1
MESNEVİ'DEN CAN SUYU
Ey can; kimseyi kırma. Sözden ağırı yoktur.
Beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz. (Hz. Mevlana)
Can suyu; Fidan dikildikten sonra dibine dökülen su. Ölmek üzere olan kimseye verilen su. Kan.
Can,
gönül ve ruh anlamına gelir. Tasavvuf terimi olarak can dervişler için
kullanılan bir Mevlevi ıstılahıdır. Mevleviler, kabul olunmak üzere gelen yeni
dervişlere; “Can” der.
Can,
Mevlevi ana tekkesinde, üç gün saka postunda oturur, orada kalıp kalamayacağına
kendi kendine düşünür, muhasebesini yapar. Eğer olumlu sonuca ulaşırsa, hemen
kalkar hizmete başlardı. Can, saka postunda, iki dizi üzere oturur, murakabe
vaziyeti alırdı. Orada diğer dervişlerin (Canların) yaptığı hizmetleri
seyrederdi. Saka postuna oturan kişi, tefekkürle meşgul olduğu için gerektiği
zaman, gerektiği kadar konuşurdu. Bu durumda can, herhangi bir vird okumazdı.
Can, hizmete kalktığında yapacağı ilk iş ayakçılıktı.
Diğer
hizmetlere geçmesi, yeteneğine göre değerlendirilirdi.
“Can,
cümleden aziz” atasözüyle, derviş kardeşin her şeyden önemli olduğu dile
getirilirdi. İhvan anlatılırken isimlerinin sonuna “Can” kelimesi eklenirdi.
Ali Can, Ahmet Can, Mehmet Can… Tarikat kardeşlerinden bahsedilirken, canlar
tabiri kullanılırdı.
“Gelün soralım canlara suretinden n’oldı gider,
Dün-gün senünem der iken sebep neyi buldu
gider” (Yunus Emre)
“Can çıkar da âşıklardan sır çıkmaz”. (Tokatlı Nuri)
“Ölür ise ten ölür,
canlar ölesi değil”. (Hacı Bektaş Veli)
Can
suyuna bir başka örnek de yeni doğan bebeğe verilen anne sütü. Bebeğin
gelişiminde, sağlıklı olmasında, hastalıklara karşı dirençli kalmasında en
etkili yöntemdir anne sütü.
İnsan
vücudu nasıl kana ihtiyaç duyarsa, hem dünyada ve hem de ahirette en önemli can
suyu imandır. Hayatın ve insanlığın olmazsa olmazıdır. Dünyada insanlar iman
can suyu ile sulandığı müddetçe, manen ve ruhen ölümler olmaz. Asıl ölüm, mana
ölümüdür, manen kuraklaşmadır.
Kitabımıza;
“CAN SUYU” ismini bunun için koyduk. Can suyunu gönüllere Kur’an okyanusundan
akmaktadır. Mesnevi deryası, kararan ruhlara nefes olmakta, can suyu vermekte,
manen bunalan, masivadan boğulmak üzere olan canlara can simidi olmaktadır.
Mesnevi
Deryası, marifetullah’tan, fenafillah’a götüren gemiyi yüzdüren mana suyudur.
“Men arafe nefsehu, fekad arefe Rabbehu” (Nefsini bilen Rabbini bilir) deruni
sözünün kaynadığı, coşkun gönüllere akan, peygamberî nazarla bakan, irfanî
boyutta tefekküre dalan, insan-ı kâmile medar olan sahili selamettir.
Nasıl ki
midemizin ve vücudumuzun gıdaya ihtiyacı varsa, gönlümüzün de, öğütlere, güzel
sözlere, dilara muhabbetlere ihtiyacı var. Gönül erleri, mana sultanlarının
sadra şifa kabilinden uygulamaları ve tatlı dilleri huzur vermekte, adeta
terapi görevi görmektedir. Mevlana’nın hoşgörü ve gönüller fetheden sıcak
lisan-ı muhabbeti yüzünden dünyada sayısız insan İslam’ı tercih etmektedir.
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl!
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl.
Bir Müslüman, yanlış yaptığı
zaman, el birliğiyle düzeltmek hepimizin görevidir. “Yanlış yaptı” diyerek,
cemiyetten, toplumdan uzaklaştırmak yoktur. Eğer işin içinde, terör, ülkelere
ve insanlara katliam gibi eylemler yoksa ufak tefek kusurlar affedilir.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye
isnat edilen ama aslında ona ait olmayıp İranlı şair Ebu Said Ebu’l Hayr’a ait
olan;
“Gel ne olursan ol yine
gel…” sözü hepimizi en kısa zamanda dönüştürmeye yönelten, etkin bir ifadedir.
Gel ama geldiğin gibi kalma, çamur geldiysen, hamur olarak; kamış geldiysen ney
olarak; yamuk geldiysen, elif olarak… git demektir. Çünkü eğri cetvelden doğru
çizgi çıkmaz.
Sevgiyi
içine yerleştiren insan; ailesine, yakın çevreye ve her tarafa bunu yayar.
Dolayısıyla bu insanda; hoşgörü, sabır, güler yüz, samimiyet ve empati
duyguları gelişir.
Kainat,
sevgiyle cennet olur. Sevgi; insanın gönlünü, evini, çevresini, işini, aşını,
bakışını gülistan yapar.
Sevgi; beş harften ibaret
bir kelime. Dil ile söyleyivermek, “seviyorum”, “Aşkım” demek, “canımsın”,
“ciğerimsin”… ifadelerini kullanmak gerçek sevgi midir?
