ne olmuşta meleklerden üstün kılınmışız? Çünkü melekler Cenabı Hak ne emrederse otomatikman onu yapıyorlar. Robot gibidirler. Bize gelince bize irade-i cüziye verilmiş. “Bak kulum ben sana doğruyla yanlışı kavrama kabiliyeti verdim. Doğruyla yanlışı bildirdim. Bu hayır, bu şer gösterdim. Şimdi seni serbest bırakıyorum” diyor. İstersen kendi iradenle hayra hizmet et, iyi insan ol, mükâfatını bul. İstersen kendi iradenle şerre hizmet et, kötü insan ol cezanı çek” buyrulmuş ve serbest bırakılmışız. Neden? Eğer biz de robot gibi olsaydık sevap kazanma şerefimiz olamazdı. “Kulum kendi iradesiyle hayrı seçtiği için onu mükâfatlandırmam lazımdır, buna layıktır” diyebilmek için bize irade-i cüziye vermiştir. Ve böylece de meleklerden üstün olmuşuz.

 

Şimdi ben sizinle konuşurken şu kapıdan içeriye Arçeliğin maskotu olan küçük robotun yerine, uzun boylu bir yakışıklısı girse, karnındaki makinelerle takır takır takır yürüyüp gelse, şu su bardağını şuraya koysa, dese ki: “efendim ben sizin hizmetkârınızım, dışarıda oturuyorum suyunuzu getirdim”, neyle söylüyor, karnındaki teyp ile “başka bir emriniz varsa şu zile basın kâfidir, hemen koşar gelirim, afiyet olsun” dese, kibarlığından dolayı da geri geri yürüyerek çekilse, bu vaziyeti görünce ne yaparım? Çok af edersiniz “ulan vay canına be, şu Japonları görüyor musun, herifler amma robot yapmışlar ha…!” derim. Yani robotu değil, Japonları methediyorum, onu yapanları hatırlayıp takdir ediyorum. Onun için robot olmak marifet değildir. İrade-i cüziye almış mesul ve mükellef kılınmış olmak marifettir.

 

7)   Bu kadarla da kalmamış, Cenabı Hak bir yedinci nimet daha vermiştir. Nedir o? İslâm. Bize aynı zamanda saadet yolunu da göstermiştir. Bu sadece insanlara verilmiştir. Cenabı Hak “Ben size doğrularla yanlışları ayırma kabiliyeti verdim, ama hangi doğru sizi saadete götürür siz bunu bilemezsiniz. Ben yaptığımı eksik yapmam, Kemal sahibiyim, nimetimi İslam’la tamamlıyorum” buyurmuş, böylece bize yedi tane müstesna nimet bahşetmiştir.

( Kulluk Ve Cihad 2 başlıklı yazı onur-alp-dem tarafından 13.12.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu