Yazarlar, romanlarında,
öykülerinde, şairler şiirlerinde konuşurlar bizlerle. Heykel ustası susar,
yontukları heykeller anlatır ustasının iç dünyasını. Camiler, kiliseler,
hanlar-hamamlar yılların ötesinden seslenir ustalarının beyinlerindeki
güzelliklerin destanlarını.
Tolstoy, Diriliş
romanında başında kavak yelleri esen bir aristokrat gencin vicdan azabının
dayanılmaz yansımalarını anlatır. İnsan olmanın erdemlerini okuruz bir solukta
Tostoy'un Diriliş örneği nice yapıtlarında. Yazar değil konuşan romandır
artık...
Türk romancılığının büyük
ustası Reşat Nuri Güntekin susar Çalıkuşu romanı konuşur. Feride öğretmen
Anadolu'nun kuş uçmaz, kervan geçmez ırak köylerinden güzellikler ve
ilginçliklerle karşımıza çıkar Güntekin'in romanında.
Servantes değil konuşan
yüzyıllar ötesinden. Donkişotluktur; dürüstlüğün, centilmenliğin ve birazda
kaçıklığın örneklerini sunan yüzyılların gerisinden. Konuşan Donkişot
romanıdır.
Gazap Üzümleri Romanı
Amerikan emekçilerinin çilelerini anlatır Steinberg'in kaleminden...
'Gökten ateş yağsa, göğsümüzde söndürürüz...' mısrasın
da Safahat konuşur Akif'in dilinden...
' Bilmem şimdi hala ilk kocanda mısın?
Dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hatırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumuzdun sen. Fahriye abla!' Fahriye Abla
şiiri anlatır bize Dranas'ın daha günah nedir tatmamış duyguları ve çocukluk
aşkı Fahriye Abla'sını.
Otuz Beş Yaş şiiri: 'Yaş
otuz beş yolun yarısı eder.' Diyerek daha çok erken yaşlarda çile çekmiş,
yaşamın zorluklarına karşı yaşam mücadelesi vermiş halkın şakaklarına kar
yağdığını Tarancı değil şiir söylüyordur bizlere.
Edirne'de Selimiye,
İstanbul'da, Süleymaniye Camileridir konuşan mimarlar mimarı koca Sinan değil
sanki. Köprüler, hanlar-hamamlar dile gelir yüzyıllar gerisinden anlatırlar
yaşanmışlıklarını. Köprüler söylerler üzerlerimizden hanlar, krallar geçtiğini
atlarla. Altlarımızdan nice sular aktı derler...
Güzel yurdumuzda nice
kavimler yaşamış arkalarında acı tatlı anılar bırakarak. O güzel insanlar güzel
köyler, kentler kurmuşlar... Yollar yapmışlar uzakları birbirine bağlayan.
Yolların yolcuları garip kervanlar konaklasın diye hanlar-kervansaraylar
yapmışlar. Kiliseler, sinagoglar ve camiler-medreseler inşa etmişler. Hamamlar
yapıp temiz teniz yunmuşlar. Ne acıdır şarklılık, cehalet çoğu kez bilinmemiş
insanlarımızca bu antik eserlerin kıymeti. Talanlarla nice güzellikler elden
çıkarılmış. Tarihi değerlerimizin hazinelerle ölçülemeyen değerlerini bilen
batının açgözlü hazine avcıları tarumar etmiş tarihi güzellikleri yerli
işbirlikçileriyle birlikte. Nice hüzünlü heykeller gördüm kırık dökük. Gözyaşı
döküyorlardı bakımsız, hazin halleriyle.
Kars yakınlarında Ani
kentinin kalıntılarını ziyaret etme şanssızlığını yaşadım. O güzelim kentin her
tarafı birer hazine değerinde. Yapıları, kiliseleri, hamamları tarumar edilmiş.
