İnsanlar ve Mahlûklar
Yaşanmışlığın
Kurgusal Öyküsü.
Bir tuhaflık var bugün
bende. İçim ürperiyor, ağzım kuruyor, gözlerim nemleniyor. Sahipsiz bir bebeğin
kaldırım kenarında feryat-figan ağlaması çınlıyor kulaklarımda. Terk edilmişti
çocuk. Anne ortada yok, baba belirsiz. Birkaç dakikalık zevkin ürünü olarak
dünyaya gelmek zorunda kalan bu çocuğun suçu neydi? Bu bebeği insanlığını
kaybetmek üzere olan insanların merhametine terk etmek nasıl bir insafın
sonucuydu, anlayamıyorum. Ama henüz insanlık ölmemişti; etraf sakinlerinden
birileri ilgilileri telefonla aramış, bebeğin kaldırım kenarından alınmasına
vesile olmuştu. Burukça bir sevinç belirmişti içimde.Düşünüyorum ilgisi yüksek
bir ruh haliyle. O çocuk ben olabilirdim! şükredemiyorum; o bebeğin yerinde
olmadığım için. Şükredemiyorum; çünkü o bebeğin kaderine şükretmiş olacağımdan
utanıyordum. Bir feryat yükseldi içimden: İnsanlık kaybolmuş; merhamet
aranıyor! Ey bu çocuğu peydahlayıp, kaldırım kenarına bir paçavra gibi atan,
kendini insan zanneden mahlûk! Yaptıklarından sonra, akşam evine gittiğinde,
yüzünü sana dönen aynaya bakabiliyor musun? Bakıyorsun eminim. Peki, o aynada
ne görüyorsun? Bir insan mı, yoksa insan şekline bürünmüş bir canavar mı?
***
Ey kendini insandan
sayan mahlûk! Dünyanın en tatlı varlıklarını kaçıranlar.Onları organ
mafyalarının eline teslim edenler. Siz, gerçekten insan mısınız? Ey kendini
insandan sayan mahlûk! Hastası için ayırdığı parasını çalıp kaçanlar. Siz,
insanlığın kaçıncı perdesindesiniz! Siz, hiç lügate bakıp, insan neymiş,
öğrendiniz mi? Siz, kendini insandan sayıp arz-ı endam ederek toplum içinde
utanmadan dolaşanlar. Boynundan kravatı hiç eksik etmeyenler. Dön! Aynaya dön
ve bak! Sakın irkilme. Sakın korkma içindeki canavarın şekli-şemalından. Bak!
İrkilmeden bak. İşte o sensin!
Ey kendini insan
yurdunda gören mahlûk! Atan sana mal-mülk verdi. Okuttu, evlendirdi. Gün geldi,
devran döndü. Mal hırsı tüm hırsıyla ruhunu kabzetti. Ananı-babanı tekme tokat
dışarı attın. Zorla imzasını aldın. Dünyanın kahrını çekmekten yüzleri derin
çizgilerle dolmuş olan, dünyanın yükünü çekmekten gözlerine perdeler yerleşen o
atanı hangi insafın gerekçesiyle tekme-tokat dışarı atıyorsun? Ey mahlûk! Atana
ellerin kalkarken, hiç mi vicdanın sızlamaz? Ey atasına tokat atan mahlûk! Bak
aynaya! O aynaya iyi bak. Aynadan sana yansıyanlar, sen misin, yoksa içinden
fırlayan bir canavar mı? Korkma mahlûk, korkma! O gördüğün aslında sensin!
Gördün mü mahlûk? Sen neymişsin de haberin yokmuş. O baktığın, üzeri cilalanmış
aynadan değil. O gönüllerin pası silinmiş aynasıdır. O aynalar ki aslını
yansıtır insana. Bak ey mahlûk! İyi bak kendine, hicranında leke düşmedik bir
yer kalmış ise!
Sonra patronların arzı
endamı geliyor ekranlara. İflas etmiş; aslında etmemiş. Peşinde dolaşan, alın
terini isteyen işçilerine bağırıyor! Alın teri çoktan kurumuş, emek çoktan hak
edilmişti. Ey kendi ekmek kapısını kundaklayan zavallı mahlûk! Ey işçilerinin
parası üzerine saltanat kuran mahlûk! Evine döndüğünde, yatma vaktin
geldiğinde, kuştüyü yastığına başını rahat koyabiliyor musun? Tüm hücrelerine
kadar rahat bir uyku çekebiliyor musun? Vicdanın seni hiç sarsmıyor mu?
Sarsmamalı! Sen bu dünyaya düzenbazlık etmek için gelmişsin! Senin içindeki
çirkin yaratıklar sana yol gösteriyor! Yürü ya kulum! Sen içindeki
canavarlarakulluk ediyorsun ey mahlûk!
