Tekerrür Eden Tarih—dün Arnavut Ciğeri, Bugün Patates-soğan--- 1. Bölüm ---
TEKERRÜR EDEN TARİH—DÜN
ARNAVUT CİĞERİ, BUGÜN PATATES-SOĞAN--- 1. BÖLÜM ---
Bugünden itibaren bir tarih dizisine başlıyorum. Dizinin ana başlığı ‘’Tekerrür
Eden Tarih ‘’ Olacak ama her bölümün kendi özel başlıkları da olacak ( Bugünkü
gibi ) Ancak olaylar bir tefrika roman gibi birbirinin devamı olacak, günümüzle
benzerlikler ortaya konmaya çalışılacak.
--------------------------------------------
01.06.2019 Tarihli yazımda ( Dün ) 6 Mart 1821 Tarihinde Aleksandr
İpsilanti’nin Boğdan’da başlattığı Yunan isyanının onlar açısından fiyasko ile
sona erdiğini anlatmıştım. Lakin isyan sadece Boğdan’da değildi. Aleksandr
İspilanti Boğdan’da isyanın fitilini ateşlerken bir kaç gün sonra kardeşi
Dimitrios İspilanti de 17 Mart 1821 de Mora yarımadasında bir iyan başlattı.Bu
İsyanda da tabii ki baş aktörlerden birincisi Fener Rum Patrikhanesiydi.
İsyanın başlarında 25.000 Kişilik bir orduyla Mora’ya gelen Mahmut Paşa daha
isyancılarla karşı karşıya gelmeden ordusunda bulunan yedi bin Arnavut askeri
ulufe (askere üç ayda bir verilen maaş ) alamadıkları gerekçesiyle geri dönünce
Osmanlı Devleti için hazin son başlamış oldu.( Umarım ‘’Osmanlı Ordusunda
Arnavut’un ne işi var? Orduya devşirmeyi alırsan olacağı bu.’’ Gibi yorumlar
yapılmaz...) Ulufe meselesi daha sonra Müslüman- Türk askerlere de bulaştı ve
‘’ Ulan biz de alamadık maaşı anasını satayım. Bizim başımız kel mi? Arnavut
savaşmıyorsa biz de savaşmıyoruz.’’ Demeye başladılar. Yani artık sırf Allah
rızası için cenk eden delilerin,dervişlerin,cavlakların devri sona ermiş ‘’ Maaş
yoksa savaş da yok ‘’ Dönemi başlamıştı.
Türk tarafındaki bu karışıklıktan faydalanan Yunan asiler kısa süre içinde on
binlerce Müslüman Türk ve bu arada Yahudiyi katlettiler girdikleri şehirlerde...
Bir yıl içinde öldürdükleri Müslüman Türk sayısı kırk bini aştı. Kısacası
koskoca Devlet-i Âliye bu isyanı bastıramıyordu. Bu arada Yunan isyanının
başarıya ulaştığını gören Sırplar, Bulgarlar, Romenler, kısaca tüm Balkan
milletlerinin de kafayı kaldırdığını söylemeye gerek yok.
13 Ocak 1822 de Yunan asiler Epidavrum kentinde ( Bugünkü adı Cavtat ve
Hırvatistan’ın Dubrovnik Kentine bağlı ) bir kurucu meclis kurup anayasalarını
ilan ettiler. Yani resmen bağımsızlıklarını ilan edip yine bizden biri olan
Fener’li Aleksandr (Georgios) Mavrocordato’yu
Hükumet Başkanlığına getirdiler. Bu arada isyan Girit, Sakız gibi adalara da
sıçramıştı ve Osmanlı Devleti bu süreç içerisinde sadece Yunan isyanına fiilen
destek olduğu için Fener Rum Patriği Grigorius’u 22 Nisan 1821 de Partikhanenin
orta kapısına asarak idam etmişti. Ama bu hareket isyanı daha alevlendirmekten,
Rusya için bir savaş bahanesi üretmekten başka işe yaramadı.( Fener Rum
Patrikhanesi kabullenmese de bu kapı ‘’Kin Kapısıdır’’ ve 22 Nisan 1821
tarihinden bu yana kapalıdır.)
