M.
NİHAT MALKOÇ
Bir şehir düşünürüm, mâziden istikbâle
köprü bir şehir. O şehir sensin Maraş!
Adı tarihe şanla, şerefle ve altın
harflerle kazınan kadim bir şehirsin sen. Bir Geç Hitit devleti olan Gurgum
Krallığı'nın payitahtısın. On altı bin yıllık köklü tarihin içinde Persler,
Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Memluklular, Dulkadiroğulları ve
Osmanlılar hakim olmuş sana. Allah'ın kılıcı "Seyfullah" Halid Bin
Velid'in kılıç hakkısın sen.
Fatihin olan Yavuz Selim'in keskin kılıcının
şakırtıları ve atının kişnemeleri duyulur o şanlı kalenin kesme taşlarından.
Ahır Dağı'na yayılır fethin uğultuları.
Sen ki o seslerle uyursun her gece.
O hiç bitmeyecek aydınlık fecrin, gönülleri neşe ve sürura gark eden
rüyasını görürsün. Zaman ve mekân kavramları akıp gider buz tutmuş
avuçlarımızdan.
Bir şehir düşünürüm, mangal yüreklilerin
yaşadığı bir şehir. O şehir sensin Maraş!
Osmanlı'nın ayakta duracak gücü
kalmamışken, sen koltuk değneği oldun kadim devlete. Zira hürriyete
sırılsıklam âşıktın sen. Millî
Mücadele'de asil ve delikanlı bir duruş sergiledin. Elif gibi dik, diri ve iri
durdun nefes aldıkça. İki büklüm eğilmedin virgül ve vav misali. Korkuyu
korkutarak ve "Ya oluruz, ya ölürüz" diyerek insan onuruna yakışanı
yaptın.
Senin adını terennüm ettiğimde;
milletin namusuna uzanan elleri kıran Sütçü İmamlar, şehrin bilgesi ve
maneviyat öncüsü Ali Sezai Efendiler, hürriyeti elinden alınan bir milletin
Cuma namazı kılmasının dinen uygun olmadığını” dile getiren Rıdvan Hocalar,
düşmana karşı mücadele fikrini ilk kez
ortaya atan Doktor Mustafalar, Âlem-i İslâm'a seslenerek halkın heyecanını
dipdiri tutan Avukat Mehmet Ali
Kısakürekler, mahalle teşkilâtlarına önderlik eden Vezir Hocalar ve cesaret
timsali Senem Ayşeler canlanır hafızamda. Sonra Kılıç Ali Beyler, Abdal Halil
Ağalar, Ali Aslan Beyler, Çakmakçı Saitler, Abdullah Çavuşlar, Arslan
Toğuzatalar, Karayılanlar, Yörük Salimler, Şekerci Ökkeşler, Muallim
Hayrullahlar, Çuhadar Aliler, Paşo Yakup Beyler ve Hürü Analar arz-ı endam eyler gönül dünyamda.
Sen ki İstiklâl madalyalı müstesna
bir şehirsin. Bu sana çekiçle örs arasında şerefinle yaşamanın mükâfatıdır.
Dünya durdukça bu altın madalya bir güneş misali parıl parıl parlayacak
boynunda. Düşmanların hasedinden çatlarken, dostların mutlanacak bu hâline.
Bir şehir düşünürüm, emeğin ve alın
terinin kalbi bir şehir. O şehir sensin Maraş!
Çekiç sesleri gelir kadim Demirciler
Çarşısı'ndan. Alın teri, kömürün karasına karışır. Bir adım ötede Osmanlı'dan kalma Tüfekçiler
Hamamı'nda arınırsınız kirlerinizden. Az ötesinde de zamana meydan okuyan ve
kapalı kutuyu andıran Kapalı Çarşı vardır.
