M.
NİHAT MALKOÇ
Eski Türklerde "ana
hakkı" ile "Tanrı hakkı" bir tutulmuştur.
Eski Türklerde kadın çok kıymetli
bir varlıktı. Kadına duyulan saygı ve sevgi üst düzeydeydi. Öyle ki "ana
hakkı" ile "Tanrı hakkı" bir tutulmuştur. Türk dillerindeki
kelimelerde cinsiyet ayrımının(müennes/müzekker, erkeklik/dişilik) olmaması da
kadınla erkek arasında fark gözetilmediğini gösterir. Aksine kadın bazı
yerlerde daha ön plandadır.
Eski Türklerde aileye çok büyük bir
kıymet verilmiş, ailenin ayrılmaz bir parçası olan kadın, adeta baş tacı
edilmiştir. Kadın her şeyden evvel eş ve anne olarak görülmüştür. Ailenin,
dolayısıyla da toplumun mutluluğu ona endekslenmiştir. O ki çocuk doğurmakla
kalmaz, onu besler, büyütür, ona kol kanat gerer, ilk eğitimini de kendisi
verir.
Eski Türklerde kadın, anneliğinin
yanında daima kocasının yanında ve yakınında yer alan asil bir kahramandı. Kadın ata biner, silah kullanır, yeri
geldiğinde düşmana karşı kahramanca savaşır. Orta Asya Türk devletlerinden
İskitlerde, Hunlarda, Göktürklerde ve Uygurlarda kadınlar çok mühim konumdaydı.
Hakları ve yetkileri çoktu. Özellikle İskitlerde kadınlar asker olarak
yetiştirilir, erkeklerle birlikte savaşırlardı. Büyük Hun İmparatorluğu adına
Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete’nin hanımının imzalamış olması eski
Türklerde kadının hangi konumda olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Oysa
Batılı devletlerde kadın estetik bir unsur olmanın ötesinde bu gibi özelliklere
sahip bir varlık olarak görülmez.
Eski Türk
devletlerinde kadınlar cemiyet hayatında olduğu gibi, siyasî hayatta da önemli
roller üstlenmiştir. Hun Türklerinde
kadın, erkeğin eksiklerini tamamlayan bir unsur olarak görülürdü. Devlet işleri
de dahil olmak üzere, kadının dahil olmadığı hiçbir iş yok gibiydi. Yabancı
devlet elçileri hakanın huzuruna çıkarken eşleri de yanlarında bulunurdu. Hatta
hakanların eşleri tek başlarına bile elçileri kabul etme hakkına sahiptiler.
Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatunlar hakanın solunda
otururdu. Siyasî ve idarî meselelerde görüş beyan ederlerdi. Bunların ötesinde
kadınlar harp meclislerine bile katılırdı.
Destanlarda kadın, hayatın öznesi durumundadır.
Sözlü edebiyatımızın en önemli
ürünleri olan destanlarımızda kadınlar çok önemli bir yer teşkil eder. Destanlarda
kadınlarla erkeklerle hep bir arada verilir. Yaratılış
Destanı'nda Ülgen'e(Tanrıya) insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve
ilham veren "Ak Ana" isimli hoş bir kadındır. Yine Oğuz Kağan'ın ilk
karısı karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal
bir ağaçtan doğmuş olağanüstü varlıklardır. Tıpkı bunlar gibi diğer Türk
destanlarında da kadın kutsal bir varlık konumundadır.
Eski Türk metinlerinde
kadın(özellikle anne) hep baş roldedir. Özellikle Oğuz Kağan, Dede Korkut gibi
metinlere bakıldığında, kadının anne olma hüviyetiyle kutsal bir özellik
taşıdığı görülebilir. Bu da neslin devamı için kadının taşıdığı önemin göstergesidir.
Destan metinlerinde kadın, yeri geldiğinde erkeğini teskin eden, onunla
birlikte acılar çekebilen, özellikle zorluklara katlanabilen güçlü bir imgedir.
