Serbest Kürsü / Söyleşi

Eklenme Tarihi : 18.07.2023
Okunma Sayısı : 367
Yorum Sayısı : 0

    

 

     Röportaj: M. Nihat MALKOÇ  

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam kendinizden kısaca bahseder misiniz? Kimdir Ahmet Sezgin?

 

    Ahmet SEZGİN: 1966 yılında Samsun/ Terme’de doğdum. Evci/ Miliç İlkokulundan sonra Terme İmam-İmam-Hatip Lisesini bitirdim. 1988’de Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’nden “Peyami Safa’nın Yalnızız Romanı Üzerine Bir İnceleme” adlı lisans teziyle mezun oldum.    1989 yılında İstanbul/ Kartal Anadolu Lisesi’nde Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olarak öğretmenlik mesleğine başladım. Askerlik hizmetini Ankara/ Polatlı Topçu ve Füze Okulunda asteğmen öğrenci ve Millî Eğitim’de asteğmen öğretmen unvanıyla yaptım.     1998 yılında Terme Lisesinde öğretmenken Milli Eğitim’den istifa ettim ve 2010 yılına kadar birçok dershanede öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Bir dönem vakıf ve sendikacılık faaliyetlerinde aktif olarak görev aldım.     Hâlen Terme’de Temel Kır Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesinde görev yapmaktayım. Çeşitli okul ve kurumlarda eğitim ve kültür alanında seminerler verip imza günü ve söyleşilerde bulunmaktayım. Türkiye Yazarlar Birliği üyesiyim. Evli olup iki çocuk babasıyım. 

    M. Nihat MALKOÇ: Hocam, bugüne kadar edebiyatın hangi türlerinde eserler verdiniz?

 

   Ahmet SEZGİN: Bugüne kadar şiir, deneme, antoloji (güldeste, seçki, derleme) ve biyografi türlerinde 8 kitabımız yayımlandı. İnceleme, hikâye, hatıra türlerinde de kitap çalışmalarımız var.

 

    M. Nihat MALKOÇ: Hocam şiire başlayışınızın belli bir hikâyesi var mı? Nereden çıktı şiir yazmak? Durup dururken mi yoksa sizi şiire çeken bir sebep mi hâsıl oldu?

 

    Ahmet SEZGİN: İlkokul öğretmenim Naile Binatlı’nın okuduğu şiirlerle Türkçe kitaplarındaki bazı şiirler çok hoşuma gidiyordu. Özellikle de Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda Bir Köy Var Uzakta” isimli şiirini hiç unutmuyorum. Elektriği olmayan bir köyde geçen çocukluk dönemimde annemden ve dayımlardan dinlediğim ninniler, maniler, ilâhiler, türküler de çok etkiliyordu beni. Babamın yurt dışından getirdiği türkü kasetleriyle radyodan dinlediğim türküler de bendeki şiir sevgisinin tohumlarını atmıştı sanırım.       Lisede Temel Ayçiçek Hocamın Türk dili ve edebiyatı derslerinde okuyup tahlil ettiği şiirler, yüreğime çok dokunuyordu. Yunus Emre’nin ilâhileri, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, Karacaoğlan’ın güzellemeleri, Dadaloğlu’nun koçaklamaları, Fuzuli’nin “Leyla ile Mecnun”u, Bâki’nin “Kanuni Mersiyesi”, Nef’i’nin “Harname”si, Nedim’in İstanbul ile ilgili kasidesi, Âşık Veysel’in “Kara Toprak” şiiri, Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi”, Cenap Şahabettin’in “Elhan-ı Şita”sı, Ahmet Haşim’in “Merdiven”i, Mehmet Emin Yurdakul’un “Bırak Beni Haykırayım” şiiri, Yahya Kemal’in “Akıncılar” ile “Sessiz Gemi”si, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş”ı, Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum”u, Mehmet Akif’in “İstiklal Marşı”, “Çanakkale Şehitlerine” ve “Bülbül” isimli şiirleri bende şiire karşı büyük bir muhabbet ve hayranlık oluşturmuştu. Gençlik döneminde yaşanabilecek platonik aşkın coşkusuyla şiir denemeleri de yapmaya başlamıştım lise üçüncü sınıftan itibaren.       Temel Ayçiçek Hocamın güzel şiir okumam ve güzel kompozisyon yazmamla ilgili takdirleri, Ferhat ağabeyimin aldığı Mehmet Akif’in “Safahat” kitabını 1983 yılında okumamla Alaeddin Engin Hocamın evinde Necip Fazıl’ın “Çile” isimli şiir kasetini dinlemem, beni Türk dili ve edebiyatı öğretmenliğini tercih etmeye ve yazar olma hevesine itti. Üniversite öğrencisiyken sınıf arkadaşım Şair Durdu Şahin’in şiirlerimi çok beğenip Samsun/ Gürses gazetesiyle Osmaniye’de çıkan Güneysu dergisinde sürpriz olarak yayınlatması bende olduğu söylenen şairlik yeteneğini iyice ortaya çıkarmış oldu. 

    M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiirinizi besleyen kaynaklar nelerdir?  Şiirlerinizde ağırlıklı olarak hangi temaları işlersiniz? Bunu nasıl belirlersiniz?

 

    Ahmet SEZGİN: Bizzat yaşadığım ve şahit olduğum olay ve durumlarla okuduğum şiir ve yazıların zihin ve gönül dünyamdaki derin etkileri, önce şahsiyetimin, sonra da kültürel değerlerimin süzgecinden geçerek ya “fikirleşmiş duygu”ya ya da “duygulaşmış fikir”lere dönüşmekte. Kısaca şiir kaynaklarım; millî ve manevi değerlerim, o değerlerin ışığında kâinat ve insan kitabına bakışım, gönül ürpermelerim, geçmişten bugüne yazılan şiirler, dilimizin zengin imkânlarıdır diyebilirim.

      Hocam, şiirlerimde en çok “aşk, merhamet, hüzün, hasret, yalnızlık, sabır, ölüm, çile, zulüm, Hak, vatan, yozlaşma,  yitik değerler” gibi ferdi ve sosyal temaları işledim. Şu konuda şiir yazayım diye düşünmüyorum. Konuşma ve nesirle ifade edemediğim duygu ve hassasiyetler, şiir olarak ortaya çıkıyor genellikle.

 

    M. Nihat MALKOÇ: Değerli hocam, bugüne kadar, edebiyatın en yaygın türlerinin başında gelen şiire emek verdiniz.  İlgi ve bilgi alanınıza giren şiiri nasıl tanımlarsınız?

 

     Ahmet SEZGİN: Sizin bir edebiyatçı-şair olarak çok iyi bildiğiniz gibi, edebiyat türleri içinde en etkili, en yaygın, en özgün, en zarif ve sanatlı olanı hiç şüphesiz şiirdir. Belki aynı oranda en çileli sanat dallarından biridir. Tanımı en zor ve şairlerin sayısı kadar çok olan edebî türdür şiir. Bence şiir, yakıcı bir aşkla ruhta çakan şimşeğe estetik bir formda kelimelerle ruh verilmesidir.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiir sizin hayatınızın neresinde duruyor?

 

     Ahmet SEZGİN: Çocukluğumdan itibaren şiiri çok sevdim hocam. Lise yıllarımdan itibaren de hem okuyup hem de yazarak şiir, hayatımda önemli bir yer etti. Hem Türk dili ve edebiyatı öğretmeni hem bir şair olarak da şiiri okuyan, yazan, okutan, anlamaya, hissettirmeye, sevdirmeye, tahlil etmeye, değerlendirmeye gayret ettim sürekli.  

     Şiir; benim için zihnî ve meslekî bir faaliyetten ziyade en çok da gönlümün merkezinde durdu daima. Çünkü doğrudan ruha hitap eden şiirlerde insanların sevgileri, sevinçleri, umutları, hüzünleri, dertleri, hicranları, sitemleri, inançları, özlemleri ve zevkleri terennüm edilmektedir. İsmet Özel’in dediği gibi “İnsan, mısralarda, şiirlerde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir yurt bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven duyar.”

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, bildiğim kadarıyla şiirde daha çok heceyle yazmayı tercih ediyorsunuz. Sizi heceyle yazmaya yönelten ve bunda ısrarcı kılan nedir?

 

     Ahmet SEZGİN: Evet, hocam, şu ana kadar yazdığım şiirlerin çoğu hece ölçüsüyle oldu. Bunun çok bilinçli gerçekleştiğini ifade etmem zor. Bununla birlikte tahsil döneminde okuduğum ve zevk aldığım şiirlerin çoğunun ölçülü şiirler olmasının ve Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği yapmamın bunda büyük etkisi olabilir. Halk ve divan şairlerimizin ölçülü ve kafiyeli şiirler yazması, boşuna tercih edilmiş bir anlayış değildir elbette. Bu şiirlerin müzikal değerlerinin, yani ahenk unsurlarının çok zengin olması, okurlara hem kulak zevki vermekte hem de hafızada kalma ihtimalini artırmakta. Bestelenen şarkı ve türkülerin de ölçülü şiirler olması tesadüf değildir. Ancak aşırı dolup taştığımda serbest tarzda şiirler yazdığımı fark ettim sonradan. Ölçü ve kafiye düzeninin büyük bir işçilik ve emek gerektirdiğini siz de çok iyi bilirsiniz hocam. Ben, her iki tarzda da güzel şiirler yazılabileceğine inanıyorum. Kafiye ve ölçünün tuzağına düşmeden yazılan ölçülü şiirleri daha çok seviyor, okuyor, ezberliyorum. Ama birinin diğerine kurban edilmemesinin, şiir zenginliğimiz açısından önemli olduğuna da inanıyorum.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Bir şair olarak bir şiirin yazılma hikâyesinden bahseder misiniz? Ahmet Sezgin bir şiire nasıl oturur, süreç nasıl ilerler?

 

     Ahmet SEZGİN: Hocam, bildiğiniz üzere çok kolay ve çok fazla şiir yazabilen bir şair değilim ben. Yazdığım şiirlerin hiçbirini oturup düşünerek yazmadım. Mutlaka çok derinden etkilendiğim olay ve durumların yüreğimde uzun süre durup yara açması gerekmekte. İlk olarak tamamen irticalen not alıyorum bu yüreğimde çakan şimşekleri. Bu, bazen o kadar sarsıcı ve hızlı oluyor ki, bu şimşekleri kaydetmek mümkün oluyor. Dolaysıyla böyle anların vakti ve mekânı da olmuyor elbette. Bu karalamalar, biraz daha demlenmeyi bekliyor epeyce. Ondan sonra şiirin işçilik kısmı, yani dil ve üslup bakımından estetik bir form kazandırılması dönemi başlıyor.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiirleriniz bugüne kadar hangi dergilerde yayımlandı?

 

     Ahmet SEZGİN: Bazı şiirlerim; Güneysu, İslamî Edebiyat, Ay Vakti, Anadolu’da Çınar, Berceste, Yeni Dünya, Simav Anadolu, Sevgi Yolu, Mesaj, Bilgi Pınarı, Arkesanat gibi dergilerde yayımlandı.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, ilk şiir kitabınız “Güllerimi Ver Anne”, şairlerle şiir severler tarafından beklediğiniz ilgiyi gördü mü?

 

     Ahmet SEZGİN:  “Güllerimi Ver Anne” kitabımız hakkında Abdurrahim Karakoç, Yusuf Dursun, M. Halistin Kukul, Baha Rahmi Özen gibi çok değerli şairlerimizin tanıtım yazıları yazmaları beni çok mutlu etmiştir. Ayrıca kültür-sanat eleştirmeni Bünyamin Yılmaz’ın gazetede şiir kitabımızdan sitayişle bahsetmesi, Şair A.Vahap Akbaş’ın kitabımızdan dolayı bize tebrik ve teşekkür mektubu yazması, “Meçhul Kaptan” müstearıyla Niyazi Gedik Hocamın çıkardığı şiir kaset ve CD’sinde “Güllerimi Ver Anne” isimli şiirimize yer vermesi, bu şiirimizi ulusal TV kanallarında okuması beni ayrıca onurlandırmıştır.

 

    M. Nihat MALKOÇ: Hocam, herhangi bir şiiriniz, türkü veya şarkı formunda bestelendi mi? Bestelendiyse hangi şiirleriniz, kimler tarafından hangi formda bestelendi? Neler hissettiniz?

