Bir serçe tüm ürkekliğiyle hüznünü bırakıp da gitti sol
yanıma. Ve ben ömrümde hiçbir babayiğitten böyle cesaretli hareket görmedim. Ne
kâbus gibi geçen çocukluğumda şahit oldum böyle hüzne. Ne de okul arkadaşlarım
tarafından dışlanırken yaşadım acı veren kederi. Hepsinden önde gelir oldu
aklıma.
Zamanı yol arkadaşı edinen her beşer zamanla yarışır çocukça!
Yenileceğini bile bile. Oysa zaman daima dinçtir. Gittikçe adımları seyrekleşen
biz insanlarız. Yine de hükmetmek isteriz zamana. Hiç ölmeyecekmiş gibi. Ve hep
genç kalacakmışız gibi.
Korkularımız var en az serçedeki kadar gerçek. Yine de onun
kadar cesur değiliz hiçbirimiz. Korkularımızı heybemizde taşırız. Cesaretimizi
delik ceplerimizde... Kaçımız geçmişten gelen kötü anılar karşısında yiğitçe
durabildik. Kaçımız yitip giden çocukluğumuza özlem duymuyoruz. Ne yazsam yetim
kalıyor kelimelerim. Cümle âlem duysun diye sarıldığım her cümlemde hep bir
yanım eksik kalıyor. Yitip giden yıllar gibi.
Hangi anı boğazımda düğüm değil sanki. Hangi geçmişten gelen
haberle sarsılmıyor ki kalbim. Yaşadığım her an saatli bir bomba gibi. Zamanı gelince
patlıyor. Her sarsıntıda bin parçaya bölünüyorum. Bir yanımla çocuğum hala. Bir
yanım doksanı deviriyor. Bir yanım daha otuzunda kırkında. Kafamın içi allak
bullak… Kimseye dökemiyorum içimdekileri. Bir sele kurban gitmesinler diye. Bir
tek ben yanayım diye gönlümün narında.
Oysa her günbatımında asuman, şekerleme uykusundan yeni
uyanmış bir çocuk kadar masum ve sevecen. Ve gecenin alacakaranlığında doğan
ay. Bir annenin çocuğunu ilk kez kucağına alması kadar anlatılması kelimelere
sığmayan bir mucize gibi… Her şafak söküşünde doğan güneş, Allah’ın varlığına en
büyük kanıt altına imzamı attığım…
Artık ürkek bir serçe kadar cesurum. İçimde kaynayan bir
cehennem olsa da, onunla yaşamayı öğrendim. Artık bende hürüm…