Sevginin; vatanı, ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, yaşı, zamanı…yoktur. O,
gönülde parıldayan bir ışık gibidir. Işık, nasıl karanlıkları aydınlatırsa,
sevgi de içimizdeki; nefret, kin ve düşmanlık…karanlıklarını aydınlatır.
Sevgiyi tarif edemezsiniz. Onu bir kalıba da koyamazsınız.
Varlığın ilk mayası, can suyu sevgidir. Kainat,
çok büyük bir sevginin eseri olarak yaratılmıştır. Sevginin kaynağı
Rabbimizdir. O’nun sevgisi çok yüce, çok mukaddes bir sevgidir. O, bu mükemmel
sevgisini, Kainatın Sevgilisi Efendimiz vesilesiyle, bütün varlıklara tevcih
etmiştir.
Şüphesiz, yeryüzüne gönderiliş
gayemiz de, bizleri çok büyük bir sevginin eseri olarak vücuda getiren Yüce
Yaratıcının sevgisine ve rızasına mazhar olabilmekte, O’nun hoşnutluğunu
kazanabilmektedir. O’nun sevgisi, hoşnutluğu nerede? Allah’ın sevmiş olduğu müminin
portresi ve vasıfları nasıldır? O, sevdiklerini, seveceği özellikleri Yüce
Kitabında bildirmiş ve bunu da, Efendimizin mübarek hayatında sahneye konmasını
dilemiş ve bu sevilebilecek hayat, O’nun nurlu yolunda bizlere gösterilmiştir.
O’nun emirlerini yerine getiren, yasakladıklarını da yapmayan insanlar, sevilen
insan kategorisine girmiş demektir.
Dünyada neden varız? İnsan olarak görevimiz nedir? Allah, bizi, eli
boş gezsinler, hiçbir şey yapmasınlar, yesinler, içsinler, ihtiyaçlarını
gidersinler, dünyada eğlensinler… diye mi yarattı? Yoksa gerçekten bir
görevimiz, sorumluluğumuz ve yapmamız gereken işimiz var mı? Dünya nasıl imar
edilir? Dünyayı imar etmek, sadece bir veya iki kişiye mi kalmıştır? Yoksa
herkes payına düşeni yapsın, herkes bulunduğu mekânı; düzenlesin, imar etsin,
en iyisini yapmaya gayret sarf etsin diye midir?
Mesnevi,
çalışmamızın başında gelir. Mesnevi hangi dilara öğütlere yer vermektedir? Bu
öğütler bize ne kadar olumlu etki ediyor? Mesnevi’nin her satırı, her cümlesi
hayatımızın ahengine güzellik katıyor mu?
Mesnevinin
öğütleri aynı zamanda Kur’an öğütleridir. Zaten Kur’an öğütleri olduğu için can
suyu olmuştur. Kur’an, cana, gönle safadır.
Öğüt; İnsanlara
can suyu niteliğindedir. Başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda
bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret” manalarında
kullanılmaktadır.[2]
Peygamber -Sallâllâhu
Aleyhi ve Sellem- Efendimiz:
“Din, nasihatten ibarettir.” Buyurur. [3] Bu ifadeyi; “Din can
suyudur” diye de söyleyebiliriz.
Rabbimiz:
“Sen öğüt
ver (vaaz ve nasihatte bulun)! Çünkü nasihat (ve hatırlatma) müminlere fayda verir.” [4]
Nasihat,
Allahü teâlânın bir kimseye verdiği nimetin onda kalarak, dinine ve dünyasına
faydalı olmasını istemek demektir.
Hz. Mevlana’ya göre, nasihatin (Öğüdün)
kaynağı Kur’an’ı Kerim ve Peygamberimizin Sünnetidir. Pirimiz, buradan
hareketle yazdığı kitaplarda ve yaptığı nasihatlerde bu iki kaynağı rehber
almıştır.
Nasihat, düşünmeyi ve tefekkürü
gerektirir.
Her dilara sesleniş, aynı zamanda sebze ve meyvelere verilen can suyu
mesabesindedir. Bizi dilara tavırlara
yönelten, cana can katan, dilimizi iyi kullanmaya sevk eden temel kitabımız,
rehberimiz, kılavuzumuz ve hayatımıza yön veren, insan olmamızı sağlayan,
“Kâmil insan” özelliği kazandıran Kur’anî tefekküre kapı aralamamız gerekir.
Zira Kur’anî tefekküre kapı arlamayan, Kur’anla barışık olmayanlar can suyu veremezler.
Bu yüzden Mevlana, “Kur’an’ın bendesiyim” demiştir. O halde Kur’anî tefekkürü
ele alıp detaylandırdıktan sonra Mesnevi’nin can suyu veren esintilerine yer vereceğiz.
“KUR’AN’LA
TEFEKKÜR”; Kur’an’lı Tefekkür, Kur’an’ca tefekkür, İnsanca ve irfanî
tefekkür… demektir. Konuya girmeden önce
Tefekkür kavramı üzerinde durmakta fayda var.
Tefekkür Nedir?
Tefekkür, ‘düşünmek’ demektir. Herhangi bir konuda derin düşünerek
onun şuuruna varmaktır.
Tefekkür insana mahsus bir özelliktir ve bu yüzden insanı diğer mahluklardan
ayıran en önemli özellik tefekkürdür.