Yine Lise tarih derslerinden hatırlanacağı üzere Osmanlı Devleti bu İsyanı bastırması
için Mısır Valisi olan Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’dan yardım istedi ve ona Mora
ve Girit valiliklerini vermeyi vaat ederek bu yardımı ancak sağlayabildi.
Evet bundan sonrası baş döndürücü bir hızla devam etti ve mini minnacık bir
Mora yarımadasından başlayan isyan Osmanlı Devletinin sonu oldu.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa geldi ve isyanı bastırdı. Ancak onun bu isyanı
bastırması Rusyanın beklediği şey asla değildi.Havayı koklayıp uygun zamanı
kollayan Rusya’yı nihayet 1826 Yılında harekete geçti.
Rusya Osmanlı Devleti ile aralarında imzalanmış olan 1812 tarihli Bükreş
Antlaşmasının şartlarının yeniden gözden geçirilmesini istedi ve 1826 Yılında
Osmanlı Devletini masaya oturtarak Akkerman Antlaşmasını imzalattı. Bu antlaşma
ile Ruslar hem Karadeniz’de gemi bulundurma hakkı elde etti, hem de Balkan
milletleri üzerinde daha önce sahip olduğu imtiyazları genişletti.
Osmanlı Devleti niçin bu kadar aciz peki? Neden kuzu kuzu böyle bir antlaşmayı
kabul ediyor?
Rusya havayı kokladı derken boşa laf etmedim elbette. Rusya neden 1826 da
harekete geçiyor? Zira bu tarihte Padişah II. Mahmut yeniçeri Ocağını
kaldırmış. Yerine kurulacak olan Asakir-i Mansure-i Muhammediye daha
teşkilatlanacak da, toparlanacak da, uzun hikaye...Ayrıca Yeniçeri ocağının
ortadan kaldırılması bu ocağı ortadan kaldıran sipahileri de tedirgin
etmektedir. Ya Padişah Sipahi ocağını da kaldırmaya kalkarsa? Rusya için bundan
güzel fırsat olur muydu? Osmanlı’nın en güçsüz olduğu an...
Rusya’nın Osmanlı Devletinde nüfuz elde etmesi İngiltere ve Fransa’nın hiç
hoşuna gitmedi. Onlar da Osmanlı Devletine bir nota verip ‘’ Derhal
Yunanıstan’ın Özerkliğini kabul et. Yoksaa..’’ Demeye başladılar. Yunanistan,
bir anda bir sürü baba tarafından ‘’Evladım
benim. Sen benim evladımsın. Senin ananı ben s....miştim.’’ Diye bağırlara basılan
bir yavru oldu ve tabii ki bu durumdan son derece memnundu.
Rusya ‘’ Yahu siz durun hele. Ben hallederim Osmanlı’yı ‘’ Diyerekten 1827 de
Navarin’de Osmanlı Donanmasını yaktı. Kanuni zamanında bir elçisi öldürüldüğü
için Macaristan’a savaş açan Osmanlı Devleti bu sefer sadece cılız bir sesle ‘’
Ayıp bu yaptığınız. Gemilerimizi niçin yakıyorsunuz arkadaş, tavuğunuza mı kışt
dedik? Valla kusura bakmayın ama tazminat istiyoruz.’’ Deyince Rusya ‘’ Ulan
sen benden nasıl tazminat istersin? Bu resmen bana savaş ilan etmektir. Madem
öyle ben de sana savaş ilan ediyorum ‘’ Diyerekten Osmanlı devletine savaş
açtı.
Söylemeye hacet yok. Osmanlı devleti perişan...1829 yılı Ağustos ayı itibarıyle
Ruslar doğuda Kars ve Erzurum’a kadar girerken
batıda Edirne ve Kırklareli’ye kadar girmişlerdi.
[ Sanki 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşını anlatıyorum değil mi? Orada da Ruslar
doğuda Erzurum’a girmişlerdi de Nene Hatun ve Erzurumlular kovmuştu onları.
Batıda da Plevne’de Osman Paşa onlarla savaşmış ve defalarca püskürtmüşse de
sonuçta Ruslar Çatalca, hatta Yeşilköy’e kadar
gelmişlerdi...Evet,Tarih hep tekerrür ediyor... Bu konuya ileride tekrar
değineceğim.]
