Muğla’da bir hastane odasın da  gözlerini açarak  başladı sevgili babam güne ve tabiî ki bizde  onunla birlikte. Solgun yüzünün canlandığını görmek annem ve beni keyiflendirmişti.  Bir an onu laci takım elbisesinin içinde, okulun çakıl taşlı bahçesinde volta atarken hatırladım. Yıllarca yurdumun ücra sayılabilecek köylerinde öğretmenlik yapmıştı. Okulun akan damını aktarır, uzak köylerden gelen çocukları için okuluna bir saat öncesinden gider, sınıfların sobasını yakar, üşüyen ıslanan çocuklarının ısınmasını sağlardı,  onlarla tek kale maç yapar, okul sonuna doğru dağlara pikniğe çıkarlardı. Tatlı sert hali hem çok sevilirdi hem de okul bahçesinden içeri adımını atar atmaz Yusuf öğretmen geliyor dendiği anda yaramazlıklarıyla bilinen kim varsa hazırola geçilirdi. Bir kış günü Sakarya da oturduğumuz evimizin kapısı   çalındı. Karşımda 20 lı yaşlarda iki delikanlı duruyordu. Babam hemen arkamda “hayırdır gençler kime bakmıştınız” demişti, içlerinden biri hocam beni tanımadınız mı deyince babam ‘çıkartamadım evladım’ dedi. Delikanlının cevabı kısa ve netti, “haftanın günlerini sayamadım diye az mı dövmüştünüz hocam.” Babam mahcup bir gülümseme ile Kütahya’nın Kızılçukur köyünde öğretmenlik yaptığı dönemdeki öğrencisini hatırlayıverdi hemen. Askere gelen gençler öğretmenlerini unutmamışlardı.
 
           Bu gün günlerden 29 Ekim 2010 Cumhuriyetimizin kuruluşunun 87. yılı. Bu güne, hastane odasında gözlerini açarak başladı sevgili babam. Bense onu laci takımın içinde, renkli gramofonlarla ve bayrağımızla süslü okulunda öğrencilerine ve toplanan köylülere Cumhuriyet ve Atatürk konuşmasını yaparken hatırladım. O günlerin doyumsuz coşkusunu yeniden yaşayarak.  Öğle üzerine doğru doktorumuzun telkinleri ile hastaneden ayrıldık, hastanedeki odamıza astığımız bayrağımızı orda bıraktık çünkü  maalesef hastanede gözüme Şanlı Bayrağımız ilişmemişti. Bodrum’a evimize doğru yola çıktık, yol üzerinde sarı levhalardan biri dikkatimizi çekti, Stratonikeia, 500 m ilerde yazıyordu, biraz dinlenmek için bir bakalım mı baba dedim “olur” dedi. Karşımıza sağlam kalmış bir taş ev, tüm ihtişamıyla ayakta kalan terk edilmiş sessiz bir cami, taşlı dar sokaklarında yıkılmış duvarlar arasında ulu çınarlar karşılamıştı bizi. Köy kahvesinden içeri girer girmez sobayı iki üç çalı çırpı ile tutuştuverdi bizim için kahya efendi. Kimseler yok dedik, “üç hane kaldık” burada dedi, sonra köyün hikâyesini anlatıverdi bir çırpıda. Sanmayın ki Stratonikeia nın  mitolojik hikâyesi idi bize anlatılan. Bu köyde zamanında 11 kasap, 13 terzi, 3 yazlık ve kışlık sinema, 14 kahvehane, 6 berber dükkanı varmış, haftanın üç günü kurulan pazara çevre yöreden çok kişi gelirmiş, köy meydanındaki ulu çınarın altında toplanırmış ahali dini ve milli bayramlarda, Cuma namazı sonrasında düğünlerde, cenazelerde. Ulu çınarın bir gölgesi de köyün ahşap işlemeli camisini de yetişmesinin köye ayrı bir sade güzellik kattığı kesindi. 1957 yılında hafif şiddetli bir deprem olmuş Eskihisar da,  birkaç evin bacası yıkılıvermiş, devlet büyüklerimiz köyümüzü ziyarete geldiklerinde o dönemin toprak ağası (ismi bende saklı)  beyin de yönlendirmesiyle kasabanın yerini kendi arazileri üzerine yerleştirilmesini sağlayıvermiş oracıkta, böylelikle köy yarı termik santralden yarı yoldan yarı sit alanı derken istimlak edilmek suretiyle dağılıvermiş. Geriye ulu çınarlar altında üç hane ve bir cami kalıvermiş.
 
                Meydandaki ulu çınarın etrafında duran boş sandalyelerin karşısında, duvar dibinde tahtadan eski bir kulis dikkatimizi çekiverdi, milli bayramlarımız burada kutlanırmış tüm eski hisar ahalisi ile birlikte, üzerinde taş bir duvara iliştirilmiş şanlı bayrağımızla Atamızın kalpaklı bir resmi asılmıştı. Bu tahta kulusın merdıvenlerınden dıkkatlice çıktım, bir tarih kitabının tozlu sayfalarını çevirmek gibiydi. Okuma bayramları, müsamereler,  siyaset konuşmaları, Hacıvat Karagöz oyunları bu kulusin üzerinde dile gelmişti yıllırca. Cumhuriyet Balosununda   bu ulu çınarın altında milletin efendisi olan kasaba halkı ıle tüm şekilcilikten uzakta birlik ve beraberlik çoşkusu ile yapıldığını düşünmek bu zaman içindeki gerçeklere karşı içimi burkmuştu. Sessiz yalnızlığına inat ayakta kalmayı başarmış camisi ile sözü geçen toprak ağalarının  üç beş kuruş daha fazla kazanmak için terk edilmişliğine sessiz bir çığlık gibiydi görebilene görüpte anlayabilene eskihisar.   Evimize doğru dönerken babam bana tıpkı okul günlerinde ki gibi Bu gün adlı şiiri okudu. Annem ve bende hatırladığımız kadarı ile babama eşlik ederek okuduk. İçimiz buruk içimiz sessiz bir çığlıkla kimsesiz  bir meydana asılmış bayrak kadar nazlı nazlı dalgalanarak.
 