Duvarlarındaki kutsal resimler sanki özel olarak imha edilmiş. Çirkin yazılarla
sloganlar yazılmış ayakta kalan binaların iç ve dış yüzeylerine. Sözüm ona
korumaya alınmış. Kentin çevresi dikenli telle çevrili. Lakin sürüsünü güden
çobanlar koyu ve keçileriyle, sığırlarını otlatan çocuklar sığırlarıyla rahatça
dolaşıyorlar antik kendin alanlarında. Ön kapıdan kabul edilen ziyaretçilerden
makbuz karşılığı para almanın yollarını bulmuş yetkililerimiz.
Antik eserlerin kadrini
bilmeyerek aslında kendimize ne büyük haksızlıklar yaptık yıllarca. Bu eserler
sadece bizim değil tüm insanlığın ortak malı. Korumalıyız bu paha biçilmez değerleri...
Güzelim eserlerin çoğu batının müzelerini süslüyor ne acı. Ayrıca antik
değerleri gelecek kuşaklara teslim etme gibi bir insanlık sorumluluğumuzu da
unutmamalıyız.
Ben de korunmayan bir
binayım yurdumun uzak bir köyünde, bir okul binası. Çok eski değil daha çeyrek
asır olmadı sınıflarımda çocuk sesleri yankılanıyordu. Bahçemdeki ağaçlara
konan kuş sesleri çocuk seslerine karışıyordu. Erik ağaçları vardı bahçemi
çevreleyen, üzerlerinde kuşların yuva yapıp civciv çıkardığı. Köyde yapılan
ikinci eğitim yuvasıydım, kalın taş duvarlı. Okulu ve ayrıntılanmayı seven
yurttaşlar bir büyük kayayı dinamitle patlatarak taşıdılar taşlarımı. Kağnı
arabalarıyla taşındı kumum, çimentom. Tüm köy halkı seferber oldu benim
yapılmamda. İlk kez galvanizli sac benim çatımda kullanırken tanıdı köylüler.
Beş sınıflı güzel bir binaydım ben.
Kışlar sınıflarımda
sobalar yakıldı. Sam Amca'nın süt tozundan sütler kaynatıldı bahçemde çocuklar
içsin diye. Kepeksiz un geldi bin dokuzlu yıllarda depoma. Anneler sıra ile bu
unlardan ekmekler yaptılar. Ekmekleri çocuklar sıralarımda paylaştılar.
Daha bitmedi anlatacaklarım. Benden önce koskocaman
bir okul binası yapılmış daha bu köye bin dokuz yüz yirmilerde, cumhuriyetin
kuruluş yıllarında. O binada güzeldi. Sonlarını gördüm. Benden önceki binada ne
güzel öğretmenler, eğitmenle görev yaptı. Sevgili öğretmenler, idealist
insanlardı bende görev yapan tüm öğretmenler. Tek kaygıları ülke kalkınması
için nitelikli eğitimle birlikte düzeyli öğrenciler yetiştirmekti.
Yıllarca sınıflarımız
doldu taştı Fatmalarla, Zeyneplerle, Ayşe ve Haticelerle, Binnurlarla,
Nurgüllerle, Leylalarla... Hasan ve Yücellerle, Ömer ve Adnanlarla. Âlimlerle,
Cemal ve Kemallerle... İki yüz elliyi aştı bazı yıllar okul mevcudum. Bu
çocuklar şenlendirdi geniş bahçemi yıllarca. Özgürce koştular, birdirbir
oynadılar, güvercin taklası, esir almaca oyunumu dersin daha nice çocuk
oyunları oynadı bahçelerimde. Kızlar ip atladılar, beş taş oynadılar. Hepsi
beyaz yakalıkları ve yine ak kurdelaları ile birer ak papatyalardı bahçe ve
sınıfları süsleyen.
Ulusal bayramlar coşkuyla
kutlandı hep. Şiirler vücut dilleri kullanılarak kız ve erkeklerce okundu
yıllarca. Piyesler yapıldı. Kır gezileri tertiplendi her yıl komşu köy
okullarıyla birlikte. Şırıl şırıl akan derelerin kenarlarında henüz açan
çiçekler, havada uçan renk renk kelebekleri gözlemledi çocuklar tadına doyum
olmaz gezilerde.