Bir Tatlı Tebessümün Bin Vuslata Bedeldir.
28 TEMMUZ 2014
BİR RAMAZAN BAYRAMI VE BEN MUTFAKTA YEMEK YAPIYORUM...
******************
Biz henüz ortaokul çağlarındayken Fen Bilgisi derslerinde kullanılmak üzere bir
tablo asılı olurdu tüm sınıflarda. Bu tabloda insanın evrimi resimlerle
anlatılırdı.( Yukarıdaki gibi bir resim)
Efendim bizler bundan milyonlarca sene evvel oldukça kıllı ve dört ayak üzerine
yürüyen bildiğin gorille insan arası yaratıklar imişiz. Bu o kadar da kötü bir
şey değil ama bilmem bileniniz var mı? Bizim atalarımızın alayı homo imiş. O
yüzden de o vakitki atalarımıza Homo Sapiens denirmiş. İşte bu homo atalarımız
ilerleyen milyonlarca yıl içinde bakmışlar ki zaman kötü, demişler ‘’Bari
kurtaralım kotu. Biz böyle dört ayak ( yani iki el, iki ayak ) üzerinde
yürüdüğümüz müddetçe arkayı sağlama almamız mümkün değil.’’ Eller ile arkayı
kapatmak gibi bir zaruretten dolayı mecburen ayağa dikelmişler.
Daha sonra kıllar da rahatsız etmeye başlamış. Ağda, epilasyon filan derken
kıllardan da büyük ölçüde kurtulmuşuz. Tabii ki bu durum herkes için geçerli
değil. Zavallı abim ve bir küçüğüm olan kardeşim bu konuda henüz evrimi
tamamlayamadılar. Bende bile vardır bu kıl sorunu.
Lise yıllarımızda ise insan ile ilgili tanımlar öğrendik. Mesela bunlardan en
yaygını ‘’ İnsan düşünen bir hayvandır.’’ Önermesiydi. Bunun dışında başka
önermeler de vardı: ‘’ İnsan alet yapabilen bir hayvandır.’’ ‘’ İnsan dik
yürüyüşlü bir hayvandır.’’ ‘’ İnsan gözyaşı dökebilen bir hayvandır.’’ ‘’ İnsan
öleceğinin bilincinde olan tek hayvandır.’’
Hatta 1978 Yılında Eurovision Türkiye elemelerinde ikinci olan bir şarkımız
bile vardı bizim ne olduğumuzu anlatan:
‘’ insanız biz,
insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş,
en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz. ‘’
Benim en hoşuma giden insan tanımı ise şuydu: ‘’ İnsan gülebilen bir hayvandır
‘’
Velhasılı kelam hayvan oğlu hayvanmışız biz. İlle velakin öteki hayvan oğlu hayvanlardan
ayrılan en belirgin hususlarımızdan biri de gülebilmekmiş.
Yine bizim delikanlılık yıllarımızda gerek büyüklerden gerekse
öğretmenlerimizden en fazla zılgıt yediğimiz konuların başında bu gülme konusu
gelirdi. En fazla ‘’ Hi hi hiii’’ şeklinde ve dahi oldukça yavaş, sessiz olması
gereken bu gülme olayı benim yaptığım gibi ‘’ Ho hoo hoooo’’ şeklinde bir ses
bombasına dönüştüğü anda, kısaca gülme denilen olay kişnevî bir kahkahaya
döndüğünde azar, hatta bazen şamar bile gelirdi ‘’ Karı gibi gülme ulan ‘’
Diye... Yani anlayacağınız lafa baktığınızda gülmek kadınlara has bir
davranıştı ama ben ömrüm boyunca rahmetli annemin - rahmetli babam evdeyken-
öyle kahkaha atarak güldüğüne hiç şahit olmadım.
Kadın ve kızların da öyle sere serpe gülmeleri, gülerken dişlerini, hele de
şimdilerde olduğu gibi bademciklerinden ince bağırsaklarına kadar tüm
sakatatlarını göstererek gülmeleri zinhar yasaktı. Onlara da ‘’ O ne biçim
gülmek öyle orospu karılar gibi ‘’ Denir, kahkahaları kursaklarında
bıraktırılırdı.
İşin ilginci nezaketen ‘’ Hayat kadını ‘’ dediğimiz orospuların da öyle kahkaha
atarak gülmelerine şahit olmazdık pek. Yani bu meslek erbabına ait bir özellik
de değildi kahkaha atmak ama yine de çok gülen erkek karı gibi , çok gülen
kadın ise orospu karı gibi gülmüş olurdu.
Bir taraftan çocuklarımıza Güler, Gülümser, Gülsüm, Gülsün gibi isimler takıp
öte taraftan da ‘’ Gülme! Edepli ol bakayım! ‘’ Demek ne kadar mantıklı bir
davranıştır o da ayrı bir konu.