Altı asırlık Tarihî Maraş Çarşısı
(Kapalı Çarşı), nam-ı diğer "Suk-i Maraş" nice zamanları eritmiştir
potasında. İstanbul'un Kapalı Çarşısı neyse Maraş'ınki de o mesabededir aziz ve
necip Maraşlılar için. Maharetli zanaatkârlar konuşlanmıştır naftalin kokan
köşe bucağında. Bakır, ahşap oyma, semer, kalay, sim ve sırma işlerinin en
naifi yapılır burada. Köp boyama çarıklar ve yemeniler de cabası. "El emeği göz nuru" kavramı tam da
bu çarşıda karşılık bulur kendisine. Çarşının bir başka yanında o meşhur Maraş
biberinin ve tarhanasının kokusu genzinize kadar sirayet eder. Pekmez ve sucuk
da onlardan eksik kalmaz doğrusu.
Bir şehir düşünürüm, tadı damağımızdan
gitmeyen bir şehir. O şehir sensin Maraş!
Yemek deyince sen gelirsin akıllara damak
tadım, Maraş'ım! Zengin mutfağınla gurmelerin aklını alırsın başlarından. Tarhanan,
nefis tadıyla mutfakların vazgeçilmezidir. Rüzgâr bir kere esmeye görsün,
evlerde kaynatılan tarhana kokusunu getirir burunlarımıza. Sonra ekşili, tirşik, leğen, paça çorbası; Maraş
kebabı; içli, yavan, bezdirme, yoğurtlu köfte; kısır... Üstüne de bastık,
çullama; bir de menengiç kahvesine doyum olmaz. Bitti mi, bitmedi elbet. Maraş
sofrası bereketlidir demiştik ya. Ünü sınırlarımızı aşan; ak keçilerden, kara
keçilerden sağılan sütle, Ahır Dağı'nda yetişen salepler ve Elbistan'dan gelen
şekerin bir araya getirilmesiyle yapılan, o tadına doyum olmaz Maraş dövme
dondurmasını nasıl unutursunuz? Maraş'ın dondurması sadece hararetimize değil,
yürek yangınlarımıza da çare olur.
Bir
şehir düşünürüm, hayatın öznesi bir şehir. O şehir sensin Maraş!
Şehirler tarihin nesnesi oldukları
kadar, hayatın da öznesidirler. Nice hayatlar o teknede karıştırılarak uygun
kıvama gelmiştir. Şehirler birer kundak
veya altın beşiktir aynı zamanda. Bütün dertlerden âzade kalarak en derin ve en
huzurlu uykuyu bu beşikte uyursunuz. Bu yüzden Dostoyevski, “Bir şehrin yerlisi
olmak gidecek yeri olmaktır” der.
Şehri yazmak, şehri yaşamaktan
zordur. Şehirler kendileriyle alâkalı yazılanlardan çok, yazılamayanlardır.
Çünkü şehri yazmak için onun kılcal damarlarına girmek gerek. Bu öyle sanıldığı
kadar kolay değildir. Gel demezse giremezsiniz o büyülü dünyaya.
Şehir kendini aşikâr eylemez öyle
her kaleme. Bir dilber misali nazlanır, saklar efsununu. Kalem, acziyetini
itiraf eder; kanı hükmündeki mürekkebi çekilir olmadık bir zamanda. Dizleri
titrer kelimelerin. Cümlelerin yüzü ayva sarısına döner bir anda.
Tarihin koynunda uyuyan bir perisin
Maraş! Âşıkların piri Karacaoğlan'ın "Elâ gözlü benli dilber"isin.
Bir tarih yatar aziz topraklarında. O kadim değerlerinle sanki bir açık hava
müzesisin. Ölümsüz hatıralar meşcerisin sen. Günün yirmi dört saatinde;
camilerinle,
türbelerinle, ölülerinle ve dirilerinle huzura
uzanırsın boylu boyunca. Asaletsin, kimliksin, şahsiyet hamurunun kıvamısın. Karanlık
gecelerin nurlu sabahısın. Bir pınarsın yüreklerin Kerbelâ'ya döndüğü
zamanlarda. Bir ömür hiç uyanmak istemediğimiz tatlı bir rüyasın.
Bir
şehir düşünürüm, tarihe kök salmış bir şehir. O şehir sensin Maraş!