Dede Korkut Hikâyeleri'nde kadın şöyle tasvir edilir: "Yer basmayıp
yürüyen/Kar üzerine kan dammış gibi kızıl yanaklım/Koşda badam sığmayan dar
ağızlım/Kalemciler çaldığı kara kaşlım/Kurması kırk tutam kara saçlım"
Yine aynı metinlerdeki “Beri gelgil başım bahtı, evim tahtı,/Evden çıkıp
yürüdüğü vakit selvi boylum,/Topuğunda sannaştığı zaman kara saçlım,/Kumlu yaya
benzer kara saçlım,/Kurulu yaya benzer çatma kaşlım,/Çifte badem sığmayan dar
ağızlım,/Kadınım direğim dölügüm." ifadeleri Türklerin kadını ne kadar
yücelttiğini, onu hak ettiği konuma koyduğunu gösterir. Bu hikâyelerde geçen şu
ifadeler de kadim Türk milletinin kadın algısının aynası hükmündedir: “Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun
diye, babam İlteriş Hakanı (ve) annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup
(daha) yükseğe kaldırmışlar muhakkak ki”, “Türk halkının adı sanı yok olmasın
diye, babam hakanı (ve) annem hatunu yüceltmiş olan Tanrı, devlet veren Tanrı,
Türk halkı(nın) adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı hakan (olarak tahta)
oturttu”
Dede Korkut Hikâyeleri'nden biri
olan Bamsı Beyrek hikâyesinde "Banu Çiçek" at binmeyi çok
iyi bilen, kılıç kullanmakta maharetli, iyi savaşan örnek bir kadın modelidir. Bu
gibi güçlü kadınlar kahramanların evlenirken tercih edeceği kadınlar olarak
görülür.
Bugün birçok konuda örnek
gösterdiğimiz Avrupa, geçmişte kadınların adeta bir mal gibi alınıp satıldığı geri
zihniyetli bir kıtaydı. Kadınlar orada köle muamelesi görürlerdi. Hiçbir
hakları yoktu. Düşünceleri dikkate bile alınmazdı. Oysa aynı dönemlerde
Türklerde kadın erkekle aynı haklara sahipti. Öyle ki kadınlar devlet başkanlığı
bile yapmaktaydılar. M.Ö.1500'lerde Pers ve Medlerin en güçlü
hükümdarı Ahameniş Kralı Kirus'u bozguna uğratan İskit/Saka
imparatoriçesi Tomris Katun bu konuda verilebilecek en güzel örnektir.
Göktürkler zamanındaki madenî
paralarda kağan eşleri ile kağanlar bir arada yer alırlardı. Bizler bugün bile
bu noktaya gelemedik. Yine o dönemde kağan eşleri kurultayın doğal üyesi
sayılırdı; söz ve rey hakkı bulunurdu. Kağan öldüğünde veya sefere çıktığında
kağan eşleri, kağan savaştan dönünceye veya yeni kağan seçilinceye kadar
devleti idare ederlerdi. Kadınlara bu denli önem verilmesi onları güçlü ve
özgüven sahibi kılardı.
Kırgızların gönül göğünde
parlayan bir yıldız: Kurbancan Datka
Kurbancan, 1811 senesinde Oş şehrine
bağlı Madı Kışlağı(Kara Suu bölgesinde) dünyaya gelmiştir. Munguş Sülâlesi'nin
Bargı kabilesindendir. Babası varlıklı bir çiftçi olan Mamıtbay(Mamatbay)'dır.
Kurban Bayramı'nda dünyaya geldiği için kendisine "Kurbancan" ismi
verilmiştir. Zira Kırgızlarda Ramazan ve Kurban bayramlarında dünyaya gelen
çocuklara bu tarz isimler verildiğinde ömürlerinin uzun ve çocukların sağlıklı
olacağına inanılırdı.
Kurbancan'ın ailesi İslâm inancına,
Türk âdetlerine ve geleneklerine göre yaşayan bir aile olduğu için onu da aynı
inanç ve kültür iklimde yetiştirmişlerdir. Bu durum zeki, mücadeleci ve onurlu
bir kadın olan Kurbancan'ın gelecekteki şahsiyetine fazlasıyla yansımıştır. Kurbancan'ı
"Kurbancan Datka" yapan da onun asil köklerine sadakati olmuştur.
Kurbancan, henüz 17 yaşındayken
babasının yakın arkadaşının oğlu Kulseyit'le evlendirilmiştir. Eşi zayıf
karakterli bir kişi olduğu için bu evlilik ancak bir yıl kadar sürebilmiştir.
Bir yılın ardından Kurbancan, eşinin evinden kaçarak çok uzaklardaki baba evine
sığınmıştır. Bu süreçte çok büyük zorluklar yaşasa da bunların hepsine göğüs
germiştir.