 

     Ahmet SEZGİN: Evet Hocam, “Anladım ki” isimli ölçülü şiirim, Şair-Bestekâr Osman Çolak Hocam tarafından türkü formunda güzel bir şekilde bestelenip okundu. Şiirimizin kanatlandığını görmek, şiirimizi türkü olarak dinlemek beni çok heyecanlandırıp mutlu etti.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiirimizin bugün geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz? Günümüzde beğendiğiniz şairler var mı? Varsa kimler?

 

     Ahmet SEZGİN: Türk şiiri; geçmişten bugüne çeşitli dönem ve edebî anlayışlarda Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Fuzûlî, Bâki, Nâbî, Nedim, Nef’î, Şeyh Galip, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Köroğlu, Hacı Bektaşi Veli, Âşık Veysel, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, M. Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ziya Osman Saba, Behçet Necatigil, Attila İlhan, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, M. Akif İnan, Bahaettin Karakoç, Abdurrahim Karakoç gibi büyük şairler yetiştirmiştir. Günümüzde şiir kitapları pek basılıp satmasa da, sosyal medyada şiir okuyandan fazla şiir (!) yazan müteşair bulunsa da yayınlanan birçok kitap ve dergideki şiirlere, her yıl çıkarılan antoloji ve yıllıklara, şiirle ilgili etkinliklere baktığımızda edebiyatımızın en güçlü, nitelikli ürünlüleri yine şiirdir diye düşünüyorum. Şairler, her şeye rağmen itibar sahibi günümüzde. Türkçenin en büyük hamisi, zenginliği ve gücü şiirdir. Çünkü “Dil, şiirle inşa edilir.”

       Hocam, şiirlerini büyük zevkle okuduğum, yaşayan çok kıymetli şairlerimiz var elbette. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Yavuz Bülent Bakiler, Nurullah Genç, Mustafa Özçelik, Tayyip Atmaca, Yusuf Dursun, Bestami Yazgan, Gökhan Akçiçek, İbrahim Tenekeci, Mustafa Köneçoğlu…

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, şiirin belli bir toplumsal vazifesi var mıdır? Sizce şiir niçin yazılır?

 

     Ahmet SEZGİN: Hocam, has şiirin çoğu zaman toplumsal bir vazifesi olmuştur. Bir milletin ihtişamını, duyarlılığını, mutluluğunu, öfkesini, inançlarını, ideallerini, inceliğini ve estetiğini anlamak istiyorsak şiirlerine bakmalıyız. Şair, milletin gören gözü, duyan kalbi,  konuşan dilidir. Sadece milletin sözcüsü değil; aynı zamanda rehberidir, çarpan yüreğidir şair. Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi “Şairleri haykırmayan bir millet, / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”                                                                                               

     Gerçek şairler, hissedip de ifade edemediğimiz bir duyguyu ölçülü veya serbest tarzda, insana zevk verecek biçimde en güzel işleyen kişilerdir. Has şiirler, her zaman toplumsal mesajlar vermese de insanî duyguları (ferdi temaları) milletin diliyle en güzel şekilde terennüm ederek dil, ruh, estetik duyarlılık bakımından kalplerde sarsıcı şimşekler çakabilir.

      Şairler; dil, kültür, inanç ve zevkinden beslendiği, bağrından çıktığı milletinin karakteri, aynasıdırlar. Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi şairler “Gelecek felâketleri sezip çığlık çığlığa haber vermek, halkı uyarmak, ona yön göstermek, bunu da kalplere ve ruhlara işleyecek bir güçle yapmak ödevindedir.”

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, bugüne kadar kaleme aldığınız en iyi üç şiirinizi sıralamanızı istesek sıralananız nasıl olurdu?

 

     Ahmet SEZGİN: Şairin kendi şiirleri için seçme yapması, hem çok zor hem de çok öznel bir değerlendirme olur. Ancak hem yazarken hem de okurken çok etkilendiğim, okurların da çok sevdiğini düşündüğüm şiirlerim şunlar: “Güllerimi Ver Anne”, “Aşka Çağrı”, “İsyan Gazeli”, “Düştü”, “Hüzün Yağmurları”.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, siz birçok şiir yarışmasında ödüller alan, birçok televizyon, radyo, kaset, CD, sosyal medya gibi ortamlarda şiirleri okunan, çeşitli ansiklopedi ve antolojilerde şiirlerine yer verilen; kitap fuarlarına, şiir şölenlerine, televizyon ve radyo programlarına, kültür-sanat-şiir etkinliklerine katılıp oralarda şiirlerini seslendiren, edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlanan, şiirleri bestelenen çok yönlü bir şairsiniz. Fakat edebî mahfillerde bu kadar etkin oluşunuza rağmen, sanırım şiir yazma konusunda titiz bir dil işçiliği tavrınız da var. Bazı şairler(!) gibi seri şiir(!) üretmiyorsunuz. Belli bir üslûp çerçevesinde, başka bir tabirle, az ve öz yazıyorsunuz. Bugüne kadar sadece iki şiir kitabı yayımlamanız da bunun göstergesi olsa gerek. Son şiir kitabınız "Hüzün Yağmurları" , ilk şiir kitabınız olan "Güllerimi Ver Anne"den tam 21 yıl sonra, henüz birkaç ay evvel Klaros Yayınları arasında okuyucuyla buluştu. Bu kitap, baştan sona yeniden mi yazıldı, yoksa değişik edebî mecralarda yayımlanan şiirlerinizi bir araya mı getirdiniz? İki şiir kitabı arasında niçin bu kadar uzun bir aralık var? Biraz da bu son şiir kitabınızla ilgili bilgi verir misiniz?