Seyyah-ı fakir Evliya Çelebi'nin
"Şehir-i Âzim" dediği diyarsın sen. Sen dünden bugüne, bugünden
yarına ilelebet yaşamaya namzet anlı
şanlı Maraş'sın. Anadolu'nun kulaklara değmemiş sırları sende saklıdır. İlkin Hititler
yuva kurmuş toprağında. Dördüncü yüzyılda Romalıların izi düşmüş izine.
Germenicia mozaikleri geçmişten hatıradır sana.
Dulkadiroğlu Beyliği'ne vatan oldun
sen. Süleymanoğlu Alâüddevle'nin mirasıdır kalenin eteklerindeki heybetli Ulu
Cami. O ki şefkat ve merhametle gülümser mihmanlarına.
Geçmiş zaman sanki bir kalıpta
dondurulmuştur Maraş'ta. Hatuniye Camii, Taş
Medrese, Yedi Sandukalı Türbe, Tarihî Ticaret Alanları, Kâtip Han, Taş Köprü
gibi birçok anıt eser Dulkadiroğlu Beyliği'nin günümüze gönderilmiş aziz
ve muhterem bir selâmıdır.
Gönlümüzün Medine'si, kalplerimizin
eşiği ve mihrabısın sen. Sen ki Osmanlı'yı bekledin nice seneler. Ne zamanki
Yavuz Sultan Selim Han, Doğu'ya sefer etti; işte o zaman Osmanlı yurdu oldun sen.
Vuslat sancıların ilelebet dindi. Sen ki Yavuz Selim'in Osmanlı'ya ikramısın. Gönül
nikâhını kıymış seninle. Bu kavi nikâh hiç düşmeyecektir üzerinden.
Millî ruhun ve millî direnişin
sembolüsün Maraş! Küfre ve kesrete karşı sarsılmaz imansın, vahdetsin sen. Sene
1920, aylardan Şubat, takvimler 12'yi işaret ederken bir kıyamet kopmuştu
Maraş'ta. İngilizler ve Fransızlar o kirli çizmeleriyle fazla dolaşamamışlardı
senin muazzez topraklarında. Hayat hakkı tanımamıştın sakinlerine hayatı zehir eden
işgalcilere.
Bir şehir düşünün, namusuyla
yaşayan, namusunu yaşatan bir şehir. Dünyanın istiklâl madalyalı müstesna şehri.
Sütçü İmamların, Rıdvan Hocaların torunları yaşar kanla sulanan bu aziz topraklarda.
Sütçü İmam'ın deyişiyle "Maraş, Maraşlıya mezar olmadan düşmana gülzâr
olmaz." Nitekim olmamıştır da. Maraşlılar hayatını vererek hürriyetini
almıştır geri.
Bir şehir düşünürüm, sözün harman olduğu bir
şehir. O şehir sensin Maraş!
Söz burcunda dalgalanan ses
bayrağımın rüzgârısın sen. İçimizdeki şairi ortaya çıkaran emsalsiz bir
güzelsin Maraş! Denizler mürekkep olsa yetmez güzelliğini anlatmaya. Şairlerin
yüreğine düşen ilham olursun seherlerde. Sırça köşkler kurulur söz
külçeleriyle. Necip Fazıl'ın, Cahit Zarifoğlu'nun memleketi; Sünbülzâde
Vehbilerin, Âşık Mahzunîlerin, Erdem Beyazıtların, Nuri Pakdillerin;
Alaaddin-Rasim Özdenören, Abdurrahim-Bahaeddin Karakoç kardeşlerin doğduğu ve
doyduğu bahtiyar bir şehirsin sen. Sözün Miraç'ısın.
Ağaç nasıl kökünden beslenirse sen
de ihtişamlı mâzinden beslenirsin Maraş'ım! Hayatın gözesi, ta kendisisin sen.
Kim bilir belki de devasa bir film platosusun. ‘Hayat’ denen üç boyutlu film
oynanıyor üzerinde: Dün, bugün ve yarın… Başrolde hep sen varsın; bizler de bu
filmin bahtiyar figüranlarıyız. Sen başroldeysen bizler figüran olmaya razıyız.