Derken, siyasilerin arzı
endamı geliyor ekranlara. Sevgili vatandaşlar… Diye başlıyorlar sözlerine.
Saltanat koltuğuna oturduktan sonra, bir inci güzelliğinde dizdikleri sözcükler
birer birer pula dönüşüyor. Ey yapamayacaklarını vaat edenler. Ey boyundan
büyük söz eden siyasiler! Size de sesleniyorum. Siz, gerçekten insan mısınız?
Sizler, eş-dost muhabbeti yaparken, çaresizlikten beli kırılmışlara ne söz
vermiştiniz de çabucak unuttunuz? Bizde söz ağızdan çıkar! İnsanın ağzından!
Bir başka yerinden çıkarsa, o söze başka yerinden güler insanlar! Ey yalan
söylemekten utanmayan, yalanı siyasetin aracı belleyenler.Yalanla beslenenler!
Sizler, akşam evinize döndüğünüzde, saltanatınızın bir kerameti olarak
gördüğünüz envai çeşit sofralarınıza büyük bir özenle turduğunuzda halkın
istekleri hiç çınlamıyor mu kulaklarınızda? Vaatleriniz hiç yüreğinizi
acıtmıyor mu? Eminim, saltanat hırsı böyle bir şey olmalı. İnsanı,
insanlığından alıp götüren büyük bir hırs olmalı. Yönetici! Özü, sözü doğru
olmalı. Yapamayacağını söylememeli. Söylediğini yerine getirmeli! Halk onlar
için ucuz malzeme! Söyle yalanı, otur saltanat koltuğuna. Bu işin sermayesi bu!
Ey yalanla iş başına gelenler! Siz, gerçekten insan mısınız acaba? Siz, gönül
aynası nedir bilir misiniz? Bilmezsiniz, bundan da eminim.İnleyenler,
ağlayanlar ve çaresizlikten harap olanlar sizin neyinize! Onlar işini bilir!
Onlara bir şey olmaz! Akıllarını kullansınlar! Devlet kapısı iş bulma kapısı
değil! Sen de aynaya bak ey siyasetçi! Gönül aynanda kirlenmedik bir yer var
ise, uzat kafanı da bir bak! Sakın korkma sende! Yalan söylerken,
yapamayacaklarını vaat ederken nasıl korkmadıysan, o paslanmamış aynaya dön bir
bak! İçindekini gör ve içindekiyle yüzleş! Bir umut! Sarsılır, silkinir, kim
bilir, bir miktar insanlık adına bir kırıntı kalmış ise yüreğinde, kendine
gelirsin. Kim bilir, belki İnsan olduğunu fark edersin.
Daha nice olaylar arzı endam etti ekranlarda. Kumanda! Televizyonları
yönlendiren o sihirli alet. Fırlattım, öfkeyle kalktım, attım kendimi dışarı.
Gidiyorum artık. Rüya âlemindeyim, ya da sonu bilinmeyen bir hayal âlemine
daldım. Karanlık! İki büyük tepe arası! Patika bir yol! Yürümem için açılmıştı
sanki. Sağı-solu ağaçlarla dolu; ama o ağaçlar meyvesine küsmüş! Bulutlar küme
küme. Bulutlar aya, ay yıldızlara hasret! Karanlık, hem de çok karanlık.
Derken, bir keçi marifetiyle tırmandım kayaların en doruğuna. Bir büyük kaya,
oturaklık misali. Cebimdeki sigara sanki seslendi bana. İç beni. İç, seni
dumanımla götüreyim yalandan, riyadan, ahlaksızlıktan uzak bu diyarlardan. Evet,
sigaram cebimden bana sesleniyor. Kaçırmamalıyım. Bu güzel sese kulak
vermeliyim.Titreyen ellerim cebime daldı. Bir sigara çıkarttım. İki parmağımla
biraz ovaladıktan sonra dudaklarıma götürüp, yaktım. Derin bir nefes ve sonrası
hayalin en doruğundayım. Gözlerim gökyüzünde. “Şu bulutlar bir açılsa da ay
yüzünü gösterse” diyordum. Yarım saat geçti aradan; ikinci sigaramı
parlatmıştım. O da ne! Ay yüzünü göstermiş, yıldızlarla dans halinde. Müthiş
bir sevinç kapladı içimi. İşte beklediğim bu olmalı. Yükselmeliyim oraya. Kim
bilir, orada kokuşmuşluk yoktur. Sonra, ay ışığında beliren, sağa sola
yalpalayarak bana doğru gelen bir varlık fark etti feri sönmüş gözlerim.