 

     Ahmet SEZGİN: Evet Hocam, dediğiniz gibi az şiir yazan bir şairim. Öz ve güzel yazdığım iddiasında olamam ama bunun için gayret ediyorum. İlk şiir kitabımdan 21 yıl sonra ikinci şiir kitabımın yayınlanmasının birkaç sebebi var: 1999 yılında ilk baskısını yapan “Güllerimi Ver Anne” isimli kitabımın ikinci baskısı, ilâveli olarak 2007 yılında yayımlanmıştı. Zaten az şiir yazan biri olduğum için ikinci bir şiir kitabı çıkaracak kadar yeni şiirim de olmamıştı 2007 yılından sonra. Siz, onlarca şiir ödülü kazanmış bir şair olduğunuz halde hiçbir şiir kitabı yayınlamadınız. Daha doğrusu bir güçlü ve şiire duyarlı yayınevi çıkıp size “Şiir kitabınızı parasız basalım hocam.” dememiştir muhtemelen. İşte hocam, bu sebeple biz de uzun zaman bir şiir kitabı çıkarmayı düşünmemiştik zaten. Klaros Yayınlarından anlamlı bir teklif gelince çok beğenilen eski şiirlerimle yeni şiirlerimi bir araya getirerek bir şiir kitabımız daha yayımlanmış oldu. Uzun bir zamandır şiirlerimizi toplu olarak okumak isteyen ama ilk kitabımızı bulamayan şiir sever dostlarımızı da çok mutlu eden bir kitap oldu “Hüzün Yağmurları”.

 

      M. Nihat MALKOÇ: Şiir yazmaya hevesli gençlere, bu çetin ve sabır gerektiren yolda neler önerirsiniz?

 

     Ahmet SEZGİN: Şiir yazmaya hevesli gençlerimize, öncelikle geçmişten bugüne meydana gelen zengin şiir geleneğimizi iyi takip edip büyük şairlerimizin en değerli şiirlerini titizlikle okumalarını, şiir diline, üsluplarına dikkat etmelerini tavsiye ediyorum. Türkçemizi sevip en doğru şekilde öğrenmelerini, az ve öz yazmalarını, şiirlerini hemen beğenip yayımlamamalarını, arının peteğini balla doldurması gibi sabırla şiir yolcuğunu sürdürmelerini öneriyorum onlara. Türk dili ve edebiyatı öğretmenleriyle şiir ustalarının samimi eleştirilerini önemsemelerinin de çok ufuk açıcı olacağına inanıyorum. Kendilerini şiir yazmak zorunda hissetmesinler ama mutlaka güzel şiirleri okuyup yazsınlar, hatta bazılarını ezberlesinler.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Hocam, söyleşimiz şiir merkezli olsa da aslında siz önemli bir araştırmacı yazarsınız. Ben sizi ilk defa "Aşk Medeniyetine Yolculuk" isimli kıymetli deneme kitabınızla tanıdım. Kitabınızı büyük bir keyifle, bir günde (tabir caizse bir solukta) okudum. Kitap okurken hoşuma giden yerlerin altını çizmek gibi bir huyum var. Sizin kitabınızı bitirdiğimde altını çizmediğim satır sayısının çok az olduğunu fark ettim. Biraz da "Aşk Medeniyetine Yolculuk"unuzdan bahseder misiniz? Bu özgün eser nasıl ortaya çıktı?

 

     Ahmet SEZGİN: “Aşk Medeniyetine Yolculuk” isimli kitabımızla ilgili çok güzel bir tanıtım- değerlendirme yazısı da yazmıştınız hocam. Çok teşekkür ederim size. Bu kitaptaki 41 denememizi oturup birkaç yıl içinde yazmadım. Mesela bu kitapta yer verdiğimiz ölümle ilgili denememiz, “Yedi Güzel Adam”ın çıkardığı “Mavera” dergisinde yayımlanmıştı 1990 yılında.  Çeyrek asır içinde yazıp bir kısmını çeşitli dergi ve gazetelerde yayımladığım kültür-medeniyet eksenli denemelerimizi tekrar gözden geçirerek, bazılarını da son bir yıl içinde kitabın çerçevesini belirledikten sonra kaleme alarak özgün bir deneme kitabı çıkarmış olduk. Deneme türünde şiirlerle süsleyerek, samimi, akıcı ve sade bir üslupla önemli konuları işlemiş olmamız, gerek okullar nezdinde gerekse kültür-edebiyat dünyasında büyük ilgi görmesine vesile oldu sanırım. Birçok ilde, onlarca lisede okuma projesi çerçevesinde okutuldu bu kitabımız. Kültür ve Turizm Bakanlığı da halk kütüphaneleri için bir miktar satın aldı bu kitabımızdan.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Birkaç ay evvel "Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız" (Derleme), "Kırk Yazardan Kırk Hikâye" (Derleme), "Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi" (Derleme), "Hüzün Yağmurları" (Şiir) adıyla peş peşe dört kitap birden çıkardınız. Niçin ayrı ayrı zamanlarda değil de bir anda ve bir arada çıktı bu kitaplar?

 

     Ahmet SEZGİN: Hocam, ilkokul, ortaokul ve gençler için hikâye seçkileri çalışmalarımız, bir bakanlık danışmanından gelen, bana büyük bir heyecan veren büyük bir okuma projesi teklifiyle başladı. 2 yıl boyunca günde 7-8 saat, tatil döneminde ise 13-15 saat araştırarak, okuyup yazarak 3 hikâye seçkisini yayına hazır hale getirmiştik zaten. Pandemi sebebiyle kitapların bakanlıkça yayınlanması gecikince biz, kendi imkânlarımızla ilkokul ve ortaokullar için hikâye seçkilerimizi yayımladık. Gençler için hazırladığım, çok büyük emek verdiğim “Gençler İçin Hikâye Antolojisi” isimli kitabımız, proje teklifinin geldiği bakanlıkta yayımlanmayı bekliyor.