Güçlü bir kadın olan Kurbancan,
mutsuz geçen ve kısa süren ilk evliliğinin ardından 1831'de halk arasında sevilip
sayılan ve büyük değer verilen Alay Bölgesi’nin hâkimi, kendisi de evlenip
boşanmış olan Alimbek Datka ile evlenmiştir. Bu evlilikten beş oğlu iki de kızı
dünyaya gelmiştir. Bu evlilik Alimbek Datka'nın düşmanlarının düzenlediği bir
suikast sonucu öldürüldüğü 1862'ye kadar tam 31 sene büyük bir aşkla ve mutlulukla
devam etmiştir.
Sözün bu noktasında Alimbek Datka'ya
da küçük bir parantez açmak isabetli olur düşüncesindeyim. Alimbek Datka Kırgız tarihinde çok mühim bir simadır.
Eğitim öğretime çok önem veren Alimbek Datka, Oş şehrinde bir medrese kurdurmuş,
zamanın meşhur âlimlerini bu medreseye getirmiştir. Söz konusu medresenin
masraflarını karşılayabilmek için kendine ait mallarla bir de vakıf
oluşturmuştur. Milletini cehaletten kurtarmak isteyen Alimbek’in bu
gayreti ve girişimi sayesinde binlerce insan bu medresede eğitim görmüştür.
Kurbancan, Alimbek ile evlendikten
sonra Şeyh Hüveyda-yı Çimyani’nin soyundan olan Şeyh Selahüddin’e tabi
olmuştur. Böylece manevî alanda da bir hayli tekâmül etmiştir.
Çok zeki ve
ileri görüşlü bir kadın olan Kurbancan Datka, Hokant Hanlığı'nda devlet
işlerinin görülmesinde ve devletin idaresinde eşi Alimbek Datka'ya daima destek
olmuştur. Eşinin seferlere çıktığı zamanlarda onun yerine bakmış, işlerin
aksamasına müsaade etmemiştir. Kurbancan, üstün zekâsı ve bilgeliğiyle zaman
içerisinde büyük bir güven ve tecrübe kazanarak Alimbek Datka’nın devlet işlerindeki
danışmanlığına kadar yükselmiştir.
Kırgızların gönlünde taht kuran,
tavır ve davranışlarıyla onlara model olan Kurbancan, Kırgızlarda "Datka"
unvanıyla şereflendirilen ilk kadın olma özelliği taşımaktadır. Datka (veya
Datha) Kırgızlarda bir ünvân olup, "hâkim, hükümdar, general, albay,
idareci" gibi anlamlara gelmektedir. Kırgızların tarihine
baktığımızda bu önemli unvanın sadece 1811'de doğan Kurbancan adlı kahraman
kadına verildiğini görüyoruz. Kurbancan'a bu unvan Alimkul'un ölümü ve Hudayar
Han'ın üçüncü kez tahta geçmesinden sonra verilmiştir.
Alimbek Datka 1862 yılında bir
suikasta kurban gidince onun yerine geleneklerin ve temayüllerin aksine büyük
oğlu veya kardeşi değil, danışmanlığını da yapan eşi Kurbancan Datka geçmiştir.
Alimbek Datka'nın ilk eşinden olan büyük oğlu Carkınbay, üvey annesinin halk
katındaki nüfuzunu da dikkate alarak "Datka" unvanından feragat etmiştir.
Böylelikle Kurbancan Datka bütün yetkileri ve sorumluluğu üzerine alarak Hokant
Hanlığı'nın tek ve mutlak hakimi olmuştur. Zaman içerisinde isabetli kararları
ve icraatlarıyla namını hem ülkesinde hem de etrafındaki diğer ülkelerde yürütmüştür.
Liderliği, cesareti, kararlılığı ve basiretiyle şöhreti Fergana, Kaşgar
veTürkistan Hanlıklarına da yayılmıştır. Kırgızlar bu sıra dışı, bilge kadının
etrafında birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmişlerdir.
Kurbancan Datka'nın Ruslarla imtihanı yahut kadının fendi
Yayılmac ı bir
siyaset tarzını benimseyen Ruslar, Orta Asya'ya yayılma politikaları
çerçevesinde 1552’de Kazan’ı, 1556’da Astrahan’ı, 1716’da Omsk’u, 1830’da
Akmola’yı, 1854’te Almaata’yı, 1850-1876 yılları arasında Buhara Hanlığı’nı,
1877-1886 yılları arasında Hive Hanlığı'nı, yine aynı tarihlerde Kurbancan’ın
memleketi olan Hokand’ı işgal etmişlerdir.
