1
Çok çok küçüktüm. Ben gibi yetmiş
yaşına merdiven dayayıp da
çocukluğu İstanbul’da geçenler hayal meyal hatırlarlar belki bir Yaşar vardı
bundan yaklaşık altmış sene kadar önce. Yani ben altı-yedi yaşlarındayken.
Efendim bu Yaşar aslında bir Yunus Balığı idi. Nerden gelmiş, nasıl bulmuş ise
o sıralarda henüz daha kirlenmemiş olan Haliç’e girmiş, daha sonra da Galata
Köprüsü civarında kayıkçıların, motorcuların, balıkçıların dostu olmuştu.
Millet özellikle güzel havalarda akın akın Yaşar’ı görmeye gider, Yaşar da sağ
olsun kendisine gösterilen bu ilgiyi yaptığı gösterilerle ödüllendirirdi adeta.
Biz daha sonra İstanbul’dan ayrıldık. Bir kaç sene Erzincan ve Erzurumda
yaşadık. Yine çocuğuz ve özlüyuoruz tabii ki İstanbul’u, denizi ve Yunus’u...
Erzurum ve Erzincanda ne deniz var ne de balık. Lakin bizim bu özlemimizi
gideriyor çadır kumpanyaları.
Her sene yaz aylarında bir grup vatandaş gelip panayır denilen çadırlar
kuruyorlar. Bu çadırlarda bizim gibi çocuklar için atlı karıncalar, dönme
dolaplar var. Büyükler için ise yok yok..Tüfek atışlarından tutun da kahkaha
aynalarına kadar..Bir de ip cambazları var tabii ki. Vatandaş ayaklarını
sokuyor bir teneke kutunun içine, o haliyle ip üzerinde yürüyor. Hatta türkü
bile söylüyor: ’Oy dingala dingala, kömür de koydum mangala, Ayşe de Fatma
dostun var, Çalkala Boncuk çalkala’ Diye.
Yahu deniz özlemi demiştim ve hâla ne alaka diye düşünen dostların merakını
gidermedim değil mi?
Evet o çadırların olmazsa olmazlarından birisi de denizden çıkarılmış(!)
Dünyada bir eşi benzeri olmayan acayip bir yaratık(!) olurdu. Bizlere ’ Yarı
insan yarı balık, görülmemiş bir yaratık’ olarak sunulan bu şeyi seyretmek,
onunla bir kaç saniyeliğine de olsa muhabbet etmenin ayrıcalığını yaşayabilmek
o zaman için ’Büyük para’ olan elli kuruşa patlardı bizlere.
Elli kuruşu verip o garip yaratığın olduğu çadıra girdiğimizde de belden
aşağısı balık, belden yukarısı insan olan gerçekten de çok acaip bir yaratıkla
karşı karşıya kalırdık.
Sorardık bu acayip yaratığın tanıtımını yapan kişiye:
-Abi bu ne?
-Deniz kızı.
-İyi de abi bu kız değil ki. Baksana sakalları var, bıyığı var.
-Yavrucuğum..Sen onun kaç yaşında olduğunu biliyor musun?
-Yoo nereden bileyim ki?
-O Tamı tamına üç yüz yaşında. Üç yüz yıl yaşamak ne demektir biliyor musun?
İnsan o kadar yaşayınca sakalı da çıkar, bıyığı da.
-Haaa ondan demek. Oysa bayağı da genç görünüyor.
-Onlara göre çok genç sayılır aslında. Bunlar yedi yüz sene yaşarlar.
Sonra o garip yaratıkla konuşurduk.
-Denizkızı amca ! Senin annen, baban, çocukların yok mu?
Denizkızı amcanın (!) gözlerinden yaş gelirdi ama ağlamaktan mı gülmekten mi
pek anlayamazdık. Çünkü böyle bir türün nasıl ağladığı, nasıl güldüğü hakkında
hiç birimizin bir fikri yoktu.
Her yaz aynı kazığı yediğimiz halde. Her sene hem anne - babamızın, hem de
öğretmenlerimizin bu yalancı sahtekarlara, bu insanı kumara alıştıran kötü
niyetli insanlara ( langırt, halka vs şeylere kumar diyorlardı ) para
kaptırmamamız için bizi uyarmalarına rağmen biz yine de inanırdık yarı insan
yarı balık, görülemiş bir yaratığa. Hatta o yaratık semtin en güzel kızlarından
birini kaçırdığında bile doğacak çocuklarının Yaşar gibi bir memeli mi yoksa
kefal gibi sıradan bir balık mı olacağı üzerine bahse bile girmiştik. Ben
babası da annesi de memeli olduğuna göre Yaşar gibi bir memeli yunus olacağını
iddia ediyordum ama bazı arkadaşlar ’ Hadi lan oradan balıkların memesi olmaz.’