     “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli derlememiz ise aslında 2002 yılında ön sözü bile tarafımızdan yazılmış bir kitap çalışmasıydı. Fırsat ve maddi imkân bulup da yayımlamak nasip olmamıştı yıllarca. Yüz yüze eğitimin yapılamadığı, tedbir amaçlı evlerimize kapandığımız bu koronavirüs sürecinde bu derleme kitaplarımızı tamamlayıp yayımlama imkânını bulduk. Şiir kitabımızın yayınlanması teklifi de aynı döneme denk gelince 2020 yılında dört kitabımız birden okuyucuyla buluşmuş oldu. Bu özel ve zor dönemi okuyup yazma açısından, kültürel ve manevi bakımdan verimli ve hayırlı değerlendirmiş olduk Allah’a şükürler olsun. Rabbim, bu kitaplarımızı hayırlara vesile kılar inşallah.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Yahya Kemal Beyatlı'dan Nihat Sami Banarlı'ya, Mehmet Kaplan'dan Tahsin Banguoğlu'na, Refik Halit Karay'dan Sezai Karakoç'a, Peyami Safa'dan Rasim Özdenören'e, Cemil Meriç'ten Erol Güngör'e, D. Mehmet Doğan'dan Oktay Sinanoğlu'na kadar birçok şair ve yazarın dille ilgili duygu ve düşüncelerini bir araya getiren "Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız" adlı derleme kitabınız çok önemli bir boşluğu dolduruyor. Bildiğim kadarıyla bugüne kadar dille ilgili birçok yazı yazılsa da bu yazılar böyle kapsamlı bir kitapta bir araya getirilmemişti. Bu kitabın kütüphanelerimizde çok önemli bir boşluğu dolduracağına inancım sonsuzdur. Böyle bir derleme yapma fikri nerden aklınıza geldi? Kitabı hazırlarken nasıl bir yol izlediniz? Kitabın hazırlanış süreciyle ve kitapla ilgili neler söylemek istersiniz?

 

Ahmet SEZGİN: Bu kitabımızla ilgili güzel düşünce ve dilekleriniz için çok teşekkür ederim hocam.  Bir zamanlar dünyanın en zengin şiir ve müzik dili olmayı başarmış Türkçenin öz yurdunda garip muamelesine tabi tutulması, fakirleştirilmesi, milletimize ve medeniyetimize yabancılaştırılması, saldırıya uğraması, yozlaştırılması, kirletilmesi, musikisinin bozulması, Türk dili ve edebiyatı eğitiminin ülkemizde bütün kademelerde içler acısı olması sebebiyle Türkçemizin feryat etmesi; hem bir Türk dili ve edebiyatı öğretmeni hem de bu dille konuşup yazan bir şair-yazar olarak beni derin bir şekilde yaraladı.

Öztürkçecilik (tasfiyecilik) hareketiyle dilin fakirleşmesi ve bir “uydurma dil”in oluşturulması, yabancı kelime hayranlığıyla dilimizin kirletilmesi ve yabancı dil işgali, yabancılaşma, yabancı dille eğitim hastalığı ve “Türkçeden kaçış”, noktalama ve imlâ hataları, anlatım bozuklukları, telaffuz, vurgu ve tonlama yanlışları, basın yayın organlarındaki akıl almaz özensizliklerle lisanımızın bozulması, günlük dille şarkı ve dizilerdeki sözlerin argolaşması, internetin yaygınlaşmasıyla “dijital dil”in oluşması, kavram kargaşası, terim türetme ve sözlük yapma gibi dil meseleleri; beni derin derin düşündürdü yıllarca. Bu büyük kültür davası ve meselesine hal çareleri aramaya, yakılmak istenen Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali “Tarafımız, dostluğumuz belli olsun.” diye bir şeyler yapmaya mecbur kıldı. Çünkü din-dil ve tarih şuuru olmadan millî bir şahsiyet kazanamayacağımızın, “ses bayrağımız” olan dilimizi koruyup zenginleştirmeden, kültür ve medeniyetimizin taşıyıcısı ve koruyucusu Türkçemizi bütün güzellikleriyle doğru bir şekilde yeni nesillere öğretmeden fert ve millet olarak güçlü olamayacağımızın şuurundaydım.

İstedim ki, bu kitapta yer verdiğim Türkçe meseleleri ve davasıyla ilgili metinlerin her biri; bütüncül ve ilmî bir dil anlayışıyla yüreklere dokunsun, okuyanları derinden sarssın, düşündürsün, dertlendirsin, gaflet uykusundan uyandırıp ayağa kaldırsın. Şairin “Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz.” diye ifade ettiği bu derin dil yarasına, ilim ve kültürün ışığında Türkçe sevgisi ve bilinciyle bir millî neşter vurulsun istedim. Öyle hayal ettim ki bu kıymetli yazılar, herkesin millî ve manevi değerlerimize sahip çıkacak bir dil şuuruna ererek zengin, güzel ve sade Türkiye Türkçesiyle konuşma ve yazmasına vesile olsun; malzemesi zengin ve güzel Türkçe olan Türk edebiyatı ve musikimizi sevdirsin, dil duyarlılığıyla birlikte Türkçenin saygınlığı artsın.

Millî kültür şuuru ve Türkçe aşkıyla hazırladığım “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli araştırma-derleme kitabımız; kültür ve medeniyet hayatımızın en önemli davalarından olan Türkçe meselesinde liyakatli ve itidalli olduklarına inandığımız değerli akademisyenle dil ve kültür davasını kendisine dert edinmiş yazar, fikir adamı ve şairlerin Türkçe şuuru ve meseleleriyle ilgili çoğu kitap olmak üzere, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan, birbirinden değerli deneme, makale, fıkra türü yazılarıyla şiirlerinden oluşmaktadır. Kitaptaki yazıların çoğu, Türkiye Türkçesinin meseleleri, çözüm yolları ve dil şuuruyla ilgilidir.

“Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli kitabımız; “Türkçe Sevgisi ve Şuuru-Dil Davamız”, “Dil Meseleleri-Türkçenin Feryadı”, “Öztürkçecilik Adıyla Dilde Tasfiyecilik-Fakirleşme”, “Yabancı Dil İstilası-Yabancılaşma”, “Yabancı Dille Eğitim Faciası”, “Dil Yanlışları-Anlatım Bozuklukları”, “Türkçe Eğitim ve Öğretimi Meselesi”, “Türkçe Sevgisi ve Meselesiyle İlgili Şiirler” ana başlıklarıyla 8 bölümden oluşmaktadır. (Bu derlemenin içinde toplam 110 düz yazı, 14 adet de şiir metni bulunmaktadır.)

“Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli derlememizde daha çok yazar ve akademisyene yer verebilmek için dil konusunda hassas olan yazarların Türkçe şuuru ve meseleleriyle ilgili en özgün, güzel, akıcı ve kısa yazılarından -dil davasıyla ilgili çokça yazan 5 istisna dışında- birer metin almayı uygun gördüm. Değerli akademisyenlerimizin Türkçe meseleleriyle ilgili kıymetli ama resmî, bol kaynaklı ve akademik dille yazdıkları bilimsel makalelere Türkçenin feryadını ve dil davamızı çok geniş kesimlere duyurabilmek için kitabımızda fazla yer vermedim.

Türkçe şuuru, davası ve meseleleriyle ilgili olarak 1997 yılında başlayan bu derleme çalışmamız, 2003 yılında ağırlıklı olarak tamamlandığında bin sayfayı aşan bir hacme ulaşmıştı. O zamandan bugüne gelinceye kadar yeni yazıları da göz önüne aldığımızda bütün yazıları defalarca okuyup çok titiz bir şekilde elemeye tabi tutmamız zaruret oldu.

20 yıllık geniş, titiz ve çileli bir araştırmanın ürünü olan “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” isimli derleme çalışmamızın; başta eğitim, ilim, kültür, sanat, basın-yayın camiası olmak üzere toplumun bütün kesimlerinde Türkçe sevgisi ve duyarlılığıyla birlikte “millî kültür ve ana dil bilinci”nin oluşmasında; dil davamıza, çok önemli bir memleket ve kültür meselesine sahip çıkılmasında önemli bir katkısı olur inşallah.

 

     M. Nihat MALKOÇ: "Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız" kitabının hem "Ön Söz"ünde hem de "Giriş" kısmında genel anlamda dille, özel anlamda Türkçeyle ilgili çok önemli tespit ve teşhisleriniz var. Başta, kitabı okuma imkânı bulamayanlar ama merak edenler için ve bu dil tarlasını her gün ekip biçenler için sizin Türkçeyle ilgili hassasiyetinizi ve dil hakkındaki görüşlerinizi özetle de olsa öğrenmek istiyoruz.

 

Ahmet SEZGİN: Hayata, dünyaya, kendimize dil aracılığıyla anlam veririz. Düşüncelerimizi, duygularımızı, inançlarımızı, kimliğimizi, kâinatı dil vasıtasıyla anlatırız.  Ana dilimizle düşünür, ana dilimizin mantığıyla hayatı görüp “medeniyet tasavvuru” geliştiririz. Dilimiz; edebiyatımız, musikimiz, gönül sesimiz, tarihimiz, millî mirasımız, ilmimiz, irfanımız, haysiyetimiz, kimliğimiz, medeniyetimiz kısaca kültür köprümüz, ana yurdumuz, söz ve “ses bayrağımız”dır. Dil; duygu, düşünce ve kültürün aynasıdır.

Dünyanın en büyük ilim adamlarından biri kabul edilen, aynı zamanda çok kıymetli fikir adamı Oktay Sinanoğlu, Türkçenin hayatî önemini çok veciz bir üslupla şöyle ifade ediyor: “Türkiye’nin kurtuluşu Türkçenin kurtuluşuna bağlıdır; Türkçe giderse, ne Türkiye kalır ne Türk Dünyası ne de Türk.”

“Mankurtlaşmak”, yani kimliğimizi ve hafızamızı kaybetmek istemiyorsak “dil yâre”siyle ağlayan Türkçenin feryadına yürekten kulak verip “dil davası”nı dert edinelim. Dilimizi haysiyetimiz olarak görelim. Millî değerlerimize sahip çıkarak ve dil şuuruyla Türkçemizi doğru öğrenerek güzel konuşup yazmaya özen gösterelim. Yahya Kemal’in “ağzımızda, anamızın dili gibi helâl ve güzel olmalıdır” dediği Türkçemize; Türkçenin imkânlarını hakkıyla ve en güzel şekilde kullanan kıymetli ediplerimize ve bizlere anne sütü gibi tatlı ve temiz dil zevkini verecek güzel eserlere sahip çıkalım. Kültürümüzün kaynağı dilimizi koruyup zenginleştirelim.

Dil davamıza sahip çıkalım ki, “Türk’ün en muhteşem türküsü” olan Türkçemiz, kıyamete dek sevgiyle, şiirle ve şuurla söylensin.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Aslında kitabınızın adında geçen "Türkçenin Feryadı" ifadesi çok şey anlatıyor bize. Bu ifade bile kitabın muhtevası ve bakış açısıyla ilgili bir fikir veriyor biz okurlara. Demek ki söz bayrağımız olan bu dil, doğal mecrasından uzaklaştırılmaya çalışıldı. Sözün bu noktasında tarihî süreçte Türkçenin başına gelenlerden bahsedebilir misiniz? Bu güzel ve zengin dili yarınlarımızın teminatı olan gençlere öğreten ve sevdiren bir eğitimci olarak Türkçenin dünü, bugünü ve yarını hakkında neler söylemek istersiniz?

 

Ahmet SEZGİN: Türk milleti, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra dilini de hem İslamlaştırmış hem de zenginleştirmiştir. Bu dönemde Türkçe; başta Arapça ve Farsça olmak üzere birçok dilden kelime ve kavram alıp çok zengin bir “medeniyet dili”, büyük bir “şemsiye dil” olmuş; “ses bayrağımız” olarak beş kıtada dalgalanmıştır. Türkçe,  altı yüz yıl Anadolu'nun, Balkanların, Kuzey Karadeniz'in, Kafkasların, Arap Yarımadasının hatta bütün Kuzey Afrika'nın bile ortak dili olmuştur.

         Türkçe; Ahmet Yesevi ile “hakikat dili” vasfını kazandıktan sonra çok güçlü bir ilim, kültür, sanat ve edebiyat dili de olmuştur. Türk milleti; Türk-İslâm medeniyetinin de dili olan Türkçe ile Ahmet Yesevi, Yusuf Has Hacip, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Paşa, Fuzûli, Bâkî, Nâbî, Süleyman Çelebi, Pir Sultan Abdal, Nefî, Nedim, Şeyh Galip, Evliya Çelebî; Namık Kemal, Ahmet Hâşim gibi büyük edipler yetiştirmişti.