Özellikle Hokand'ın işgali yerel direnişlerin de başlamasına sebep
olmuştur.
Türkistan genel valisi General Von
Kaufmann 2 Kasım 1876 tarihinde Fergana vadisini denetledikten sonra halk
arasında huzursuzluk olduğunu ve Han’a karşı sevgi besleyen insanların
çoğunlukta bulunduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine St. Petersburg yönetimi,
Altay Vadisi'ne kadar ilerleyerek bu durumu çözmesini Kaufmann’a bildirmiştir.
Hokand Hanlığı'nın işgalinden sonra,
Altay Vadisi’nde; askerî sevk ve yönetim, Kurbancan Datka’nın
elindeydi. Kurbancan, uzun uğraşlar sonucunda Altay Bölgesini
bağımsızlığına kavuşturmuştur. Öte yandan St. Petersburg yönetimi bu bölgenin
ivedilikle ele geçirilmesini istiyordu. Çünkü bu bölge Ruslar için hassas bir
konumdaydı. Bu durum üzerine General Skobelev komutasındaki bir ordu Altay
Vadisi'ne karşı askerî harekâta başlamıştı. Bu esnada Kurbancan Datka’nın oğlu
Abdullah Bey ordunun komutasını eline alarak savaşa girişmişti. Savaş
Kırgızların lehine devam ederken, kendisi de bir Kırgız olan İman Kulu
tarafından, Kurbancan ve oğlu Abdullah’ın tasarladığı savaş planı Ruslara
aktarılmıştı.
Kurbancan
ve oğlu Abdullah Bey, bu olaya paralel olarak Prens Vittenştayn birliklerine
bağlı Binbaşı Yanov’un askerleri tarafından esir alınmış ve General Skobelev’in
karargâhına getirilmişti. General Skobelev, Kurbancan'ı bir misafir gibi sıcak karşılamıştı.
General Skobelev,
direnişlerin durmasını istiyordu. Kurbancan Datka ona, iç işlerinde serbest olmak şartıyla,
çarpışmaları durdurabileceğini söylemişti. Skobelev bu şartı kabul etmişti. Kurbancan
Datka ile General Skobelev’in bu karşılaşma anını meşhur Kırgız yazar, Tölögön
Kasımbekov şöyle anlatır: "(Kurbancan Datka tercümana): Tercüman bey
söyleyin sayın generale, hangi durumda olursak olalım, biz ülke sahibi, ev
sahibiyiz. Anlatınız. Biz sizi kendi evimizde karşılamak istiyoruz. Çok uzak
değil. İşte şu Madı köyünde. O yerde, kendi başköşemizde, rahat konuşarak
geriye kalan sözümüzü tamamlayalım.''
General Skobelev, Kurbancan'ın
teklifini kabul etmiş, önceden kararlaştırıldığı gibi anlaşma, Kurbancan'ın kendi
mekânında yapılmıştır. Kurbancan Datka'nın bu tavrı teslimiyetçilik olarak
görülse de aslında diplomatik bir başarıdır. Çünkü halk çok zor bir vaziyet
içindeydi. Kurbancan’ın bu hamlesi halkın bir nebze dahi olsa rahat bir nefes
almasını sağlamıştır. Kurbancan Datka bu karşılıklı anlaşma sayesinde Altay
üzerinden Pamir’e kadar uzanan sahanın bağımsızlığını ve geleceğini garanti
altına almış ve ölümüne kadar bu sahayı idare etmiştir. Kurbancan Datka'nın
General Skobelev ile imzaladığı anlaşma şu maddelerden oluşmaktadır: "1. Eski
hanlığın karargâhının yine önceki şekline uygun düzenlenmesi, iki taraf için de
uygun olmaz. 2.Yedi şehirli Hokand ülkeleri ile Rus İmparatorluğu’nun istiklâli
altında iki tarafın birleştiği kabul edilmiştir. 3.Yerli halkın hayat tarzına,
sahip olduğu dinine Rus idaresi tarafından hiçbir şekilde bir baskı
uygulanmayacaktır. 4.İsyan olursa bütün halk değil sadece isyan edenler
cezalandırılacaktır. Ele geçen ya da bizzat kendi gelerek suçunu itiraf edenler
azat edilecek; sürgün edilen ancak kaçan halkın tekrar kendi ülkelerine
dönmelerine, bu doğrultuda sakin bir
hayat sürmeleri şartıyla izin verilecektir.