Diye doğacak çocuğun en fazla bıyıkları olabileceğini söylüyorlardı çünkü
Erzurum’un Hasangala’sında bir tür bıyıklı balık vardı arasıra nehirde
yakaladığımız. Daha doğrusu bıyıklı balık denlen bir balık türü vardı onların
bildiği. Öyle Torikmiş, palamutmuş , hamsiymiş pek bilmezlerdi.
Zamanla tabii ki öğrendik yarı insan yarı balık diye bir şeyin olamayacağını.
Lakin hayatın içine girdikçe gördük ki evet yarı insan yarı balık diye bir şey
yoktu ama yarısı bir şey, öteki yarısı bir başka şey olan o kadar çok varlık
vardı ki memlekette.
Yarısı müslüman, yarısı kafir.
Yarısı dindar, yarısı ateist,
Yarısı Kemalist, yarısı sosyalist, komünist.
Yarısı devrimci- yarısı darbeci.
Yarısı barışsever, yarısı hain.
Yarısı doğasever, yarısı kürk giyer.
Yarısı kapitalist, yarısı liberal.
Yarısı aydın, yarısı karanlık.
Yarısı ’ Ne Mutlu Türk’ün Diyene’ derken öteki yarısı ’ Hepimiz Ermeniyiz ’
Diyenler.
Listeyi uzatmak mümkün tabii ki.
Velhasılı çocukluk yıllarımızın o ’Yarı insan yarı balık ’ Yaratıklarına taş
çıkartacak kadar çok şimdi yarısı başka, öteki yarısı bambaşka olanlar. Bizim
zamanımızdaki yaratık hiç olmazsa türünün tek örneği (!) idi. Şimdi aynı türden
o kadar çok yaratık var ki yarısı başka, öteki yarısı bambaşka olan...
Bu yaratıklar artık tanınıyorlar zaman zaman insanları kandırsalar da. Nasıl
mı? Bir fıkra ile anlatayım:
Temel Fransa’da bir mağazanın önünde büyük bir kalabalık görünce ’ Ula ne
oliiiyyy’ Diye merak etmiş ve kalabalığın içine girip yara yara olayın ne
olduğunu görmüş. Olay şu: Adamın birinin bir papağanı var. Bu pağanın yanına
kim yaklaşırsa papağan onun kim olduğunu, nereli olduğunu ve nasıl biri
olduğunu bilip söylüyor.
Mesela bir Almana:
-Adın Hans, Bremenlisin, çok bira içip patates cipsi yediğin için üç ay sonra
öleceksin
Bir Fransıza:
-Adın Piyer, Parislisin, Karın seni boynuzluyor
Filan demiş.
Temel önüne geldiğinde de
-Adın Temel, Trabzonlusun. Aptalsın.
Demiş.
Temel bozulsa da bu kuştaki marifete hayran kalmış. Sahibine ’ bunu baa sat ’
Demiş ama sahibi ’ Bana bu kadar para kazandıran bu kuşu satamam, ama istersen
sana onun yumurtalarından satayım. Koy bir kuluçka makinesine, yirmi bir gün
sonra üç tane böyle yavru çıkar ’ Demiş.
Temel tanesine on bin euro vererek üç
tane yumurta almış ve Trabzon’a gelip bu yumurtaları kuluçka makinesine koymuş.
Bu arada bu papağanın marifetlerini de tüm Trabzon’a anlatmış.
Neyse efendim..Yirmi bir gün sonra tüm şehir halkının gözleri önünde
yumurtalardan civcivler çıkmış ama ne çıkış. Civcivlerden biri güvercin
yavrusu, biri keklik, öteki de bıldırcın.
Tüm şehir halkı Temel’e gülüp onunla dalga geçmiş. Temel de o öfkeyle tekrar
Fransa’ya gitmiş ve papağanın olduğu mağazada almış soluğu.
Papağan Temel’i görür görmez başlamış:
-Adın Temel, Trabzonlusun, Aptalsın.
Temel dayanamamış artık ve kuşa doğru eğilmiş.
-Ula saa deyrum. Haçan penum aptal olduğumi sadece sen piliysun ama senin nasıl
bir orospi olduğuni pütün Trabzon oğrendi ne habeeerrr.
Öğrendik efendim..Biz de öğrendik artık kimin ne olduğunu. Ara sıra aldansak da
kafamıza vura vura öğrettiler şükür.