        Arapça ve Farsça tamlamaları çokça kullanan Divan edebiyatı ile aşırılığa kaçan Türkçe; 1878’de kabul edilen Osmanlı Anayasası’yla “devlet dili” ilan edilerek koruma altına alınmıştı. Millî Edebiyat Döneminde Ömer Seyfettin öncülüğünde çıkan “Genç Kalemler” dergisi ve başlattığı “Yeni Lisan” hareketi sayesinde de “sade ve orta yolu” bulabilmişti. Millet tarafından anlamı bilinen, Türkçenin atasözlerine, deyimlerine, türkülerine, masallarına, manilerine, bilmecelerine girmiş, kısaca halk edebiyatına mal olmuş kelimeler Türkçe kabul edilmişti. Bu sade ve orta yolu tâkip eden Reşat Nuri, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Mehmet Âkif, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi, Peyami Safa, Halide Edip, Refik Halit, Falih Rıfkı, Memduh Şevket, Faruk Nafiz, Fazıl Hüsnü, Cahit Sıtkı, Sait Faik gibi edebiyatçılarla Türkçe, şaheserler vermeyi başarmış; “çağın bilgi, ilim, sanat birikimini yansıtacak şekilde” zengin ve pürüzsüz bir dil olmuştur.

Binlerce yıllık mazisi olan; kendisiyle kültür, sanat, fikir, ilim alanında yüz binlerce kıymetli eser verilen, kelime türetme gücü ve ses özellikleri son derece zengin, yapısı çok sağlam, kelime hazinesi yüz binleri bulan, diller arasında en çok atasözü ve deyimlere sahip olan, dünyada çok geniş sahada en çok konuşulan diller arasında yer alan ana dilimiz güzel Türkçenin yüz yıllar boyunca yaşadığı sıkıntıları olmuştur. Ancak büyük bir medeniyet krizini yaşadığımız Cumhuriyet döneminde Türkçenin yaşadığı felaketler, en önemli kültür meselesi haline gelmiştir.

Bin yıllık köklü Türkçenin zengin ve güçlü dönemi, yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde başlatılan “öztürkçecilik” hareketiyle sona erdi. Bir “kültür soykırımı” gerçekleştirilerek milleti millet yapan, kültürün en önemli unsurlarından olan dilin “kültür köprüsü” özelliği de yok edilmeye çalışıldı. Bu yeni dille, baba ile evlâdın, mâzi ile hâlin arası tamamen açıldı.

16 imparatorluk, 38 de devlet kuran bir büyük milletin çocukları, kendi kültür ve dilinden dolayı Batı karşısında aşağılık kompleksine kapılmıştır. 700 yıllık zengin dilimiz de, “Osmanlıca” diye yaftalanıp önce “öztürkçe”yle fakirleştirilmiş, sonra da Fransızca, Latince ve İngilizcenin işgaline maruz bırakılarak yozlaştırılıp yabancılaştırılmıştır. Dilimizi yabancı dillerin işgalinden kurtaracağız denilerek tarihî-dinî hafızamızla, köklerimizle bağlarımız koparılmıştır.

   XX. yüzyılın sonlarına doğru Türkçe, İngilizce kelimelerin işgaline uğrayarak “Türkingilizce”ye dönüşme tehlikesini yaşamaya başladı. İngilizce kelimelerle konuşma ve yazma modası, önce “yabancı dil öğrenme fetişizmi”ne, sonra da “yabancı dille eğitim” yapma hastalığına dönüştü. Dilimiz gittikçe yozlaştı, bozuldu.

Dilimize felsefe, sosyoloji, psikoloji, siyaset, uluslararası ilişkiler gibi sosyal bilimlerin tamamında; hatta dinî ilimlerde bile tercüme kokan terim ve kelimeler ile yabancı dillerden kavramlar hâkim oldu. Tıp terimleri ise, Latince terminolojinin işgali altında.

Yirmi birinci yüzyılın başında Türkçe Sözlük’te yer alan kelime sayımız yüz bini aştı ama bu kelimeleri bilip kullanan kişi sayısı çok az. Türk klasiklerini sözlük yardımı olmadan anlayabilecek kaç üniversitelimiz; bin kelimeyle konuşup yazan kaç lise mezunumuz var acaba?

D. Mehmet Doğan: “Türkçenin geleceği ile ilgili karamsarlığımı ancak şiirler ümide tebdil edebiliyor.” diyor. Türkçe; her türlü meselelerine rağmen bir ilim, düşünce, kültür-sanat dilidir günümüzde.  Ancak dilimizi koruyup zengin bir şekilde işlemezsek, Türkçenin feryadına kulak verip dil davamıza sahip çıkmazsak çok büyük bir kültür yabancılaşması, istiklâlimizi de tehlikeye düşürecektir.

 

      M. Nihat MALKOÇ: Öğrenmenin en yoğun, en etkili ve en kalıcı olduğu ilkokul düzeyindeki çocukların dil gelişimi, Türkçe sevgisi, sözlü ve yazılı olarak kendilerini ifade etme becerisi edinmeleri geleceğimiz açısından hayatî bir ehemmiyete sahiptir. Siz bu gerçekten yola çıkarak, çocuklarımızın abur cubur yemek kadar tehlike arz eden niteliksiz metinler okumamaları için, tabir caizse, onlara bir "okunacak hikâyeler listesi" hazırladınız. "Kırk Yazardan Kırk Hikâye" adını verdiğiniz, 8-10 yaş aralığındaki çocuklara hitap eden 160 sayfalık bu kitapta Mevlâna'dan Ahmet Kabaklı'ya, Reşat Nuri Güntekin'den Muzaffer İzgü'ye, Cahit Zarifoğlu'ndan Mustafa Özçelik'e, M. Yaşar Kandemir'den Gökhan Ayçiçek'e kadar birçok yerli ve millî yazarın çocuklara dil zevki veren seçkin metinlerini bir araya getirdiniz. Bu kitabı hazırlarken hangi pedagojik endişeleri ve gayeleri dikkate aldınız?