Şimdi…Hem canlılar içinde gülebilen tek canlı olacaksınız hem de gülme denilen
olaya sınırlamalar getireceksiniz. Bu oldukça saçma görünüyor ilk bakışta. Ama
pek saçma değil bazı hallerde. Neyse, devam edelim...
Kadın, herkesin içinde kahkaha atmalı mı? Ya da kadın kahkaha atmalı mı?
Aslında asıl sorunum şu anda pişirmekte olduğum kuru fasulyenin hâlâ neden taş
gibi olduğu ama bir taraftan da bu kadın, kahkaha ve edep konusuna kafamı
takmış durumdayım.
Kendi soruma hemen cevap veriyorum. Evet. Bazı kadınlar bırakın herkesin içini,
kocasının yanında bile kahkaha atmamalı. Örneğin benim eski hatun...
Onunla birlikte komik bir film seyretmek, ya da ona komik bir fıkra anlatmak,
bir espri yapmak benim için tam bir işkence olurdu. Hatun şöyle edepli edepli
kikirdemezdi ki efendim. Ayaklarını yere vurarak başlardı kahkaha atmaya.
Sadece bu kadar olsa hiç itirazım olmazdı elbette ama bir taraftan da etlerimi
çimdiklerdi ki o film bitene kadar morarmadık uzvum kalmazdı.
Hiç unutmam bir gün kolumu, bir başka gün de kulağımı ısırmıştı güleyim derken.
Hatta Allah sizi inandırsın ‘’ Korkunç Bir Film’’ Adlı bir yabancı komedi
filmini seyrederken bir başladı gülmeye, bir taraftan da ayağındaki terliği
çıkartıp sırtıma, kollarıma Allah nereye denk getirdiyse yapıştırıyor öte
taraftan kahkahalarla gülüyor, arada ben kaynıyorum tabii ki. Öylesine bir
işkence yani.
Bir bayan arkadaşım var. Çalıştığım özel okulun müdiresiydi... O da okulun üst
katından kahkahayı saldığı zaman alt kattan fırlardı bilmeyenler, yukarıda
kavga filan mı oluyor, ya da bir olay mı var diye. İşte bu gibi tiplere kesinlikle
yasak etmeli kahkaha atmak ama daha kötüsü de var.
Bir kaç ay önce benim büyük oğlanla birlikte şöyle güzel bir komedi filmine
gidelim dedik. Aradık taradık sonunda ‘’ Düğün Dernek ‘’ Diye bir filme gitmeye
karar verdik. Hay gitmez olaymışız. Önce yan tarafımdaki hatun harekete geçti.
Filmin daha ilk esprisiyle birlikte kadının kahkahaları salona, dirsekleri
benim böğrüme inmeye başladı.
Hemen önümüzde de bir hatunlar gurubu oturuyor. Filmdeki ilk espri ile birlikte
içlerinden biri bir başladı kahkahaya, tüm film boyunca işi gücü bıraktık o
hatunu seyrediyoruz. Kadın ‘’ Ay çatlayacağım ‘’ Diyor gülüyor ‘’ Vay
patlayacağım ‘’ Diyor gülüyor, makaraları boşalttı bir kere. Tutabilene aşk
olsun. İşte bunlara da yasak etmeli gülmeyi.
Ayrıca bazı hatunlar ( hatta bazı er kişiler de ) gülmek için ağızlarını
açtıkları anda cereyan yapıyor olmalı ki kahkahanın sonunda bakıyorsunuz
altlarına işemişler. İşte bunlar da zinhar kahkaha atmamalı.
Mesela sık sık bir sosyal paylaşımlarda gördüğüm veya zaman zaman bizzat şahit
olduğum bir durum var. Soruyorsun birilerine ( Özellikle genç kızlara ) ‘’
Atatürk ilkelerini sayar mısınız?’’ Diye. Kız/ ya da erkek ‘’ Atatürk İlkeleri
mi?...Hımmm güzel bir soru ‘’ Deyip başlıyor gülmeye. Şeytan diyor tut saçından
vur yere. Allah aşkına bunda gülecek ne var? Hele hele de sorunun cevabı
bilinmiyorsa gülmek mi gerekir yoksa ağlamak mı? Hele de bunlar ‘’Atatürk’ün
askerleri (!)‘’ iseler... İşte bu tür zevzeklere de yasak etmeli kahkaha
atmayı, gülmeyi, hatta tebessüm etmeyi.
Evet. Madem ki konu kadın, kahkaha ve edep o halde bu minval üzere devam
edelim.
Al işte..Mesela şu anda tam karşıdaki rezidansın havuzundan müthiş bir kadın
kahkası geldi bana kadar. Düşünün ki ben gibi bir yarı sağırın bile duyduğu bir
kahkaka...