                ( Stratonikeia dan çektiğim resimleri , mitolojik hikayesi ile Ulug Turanlıoğlu’nun Bu gün adlı şiirini sizle paylaşma vaktı )
 
BUGÜN
Durmadan dalgalan şanlı bayrağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.

Ufuklar gül açsın, gülsün toprağım,

Yurdumun en büyük bayramı bugün.  

Ağaçlar bezensin, dallar süslensin.

Bahçeler donansın, güller süslensin.

Ata'nın açtığı yollar süslensin.

 Yurdumun en büyük bayramı bugün.  

Yurt için savasmak bir şanlı düğün,

Yaşamak duygusu her seyden üstün,

Istiklâl sevdası ufkumuzda gün,

Yurdumun en büyük bayramı bugün.  

Tarihe sığmayan şanlar Türkündür.

Ölümden korkmayan canlar Türkündür.

Bayrağa renk veren kanlar Türkündür,

Yurdumun en büyük bayramı bugün.  

Ata'miz her zaman kalbimizde hiz,

Ülkümüz uğrunda ölmek ahtımız ,

Şölenler kurulsun, içilsin kımız.

Yurdumun en büyük bayramı bugün.  

Kanını toprağa katanımız var,

Bayrağın altında yatanımız var,

Destanlar kaynağı vatanımız var,

Yurdumun en büyük bayramı bugün.
 
Ulug TURANLIOGLU
 
Mitolojiye Antik çağ yazarlarının Karia’da bir kent olarak isminden söz ettiği Stratonikeia Eskihisar köyü ile iç içedir. Pluturcharkhos’un belirttiği gibi kent ismini, yaygın bir mitolojik öyküye göre genç ve güzel bir kadın ile onun coşkulu aşkından almıştır. Karia’nın bu antik kentinde Stratonikeia isimli, güzelliğiyle ün yapmış bir kız yaşarmış, Kral Seleukos Nikator’un karısı ölünce kendine yeni bir eş aramış ve sonunda Stratonikeia’yı görmüş ve onunla evlenmeyi istemiş. Bu sırada kız, Seleukos’un oğlu Antiochos ile çılgın bir aşk yaşıyormuş. Buna rağmen kral ile evlenmek zorunda kalmış. Ancak Seleukos oğlunun sevgilisi ile evlendiğini bilmiyormuş. Düğünün hemen ardından Antiochos hastalanmış, yataklara düşmüş, hastalığına hiçbir hekim çare bulamamış. O sırada Karia’da bulunan ünlü bir Mısırlı hekim olan Herostratos saraya çağırılmış, hastayı bir de onun görmesi istenmiş. Mısırlı hekim de günlerce uğraşmış ama hastanın tedavisini o da yapamamış.Bir gün Stratonikeia hastanın odasına girmiş ve o anda Antiochos’un yüzü kızarmış, kalbi daha hızlı atmaya başlamış. Bu durumu gören, iki sevgilinin bakışlarından bir şeyler sezinleyen hekim Stratonikeia odadan çıkar çıkmaz Antiochos’u sıkıştırmış ve gerçeği öğrenmiş. Ama bu durumu krala nasıl söyleyecektir? Hekim uzun uzadıya düşünmüş ve Seleukos’un huzuruna çıkmış, ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

Kral Hazretleri, oğlunuzun hastalığının ne olduğunu anladım. Oğlunuz benim karıma aşık ve o yüzden de yataklara düşmüştür.
Bunun üzerine kral :
Benim sevgili oğlumdan karını esirgeyecek misin? Oğlumu kurtarmalıyız.
Deyince hekim düşünmüş ve sonra yanıtını vermiş:
Kralım siz kendinizi benim yerime koyun. Siz benim yerimde olsaydınız ne yapardınız?
Oğlum, benim karımı sevmiş olsaydı hiç düşünmez verirdim. Çünkü Antiochos benim her şeyimdir.
Hekim de zaten böyle bir anı kollamaktaymış. Hemen yanıtını vermiş;
-O halde size gerçeği söylemeliyim. Oğlunuz kraliçe Strtonikeia’ya aşıktır. Siz onunla evlenmeden önce de birlikte büyük bir aşk yaşamışlar.
Kral son derece şaşkındır.
Peki o halde evlensinler. Demiş.
Bundan sonra Stronikeia ile Antiochos evlenmişler ve kısa bir süre sonra da kral tahtını oğluna bırakmış. İşte Antiochos uğruna babasını kaybettiği güzeller güzeli sevgilisi Strotonikeia’’ın adına bu kenti kurmuş. Bu olaya değinen Byzantion’lu Stephanos M.Ö.281-261 yılları arasında kentin kurulduğunu söyler. (alıntı)

 

( Babam, Cumhuriyet Ve Stratonikeia başlıklı yazı Sevda URAL tarafından 2.11.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.