Sen ki âşıkını delirten efsunkâr biz
mâşuksun. Dağların yeşilini, göğün mavisini genç bir kız edasıyla giyinirsin
her sabah. Gönül pınarlarından coşkunca akan yudum yudum sevgisin. Eski masallarda
donakalmış ay yüzlü bir perisin. Kadim medeniyetin doğum sancılarını çeken ana
rahmisin. Kalbimize düşen kor ateşsin. Hasretin büyüdükçe büyür yalnızlığımızda.
Sana dair arzularımız damar damar çoğalır kan kırmızı şafaklarda.
Ahır Dağı'nın eteklerinde bir
gerdanlık gibi arz-ı endam edersin Maraş'ım! Gözlere ve gönüllere ikramsın.
Emsalsiz güzellikler dört bir tarafında bir şölene dönüşür boylu boyunca. Öyle
de Başkonuş Yaylası göze ve gönle cennet bahşeden bir tabiat harikasıdır.
Yağmurun da, boranın da, karın da, dolun da güzeldir senin. Şifalı termal
sularınla hayat bahşedersin hayata pamuk ipliğiyle bağlı canlara. Sonsuzluğun
sırrı aşikâr olur bakır renkli ufuklarında.
Geleceğin rüyasını görürsün kadim
çınarların gölgesinde. Üzerinde yaşananlar bir rüyadan arda kalmanın hüznüdür
belki. Sen ki ilkbaharın rüyasını görürsün karakışlarda.
Bir şehir düşünürüm, yüreklerin mavzer
olduğu bir şehir... O şehir sensin Maraş!
Mâzi, hâl ve istikbâl kavşağında
mecburi istikametsin Maraş'ım! Ölülerin de diriler kadar soluklandığı
memleketsin sen. Türbelerin, yaşayanlara hayata dair nice dersler verir. Sen
yaşanmakta olan hayatın ta kendisisin! Her şeyin hızla nesneleştiği bir dünyada
gerçek öznesin. Zaman bir nehir misali akıp gider koyaklarından. İçimizdeki
hasret yangınlarını söndürür sebillerin. Bir fecir vakti tutuşur Engizek'in
etekleri. Bir örümcek örerken hasretin ağlarını; senden uzakta vurgun yemiş
üveyikler gibi şaşakalırız. Sekiz köşeli yıldızlar dökülür avuçlarımıza. Ancak
senin vuslatın doyurur gönlümüzün aş kazanını.
Her
günün taze bir başlangıca gebedir Maraş'ım! İslâm’ın eren’iyle, Türk’ün
alp’iyle "alperen" olmuşsun. Cetlerin ruhu dört bir yanına sinmiş
senin. İliklerine kadar Türk oğlu Türk olmuşsun. Mâzi dile gelir cadde ve
sokaklarında. Her şeyin uhrevî bir âleme bakar. "Hiçbir
şehir diğerine benzemez" derler ya, hiçbir şehre benzemezsin sen de. Çünkü sen
şahsına münhasır, sözün ifadede aciz kaldığı bir güzel diyarsın. İhtişamlı bir
mâzinin hayaliyle uyursun kadim zamanın koynunda. Karanlığın
pençesinde dağılırken serseri uykularımız, gök kubbede mehtap serenatlar dizer
o emsalsiz güzelliğine.
Sen, gözlerimizin ferine asılı
kalansın; nazarlarımızın kundağında uyuttuğumuz, kalbimizin odacıklarında
besleyip büyüttüğümüz, gittiğimiz her şehre özlemini taşıdığımız, sırlarına
aşina olduğumuz bir peri suretsin. Hasretin birikir bir yetimin gözyaşlarının
tuzunda. Mâziye sinen o kutlu esrarın, kendisini keşfedecek gönül gözü açık
kâşiflerini bekler. Manevî perdelerle örtülen bu sırlar ortaya çıkınca asıl
güzelliğin yaprak yaprak açılacaktır vesselâm.
Şehir ve
Kültür Dergisi/Mayıs 2021