Ok

   Kalem ‘tür tür bakış var’ dedi, nakış nakış işleyen kaderin varlığı üzerine. Hayat, inanmayan insanlar için oldukça keyifli, inanan insanlar için oldukça içli ve samimi. Tek fark bedenden okunan ruhta! Belli ki yola yeni başladım. O kadar yürüdüğüm yolları yok sayamazdım, saymadım. Esasen günahlarımın borcunun ne kadarını burada öderim ve bu borcu nereye kadar sırtlanırım, sadelikle sığınıyorum. Sadece aklımın alamayacağı kadar büyük olan gücün farkındayım. ‘Kötülük tohumlarının fazlaca’ olduğu ruhları gördükçe rehavete kapılmamam gerektiğinin farkında olduğum gibi. ’Neden kötülük tohumları dedin’ dedi biri; çünkü kusursuz olarak yaratılan insanın ‘kötü insan’ olarak yaftalanmasına ‘karşıyım!’. Olsa olsa aynı dili konuşmayan (kastım yabancılara kast değildir), farklı dünyaların insanlarının farklı pencerelerinden bakanlar ya da kendi iç mekanizmasıyla dış dinamiği uymayan beden-ruh koordinasyonsuzluğu yaşayanlar, kötülük tohumlarını kendi çabalarıyla filizlendiriyor, diyebilirim. Başka türlüsüne karşıyım! Şöyle ki; onun yaşadığı zamanlarda varmış, onun yürüdüğü yolları yürümüş, onun durduğu duraklarda durmuş gibi sergilenen her tutuma karşı olduğum gibi. İnsanlara karıştım, insanlara; bir koçluk varsa o da Tanrı’dır danıştıklarımın başına.



     Ayrılıktan yana tüm parçaları parça parça dinledim bugün; kalbimi duyanlarda aradım, dualarda buldum. Açıklamam şu ki; muhabbet aşığı biriydim, bu zamana kadar da bu kafanın kaç kilo geldiğini öğrenmek için kefesine demir balyozları koymadan ölçtüm, tarttım, biçtim. Örneğin geçenlerde tüm bilinç akışlarımla komşumun kapısında belirmiştim. Kırklı yaşların özendiğim mantığı henüz çıtırken önüme seriliyordu ve buna benim de itirazım yoktu. Konu konuyu açarken; çenesinden dikişli, sarı yumuşak tüylü, gözlerindeki korkusu çarpık yürümesiyle anlaşılan Mırmır miyavladı. ‘Aklı var fikri yok’ dedi komşum. Kendi kedim aklıma geldi; iki kez, o soluğundaki kadar derin sıcaklığını hissettiğim gök gürültülü bulutlarla aynı anda ıslattığımız toprağına dokunduğumda… Aklım vardı, betimleyebildiğim bir fikrim de. Oysa onun fikri yoktu, ben okumalıydım onu. Geç oldu, güç oldu bu coğrafyada. Fakat güç kazandım bu topraklarda. Şimdi beynimi önüme koysam kalbim gibi düzensiz atar. Çünkü yaşadığım anlar, öldüğüm anılar, unutmadığım karalarla iki lob, yaşamakta olduğum maneviyatla dört odacık, bu bedende değerli bu kadar.



   Rahmetli derdik biz iki lobu ve dört odacığı eceliyle toprak olanlara. Dedem de onlardan biriydi, yakın zamanda. ‘Çok yaşamak istiyorum’ derdi. Onun gidişiyle derdinin ‘çok’ olduğunu anladım. Meyil ettiği yaşama arzusu kim bilir kaç aruzla sanata dönüşebilirdi, onun içinde kalan saltanatını belki ben devraldım. Belli ki on üç yaşında hafız olan, Atatürk’ü ve ‘açtığı yolda gösterdiği hedefi’yle kurduğu devleti seven ve destekleyen, anneannemin kızgınlığına hep tebessümle karşılık veren ve köklerinin Erzurum’a dayandığını bir tek bana anlatan bir okuyucuydu. Ben sadece onun değil, bir kan pıhtısından yaratılanların da kıymetini anladım; ölümüyle… O kadar güzel bir gidişti ki ‘bugün Hıdırellez, yaşasın herkes’ der gibi. ‘Dedeciğim’ derdim ‘bugün kırkın uçtu, ömürler özgürlükle kavuştu.’



   Acı- tatlı hayat işte; ekşisiyle, eksiğiyle… Sevdiklerin eksilse de dönermiş bu dünya kendi ekseninde. İstesen de durduramazmışsın taziyeyi ve istediğin kadar bağır hatta istediğinden fazla sus; duyuramazmışsın tazeliği. Unutmayı umuyorum; küçüklükten gelen tramvayla yaptığım seyr-i seyranları. Unutmayı erteliyorum; o gezintilerdeki levhalara uymamayı. Ve mıh gibi saklamayı umuyorum; artık ruhumu kimseciklere açmamayı.



   KIRIK yanlarımı kararttığım zamanlardan bir dua, bir sela; bir tebessüm, bir sadaka; bir al, bir ak; bir hal, bir bal sayesinde çıkmışımdır belki, kim bilir? OK’U uzağa atmak için gerilen, hedefe ulaşınca gevşeyen yayın biriyim. Bu dünyadan ‘elbet’ bir anda gitmeye ne hacet, ben seve, saya, yaşaya, yaşlana gideceğim.

 

                                                                                                                                  TUĞSEL KARAKIRIK

( Ok başlıklı yazı Tuğsel Karakırık tarafından 3/16/2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.