Kahkaha işte bu yüzme havuzunun başında çocuklarına şezlong düzenleyen oldukça
güzel ve genç bir hatundan geliyor. Belli ki o hatunun da ben gibi bayram günü
geleni gideni yok. Almış çocuklarını havuz sefası yapayım demiş. Çocuklar artık
ne yaptıysa kadın bastı kahkahayı. Kadının kahkahasına gayrı ihtiyari kafamı
çevirince gördüm onu zaten. Ben bir taraftan yemek yapıyorum bir taraftan da
ara sıra gözüm o tarafa kayıyor ister istemez. ( Öküz gibi sürekli bakmıyorsam
da tamamen kendi işime bakıp kafamı hiç o tarafa çevirmiyorum dersem yalan
olur. )
Kadınının üzerinde kısa bir elbise vardı. Az sonra kocası da geldi. Önce oturup
çerez yiyip bira içtiler. Hatta yedi yaşlarında filan olan küçük çocuğuna da
içirtti adam bir iki yudum. Derken havuza girmeye karar verdiler. Kadın üzerindeki
elbiseyi sıyırmaya başladı. Kırmızı bikinisi ortaya çıktığı anda göz göze
geldik.
Kadın benim baktığımı görünce soyunmaktan vazgeçti. Belli ki benden rahatsız
olmuştu. Kadının rahatsız olması beni de rahatsız etti. Karı-koca rahat rahat
havuzlarına girsinler diye mutfak camının perdesini kapattım. Kapatmasına
kapattım ama oldukça büyük bir tehlikeydi bu durum çünkü ocak ile perde
neredeyse birbirine yapışıktır bizim evde. Ocaktan alev alabilirdi perdem ve
bayram günü bir yangına sebebiyet verebilirdim. Yine de kapattım perdeyi.
Nasılsa mutfaktaydım. Böyle bir tehlike olursa anında müdahale edebilirdim.
On dakika sonra büyük oğlum geldi mutfağa. Gelir gelmez de mutfak camını ve
perdeyi açtı ‘’ Yahu baba ne bu? İçerisi cehenneme dönmüş. Evi mi yakacaksın?
Niçin bu perdeyi kapattın?’’ diye sordu. Ona durumu anlattım. O anda da
karşıdaki havuza baktım. Kadın bikinisiyle şezlonga uzanmış vaziyetteydi ve
havuzun diğer köşesinde o kadınla hiçbir akrabalığı vs. olmayan iki genç erkek
diğer şezlonglara uzanmışlardı. Ne kadın ne de kocası bu iki genç delikanlıdan
rahatsız olmamışlar ama benden rahatsız olmuşlardı.
Kadının kahkaha atması edebe mugayir bir hareket midir değil midir orasını pek
bilemem ama bazı kadınların bu tür edep anlayışları oldum olası garibime
gitmiştir.
Bir önceki ev sahibimin evinin olduğu alanda, yani bir kaç sene önce
bahçesinden incir topladığım o evin alanına kurulmuş olan bu rezidanstan -şayet
param olsaydı- bir daire de ben satın almış olabilirdim ve bayram günü gelenim
gidenim olmayacağı için o havuzun kenarında bir şezlonga ben de uzanmış
olabilirdim. Eğer böyle bir durum olsaydı o kadın benim önümde soyunmaktan haya
etmeyecekti. Lakin elli metre ötesinde ve onunla aynı rezidansta ikamet etmiyor
olmam sebebiyle kadının nazarında nâ mahrem olmuştum.
Allah bilir benim için ‘’ Allah’ın ayısı, bakıp duruyor ‘’ Bile demiştir havuz
kenarında bakıp duran delikanlılara aldırış etmeden.
********
Of be yahu, Evrim Teorisinden kadının kahkahasına derken nerelere geldik. Şükür
kuru da bayağı yumuşadı, yenecek kıvama geldi sonunda.
Kim ne derse desin ben kadının yüzünden tebessümlerin eksik olmamasından
yanayımdır hep. İşte bu sebepledir ki bu yazıyı yazarken bir taraftan da
Rahmetli Zeki Müren’den ‘’ Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir’’
Şarkısını dinliyorum. Sizlere de tavsiye ederim.
Söz ve müzik: Zeki Müren
Makam: Uşşak
‘’Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir
Gözlerin hayat verir aşkın ise eceldir
İnan sevgilim sana benden başkası eldir
Gözlerin hayat verir aşkın ise eceldir.’’
Resme gelince:
Soldaki bizim ilk, orta ve lise yıllarımızda ceddimizin nasıl varlıklar
olduğunu, şu anki şekl-i şemailimize
nasıl kavuştuğumuzu anlatan Evrim Teorisi diye önümüze konan şeydi. Ve işin
komiği ‘’ Ceddimiz, dedemiz, neslimiz, babamız hiç de öyle kahraman yaratıklara
benzemiyormuş milyonlarca yıl önce.)
Sağdaki resim: Kim ne derse desin. Bir
kadın ha böyle içten gülsün, canımı yesin. Güzellik müzelik hava
&autoplay=1" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen>
(
Bir Tatlı Tebessümün Bin Vuslata Bedeldir. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
14.06.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.