Elveda Köyüm



hayat denilen şey evlerin bahçelerinde
kapı önlerinde akıyordu 
ninem hastalanıp yatağa düştüğünde 
bir ona vefasızlık etmeyen misafirlerine
konu komşusuna 
bir de çocuk seslerine tutunmuştu
maalesef kalp hastasıydı

sekiz yaşında vefat eden oğlunun acısı 
ninemi kederi boğmuş
onun bu erken vedası
boynunu bükmüş hüzne gark etmişti
kor gibi yanardı yüreği

bir sabah 
ninemi seccadesinin üstünde yığılı buldular
felç geçirmişti
sol yanı tutmaz olmuş
sol yanından yaralanmıştı 
aylarca hasta yattı 
yatağa düşmüştü
çok zor günlerdi
çok acılar çekti

zaman geçip 
kalpler bir nebze olsun sükunete erince
ninemde az da olsa toparlanmaya
baston yardımıyla 
ağır aksak yürümeye başlamıştı

bahçedeki kiraz ağacı kurumuş 
sardunyalar çoktan yerlerini 
kupkuru çakıl taşlarına bırakmıştı
baki kalan 
bir sokaktan gelen çocuk sesleri
bu eve yaşama sevinci veren
bir de her gün birkaç dakikalığına da olsa 
kapıyı tıklatan komşulardı

camiye giderken kapıyı kilitlemezdi dedem 
onun yokluğunda birileri muhakkak gelir 
ninemle hoşbeş ederdi 
her gelen onun tatlı dilinde 
sefa bulurdu

evlat acısına ve hastalığına rağmen 
dilinden şükrü düşürmezdi
elinde tespihiyle kapı önünde bekler
torunlarını görünce 
yüzünde güller açardı

o zaman ev eski günlerdeki yaşama sevincini 
tekrar kazanır
birkaç saatliğine de olsa 
eşyaların yüzü güler
duvardaki ahşap pandüllü saat 
daha bir canlı vururdu

artık eskisi gibi 
memleketten gelen misafirler olmadı evde
kimse bu ihtiyar çifte yük olmak istemedi
bir bir çekilmişti ayaklar
sesler uzaklaşmış
vefasızlık değildi elbet bu 
ama koca ev yalnızlaşmıştı

titreyen elleriyle ninem
kendi işini kendi görmeye çalışsa da 
beceremez
dedem her işte ona yardımcı olurdu
eşinin çok sevdiğini bildiğinden 
sabah ilk iş çayı demler
koluna girip 
kahvaltı sofasına buyur ederdi

velhasıl
zaman akıp gidiyordu
on yıl geçmişti 
aileden kimi evlenmiş 
kimi iş sahibi olmuştu

her şey ne kadar da değişmişti 
iyice yaşlıydılar artık
dedem sabah ve yatsı namazlarını 
evinde eda ediyor 
günde sadece üç vakit camiye gidebiliyordu
yorgun bedenini taşımakta 
güçlük çekiyordu ayakları

iki can gitgide kimsesizleşen 
kimsesizleştikçe sessizleşen evlerinde 
ömürlerinin nihayetini bekliyorlardı usulca
evin sükunetine hürmet gösteriyor
eskisinden daha az konuşuyorlardı
bir bakış 
bir tebessüm yetiyordu 
istediklerini anlatmaya

derken 
ninem gözlerini yumdu dünyaya 
ve bir daha da açmadı
dedem de çok yaşamadı eşinin ardından
o da göçtü dünyadan
ata  ocağına derin bir sessizlik çöktü

eşyalar bulundukları yerde 
tedirgin ve ürkek bekleşiyordu sanki
bize ne olacak der gibiydiler
benim gözüm duvardaki tabloya mıhlanmıştı
çocukluğumdan kalma bir anı tazelendi zihnimde
heceleyerek okudum satırları
evin duvarında ki tabloda 
“misafir on kısmetle gelir 
birini yer dokuzunu bırakır “ 
yazılıydı
beni alıp geçmişe götürdü

bir o tabloyu aldım yanıma yadigar 
bir de pandüllü ahşap duvar saatini
sonra ne bir ses duyuldu 
nede çocuk cıvıltıları 

bu ev öyle bir evdi ki 
her gelen sefa bulmuştu
misafirler ikram ve ihtiram görmüştü
her gelen bir daha gelmiş 
vefa göstermişti
şimdi dillerde dua vardı

ne oldu 
şahin bakışlı ve kartal duruşlulara
o şen şakrak insanlara
neşe içinde gülen yüzlere 
cennet diyerek kurdukları koca konağa 
irem bahçelerine
ne oldu

hani o bereket fışkıran toprak
hani o bağ bahçeler
hani o gelip giden misafirler
hani o mükellef kurulan sofralar
hani o sabahlara kadar heyecanlı sohbetler
hani o dedemin kuran okuyan o davudi sesi
hani o ninemin şefkat ve merhamet timsali tebessümü
hani o dünya nimetleriyle köpüren yurt

reddi mümkün olmayan bir hale uğradılar
bir hikaye 
bir anı
bir hatıra 
bir masal oldular artık
bir varmış bir yokmuş gibi

bir toz toprak bulutu şimdi
o koca ev
o ihtişam
o mülk
o saltanat
bir rüya artık

her biri
hayalden geçen gölge gibi
zamandan geçip gittiler
gün oldu
zaman denen yaman er
sağa döndü 
o muhteşem konağı harabeye dönüştürdü
sola döndü 
o cennet bahçelerini viraneye çevirdi

ne taht kaldı
ne saray 
yellere hükmedenler
yağmur ekip bereket biçenler 
cennet denen o yerler 
don vurmuş ağaç gibi kurudu
bir ömürlük saltanatın üzerine
ölümle gelen 
öyle bir felaket çöktü ki
yeller esti yerinde...


elveda 
köyüm

redfer
( Elveda Köyüm başlıklı yazı redfer tarafından 12.09.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.