Kırgız Şair
A. Urbayov'un anlatımıyla Kurbancan Datka'nın milletine vasiyeti
Kırgız şair Abduraşit Urbayov,
Kurbancan Datka'nın vasiyetini manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir:
"Dostlarım, halkım-milletim, evlâtlarım/Yakın gibi, dönülmez
yola gideceklerim/Yaşlınla
gencinle meşgul ol, kulak ver/İşte
bunlar, vasiyet edip söyleyeceklerim//Ezelden Kırgız olarak
yaratılmış/Ala-Too’nun arasına dağılmış/Adigine’nin, Tagayım ’ın çocukları/Aklı ile gayretine güvenmiş//Kızılları
kırmak için gazalarda çekilmeden/Yıkılsak da
bir düşmana yenilmeden/Er
Manas’ın tuğunu yüksek tuttuk/Yiğitlikle
eğerimiz eğilmeden//Savaş ile
geçti nice zamanlar/Uykusunu böldü halkın katliamlar/Yeter! Artık kan dökme dursun/Nesli çoğalıp büyüsün gelişsin Kırgızlar//Eskisi
gibi sağ ile sol birleşip/Şura kursun karşı karşıya oturup/Tartışsın ata yurdun kaderini/Ne zaman ki tehlike tepesinde durup//Sağ ile
sol, fikirde birleşmezsek/Hakarete uğramaz mı Kalpak ile Eleçek/Üstümüzden kara bulut gider mi?/Halkımızı bekliyor nasıl bir gelecek//Uyanık
olun zaman başka şart başka/Arkamız yok atın başını çek başka/Akıl edip birazcık kımıldamazsak/Ansızın takılıp kalmayalım sert taşa//Hürriyete
gider şimdi tek bir yol/Lâzım bize Hokand ile birleşmek/Kılıç değil, komuz vurarak boyun eğdirip/En büyük ihtiyaç Rus ile dost olmak//Dostlarım,
halkım milletim, evlâtlarım/Yakın gibi, dönülmez yola
gideceklerim/Yaşlınla gencinle
meşgul ol, kulak ver/İşte
bunlar, hepinize söyleyeceklerim//Göremezsem dünyayı,
gökyüzünü, yıldızı/İçemezsem ot kokan (o güzeli) kımızı/Hepsini getirip, çağırın sağ’ı, sol ’u/Ölümüm bile birleştirsin Kırgız’ı"
Bir hayattan birkaç hayat çıkaran Altay Melikesi'nin ömrünün
hitamı
Vatanı için yaşayan ve saygın bir
kahraman olan Kurbancan Datka, Kırgız tarihinde bir kadının çıkabileceği en
önemli mevkilere çıkmış, yaşadıkça çok büyük bir saygı ve itibar görmüştür.
Onun Ruslarla yaptığı anlaşma, bir teslimiyet belgesi değil, o zamanın ve
şartların içerisinde alınabilecek en iyi neticedir. Kırgız halkının son noktaya
geldiği bir zamanda yapılan antlaşma, onların derin bir soluk almasını
sağlamıştır. Kurbancan Datka, imzaladığı bu antlaşmayla ülkesini tam otuz yıl
boyunca tam bağımsız bir biçimde olmasa bile, iç işlerinde bağımsız bir şekilde
büyük bir onur ve haysiyetle yönetmiştir. Altay Kanikesi (Altay Kraliçesi)
olarak anılması ona duyulan sevginin işaretidir. Kırgız hükümeti Kurbancan
Datka'nın halk tarafından unutulmaması için onun heykellerini parklara
diktirmiş, paralarının üzerine de bu heybetli kadının resmini
bastırmıştır. Şairlerin ve yazarların onu anlatan şiirler, hikâyeler ve
romanlar yazması bu sevginin ve muhabbetin bir başka tezahürüdür.
Kırgız tarihinin tek kadın generali
Kurbancan Datka 1 Şubat 1907’de 96 yaşında vefat etmiştir. Türbesi Oş bölgesine bağlı
Kiçi-Alay'daki Sarımazar Mezarlığı'ndadır.