 

Ahmet SEZGİN: “Kırk Yazardan Kırk Hikâye” isimli kitaptaki ürünlerin; 8-10 yaşlarındaki çocukların dil gelişimi ve anlama seviyelerine uygun, iyi kurgulanmış, anlayabilecekleri sade bir dille yazılmış, Türkçeyi doğru ve güzel kullanmalarını sağlayan, hayal güçlerini harekete geçiren, duygu ve düşünce dünyalarını, hayata bakış açılarını zenginleştiren; onlara okuma ve Türkçe zevkiyle birlikte doğru düşünme ve davranma alışkanlıkları kazandıran; çocukları eğitirken eğlendiren, gerçekçi, ilgi çekici, akıcı ve güzel hikâyeler olmasına büyük özen gösterdim.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Biz öğretmenlerin ve velilerin bugün en çok şikâyet ettiği konu, öğrencilerin (çocukların) yeterli düzeyde kitap okumamasıdır. Siz bunu kendinize dert edinmiş olmalısınız ki "Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi" adıyla Abdülhak Şinasi Hisar'dan Ahmet Hikmet Müftüoğlu'na, Ömer Seyfettin'den Sait Faik Abasıyanık'a, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Sabahattin Ali'ye, Mustafa Kutlu'dan Bestami Yazgan'a kadar birçok büyük hikâyecinin eserlerini içeren 255 sayfalık ortaokul düzeyinde bir kılavuz kitap hazırladınız. Bu kitap, ne okuyacağını bilemeyen öğrenciler için bir yol haritası niteliğinde rehberlik vazifesi görecektir. Kitaba alacağınız hikâyeleri ve yazarlarını seçerken nelere dikkat ettiniz? Kitap muhataplarına (10-14 yaş arası okuyucu kitlesine) ulaşabildi mi?

 

Ahmet SEZGİN: “Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi”nde yer verdiğim toplam 65 hikâyenin sevgi, saygı, edep, nezaket, dostluk, kardeşlik, aile bağları, misafirperverlik, vefa, sadakat,  merhamet, şefkat, iyilik,  yardımlaşma, takdir ve teşekkür etme, pişmanlık, fedakârlık, alçakgönüllülük, duygudaşlık, affetme, hoşgörü, adalet, doğruluk, dürüstlük, çalışma azmi, sorumluluk, yaşama sevinci, mutluluk, özgüven,  ümit, sabır, cesaret, kahramanlık, özgürlük, insan ve hayvan hakları; Allah, vatan, millet, bayrak, dil sevgisi gibi millî, manevi ve insanî değerleri işleyerek çocukların kişiliklerini geliştirici, ruhî ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayıcı özelliklerini dikkate aldım. Özellikle de Türkçe Dersi Öğretim Programı’ndaki kazanım ve temalara uygun hikâyeler seçmeye gayret ettim.

“Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi”ni hazırlamaya başlarken birikim ve zevkine güvendiğim onlarca Türkçe öğretmeniyle öğretmen-yazardan çok beğendikleri, ortaokullar için uygun gördükleri hikâye isimleri aldım. Seçkide daha çok hikâyecimize yer verebilmek, okurlarımızı sıkmamak için yazarlarımızdan seviyeye uygun, etkili, güzel ve kısa birer hikâye (öykü) almayı uygun gördüm. Bu hikâye seçkisinde yer verdiğim yazarlar, 3’ü hariç modern Türk edebiyatına mensup sanatçılarımızdır. Hikâyelerin çoğu, yaşayan hikâyecilerimize ait ürünlerdir.

       Hocam, bu seçkiler eğitim camiasıyla yazarlarımızdan büyük bir ilgi gördü. Ancak pandemi sürecinde yüz yüze eğitim yapılamaması sebebiyle bu kitaplar çocuklarımıza pek ulaşamadı. İnşallah ebeveynlerle aileler, okuma hususunda duyarlı davranıp çocuklarımızı bu güzel hikâyelerle buluştururlar.

 

     M. Nihat MALKOÇ: Sizin şairliğinizin ve yazarlığınızın yanında gazete yazarlığınız (köşe yazarlığı) da var. Bugüne kadar değişik yerel gazetelerde güncel ve edebî kategorilerde birçok yazılar yazdınız. Biraz da bu yönünüzden söz eder misiniz?

 

     Ahmet SEZGİN: İlk yazılarım, Samsun/ Gürses gazetesinde 1985’te yayımlandı. Daha sonra Millî Gazete, Akit, Vakit, Yeni Akit, Vahdet gibi ulusal gazetelerde ara sıra deneme, fıkra, kitap tanıtım, anı, inceleme türü yazılarım yayımlandı.

     Bir ara Samsun/ Olay gazetesinde köşe yazıları yazdım. 2000–2005 yılları arasında İsmet Gültekin tarafından çıkarılan Terme Birlik Mefkûre gazetesinde “Kültür Köprüsü” isimli köşemde yazılar yaptım. 2006 yılında Terme Bilgi Gazetesi’nde Gazeteci-Yazar Eyüp Şentürk’ün ısrarıyla başladığım yazılarımı “Kültürden İrfana” isimli köşemde yazmayı sürdürmekteyim.

 

      M. Nihat MALKOÇ: Araştırmacı, şair ve yazar Ahmet Sezgin'in bugüne kadar hayal ettiği; fakat bir türlü gerçekleştirme imkânı bulamadığı bir şey var mı?

 

      Ahmet SEZGİN: Hikâyelerimi, hatıralarımı, inceleme yazılarımı ayrı ayrı yayımladıktan sonra uzun yıllar üzerinde kafa yorduğum bir eğitim romanı yazmayı hayal ediyorum. Bunların dışında İstiklal ve İslâm Şairi Mehmet Akif’i çok yönlü tanıtan bir kitapla “yolumuzu aydınlatan yıldızlar”ın biyografilerini de yazmayı düşünüyorum.

 

      M. Nihat MALKOÇ: Kıymetli hocam, bu söyleşinin gerçekleşmesi için bize vakit ayırdığınız ve de sorularımızı samimiyetle cevapladığınız için size çok teşekkür ediyorum.

 

    Ahmet SEZGİN: Değerli hocam, benim için de çok güzel bir söyleşi oldu. Çok mutlu oldum. Bu güzel ve tafsilatlı sorularınızdan dolayı ben de size çok teşekkür ederim. İnşallah güzellik, şuur ve hayırlara vesile olur bu sohbetimiz.

 

 

 

( Araştırmacı, Şair Ve Yazar Ahmet Sezgin'le Dil, Şiir Ve Edebiyat Etrafında Keyif başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 18.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.