Kayanın dibine kadar geldi. Keçi gibi tırmanıp yanımda belirdi. Sakalları
kabarmış, gözleri yuvalarında bir fırıldak marifetiyle dönüyordu. Korkmuştum,
aslında korkmamıştım. Bir tekme ile aşağı atabilirdim. Kendimden emindem,
aslında emin değildim. Parmaklarını bana uzattı. Mikrofonik bir sesle
seslenerek, sigara istedi. Uzattım bir sigara, sonra yakmak istedim. Damarları
kabarmış, buruşmuş eliyle elimden tutup itti. Parmağını sigaraya uzatıp yaktı.
Şaşırdım, irkildim. Bu kesinlikle bir iblis olmalı. Benimle oyun oynamaya
gelmiş olmalı. İblislerle birkaç kez yüzleşmenin verdiği tecrübe ile ben de
onunla oynamaya karar verdim. Sordum, cesaretsizliğimi gizleyen sözlerle.
“Kimsin? Niçin buradasın?” Sırıttı ağzındaki çarpık ve sararmış dişlerini
göstererek. Korktum o dişlerden. Kokuyordu kocaman ağzı. Sakalları bir çalı
gibi birbirine sarılmıştı. “Seni takip ettim. Tüm düşlerini biliyorum. Buraya
neden geldiğini de biliyorum” dedi. Sordum ona “Sen iblis misin?” dedi ki bana:
“Sana ne?” “Söylesene” dedim. Sırıtmadı bu sefer. Ağzını açıp, acayip türden
bir ses tonuyla kahkaha attı. Kahkahalar çınlıyordu dağa çarpıp. Ekoyu
dinledim. Sonra bana biraz daha yaklaştı, pis nefesini bana hissettirmek
istercesine:”Ben cennetten gelmeyim” dedi. Sordu bana: “Benden neden nefret
eder insanlar?” dedim ki ona: “Hayır, hayır yanılıyorsun. İnsanlar seni o kadar
çok seviyor ki, bir rehber gibi izini takip ediyorlar” Kocaman bir kahkaha daha
patlattı. Ekoyu dinledim. “Ya, demek insanlar beni çok seviyorlar.Peki ya sen?
Neden beni sevmiyorsun” diye sordu: “Sen insanları yoldan çıkaran alçak bir
mahlûksun da onun için seni sevesim gelmiyor. Ama alçak iblis, biliyorsun,
zaman zaman beni de yoldan çıkarıyorsun” dedim. Çok tuhaf. Bir varlık, suratı
asılmışken nasıl olurda gülümseyebilir, nasıl olurda otuz iki eğri dişini
göstererek sempatiklik yapabilir? Ama o yapmıştı ve beni hem ürkütmüş, hem de
korkutmuştu. Sigarasını tüttürmeye devam ediyordu. Ne garip bir durum ki;
konuşurken bir sigara daha parlatmıştım ama onun sigarası hala yanmaktaydı.
Dedi ki bana; “Ben yaşlandım artık. Evlatlarım da insanlarla artık pek
ilgilenmiyorlar” Sordum ona: “Neden acaba?” Pis sakalını suratıma sürtmek
istercesine dedi ki bana: “Bizler cennetten çıktıktan sonra bayağı mesafe
aldık, insanları yoldan çıkarmak adına. Görevimiz tamama ermek üzere” Tekrar
sordum ona: “Yani, artık insanlarla uğraşmayacak mısınız?” Sırıttı, pis ağzını
kulaklarına vardırarak: “Benim müritlerimin sayısı, yaşayan insanların %90’ını
bulmuş durumda. %10’luk kısmına bizim sözümüz geçmez oldu artık” Hayretle
sordum ona: “Tek tek saydın mı? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” Suratını
aya çevirip: “Be hey aptal insan! Tek tek saymaya gerek var mı? Televizyonlara
baktığında, suç oranlarının her gün arttığını, yalanların birbirini
kovaladığını, zinanın, fuhşun, hırsızlığın, ahlaksızlığın, anaya-babaya
itaatsizliğin çokluğunu görmez misin? İşte onlar benim müritlerimdir.” Büyük
bir sarsıntıyla uyandım. Gayriihtiyarî elimi alnıma götürdüm. Sanki başıma bir
kova su dökülmüştü. Su dökülmüştü de, tüm vücudum sırılsıklam olmuştu. Uykudan
kamaşan gözlerimle evime bakındım. Kalkasım gelmiyordu bir türlü. Garip bir
korku kaplamıştı içimi. Sonra, elimi yüreğime koyup dinledim. Normalin üzerinde
atıyordu. Korktuğum, etkilendiğim ve irkildiğim çok belliydi…