Çar Nikola bir anda birbirinden bu kadar uzak iki cephede birden savaşmanın
tehlikeli olacağından korktu. Doğuda İran, batıda diğer Avrupa devletleri her
an arkaya geçip puan alabilirlerdi. ( Oysa namussuz şerefsiz İran ömrü hayatı
boyunca sadece Osmanlı’ya saldırmıştı zayıf olduğu anlarda... İran’ın Türk ve
İslam düşmanlarına saldırdığı neredeyse görülmüş şey değildi. ) Prusya’nın arabuluculuğu ile 14 Eylül 1829 da
Edirne Antlaşması imzalandı.Bu Antlaşma Osmanlı Devletinin 1774 Küçük kaynarca
Antlaşmasından sonra imzaladığı şartları en ağır antlaşmalardan ikincisiydi.
Rusya’nın bu antlaşma ile en büyük kazancı artık Boğazlardan serbestçe ticaret
ve savaş gemilerini geçirebilecek olmasıydı ki Osmanlı’nın başını yakan da bu
maddeydi ileride görüleceği gibi....
Savaştan önce ‘’Özerk bir Yunanistan’ı asla kabul edemem’’ Diyen, bu yüzden
savaşmayı göze alan Osmanlı Devleti bu antlaşma ile bırakın özerkliği, Yunanistan’ın
bağımsız bir devlet olduğunu resmen kabul etmişti. Bununla da kalmıyordu. 1812
Bükreş Antlaşmasıyla-lehine- bir takım ıslahatlar,reformlar yapmayı kabul
ettiği Sırbistan, Eflak ve Boğdan da artık özerkliğe kavuşuyordu Edirne
Antlaşmasıyla.
Sanırım dikkatiniz çekiyordur bağımsızlık isteklerinin önce ıslahat, reform
istekleriyle, bu sağlanınca özerklik istekleriyle, bu da sağlanınca direkt
bağımsızlık istekleriyle geldiğini. O bakımdan bugün bazı kendince uyanık
bölücü Kürtlerin ‘’ Biz bağımsızlık istemiyoruz ki. Bağımsız yaşayamayız zaten.
Biz özerk olmak istiyoruz’’ Demeleri asla masum söylemler değildir. Biz bu
hikayeyi ta 1800 lü yıllarda dinlemeye başladık. Ama ne yazık ki tarihi masal
diye dinliyoruz, ders alan yok.
Kısaca iki zaaf Osmanlı Devletinde
Balkan topraklarının çorap söküğü gibi elimizden çıkmasına yol açmıştı.
1- ‘’Vak’a-i Hayriye’’ ( Hayırlı olay ) Diyerek kutsadığımız Yeniçeri ocağının
kaldırılması.
2-Bir isyanın bastırmak üzere düşmanın üzerine göndermiş olduğumuz askerin
maaşını ödememiş olmak.
Velhasılıkelam bugün ‘’ Patates-soğan’’ Diyerek küçümsediğimiz olay aslında hiç
de küçümsenecek bir olay değildir. O yedi bin Arnavut asıllı Osmanlı askerine
maaşları zamanında verilseydi, onlar da ailelerine Arnavut ciğeri götürebilselerdi,
Yunan isyanını kendi kuvvetlerimizle bastırabilirdik. Yunan İsyanını kendi
kuvvetlerimizle bastırabilseydik Kavalalı Mehmet Ali Paşa haininine muhtaç
olmazdık. Ona muhtaç olmayınca kimse bize hasta adam diyemezdi.
Yok yok ‘’ Ninemin testisleri olsaydı dedem olurdu.’’ Demeyin. Kar topu çocukların
oynadığı masum, bir avuç kardan ibarettir
ama bir dağın doruklarından yuvarlandığında o çığ olur ve işte o zaman
çok büyük bir felakettir.
.............................................
Gelecek bölümde Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve devamındaki gelişmeleri ele
alacağız ve basit gördüğümüz bir Yunan İsyanının Koskoca Devlet-i Aliye’yi
nerelere getirdiğine şahit olacağız.
(
Tekerrür Eden Tarih—dün Arnavut Ciğeri, Bugün Patates-soğan--- 1. Bölüm --- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
3.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.