(14) Lin Yutang: (1895-1976) Çin asıllı Amerikalı yazar, editör ve çevirmendir. Dongwu Üniversitesi'nde İngilizce hocası olarak da çalışmıştır. Bir ilk derse, son derece şişkin bir çantayla gelir. Öğrenciler, çanta içinde ders ile ilgili notların bulunduğunu zannederler. Ama Lin Yutang, çantayı açıp, içinden çıkardığı paketler halindeki yer fıstığını öğrencilere dağıtır ve şunları söyler: "Yerfıstığının diğer adı uzun ömür meyvesidir. Yerfıstığı yenmek isteniyorsa, kabuklu yerfıstığı tercih edilmeli, çünkü bütün zevk kabuk soymaktadır. Kabuğu soymaktan ne kadar çok zevk alıyorsan, yerfıstığı da sana o kadar leziz gelir."

 

(15) Al Chung-liang Huang: Ünlü bir Tai chi chuan ustası ve yazardır. Dostu ve meslektaşı Alan Watts’ın  Suyun Yolu Tao adlı kitabını Watts'ın ölümünden sonra bitirmiştir.

 

(16) Panteizm (Kamutanrıcılık - Tümtanrıcılık) ve Pan-enteizm: Felsefi ekol ve akımlar. Bölüm 11’e bakınız.

 

(17) Yûnus Emre (1240-1321) Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf bir Türk halk şairidir. Anadolu Selçuklu devletinin dağıldığı ve beyliklerin kurulmaya başlandığı, halkın moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavgalarla, kıtlık ve kuraklıkla perişan olduğu bir dönemde yaşamıştır. Mevlana ve Hacı Bektaş Veli ile çağdaştır. Babalılardan Tapduk Emre'nin dervişidir. Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Tanrıyla ilişkilerini işledi. Tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi, kendi adına bağlanan tekke şiirinin Anadolu'daki ilk temsilcilerinden oldu.20

 

(18) Angelus Silesius: Alman şair ve filozof. 1653'te katolikliği kabul etti. Yazınsal biçimiyle dikkati çeken ve duyguları yücelten mistik şiirler yazdı. Bir yandan da katolikliği savunmak için Luthercilerle sert bir tartışmaya girdi. Breslau asıllı, Johannes Scheffler (Angelus Silesius) (1624-1677), doğum yeri olan Silezya’ya dönmeden önce Avrupa’nın birçok üniversitesine devam etti. Luther yanlısı Scheffler, katolikliği kabul ettikten sonra yayınladığı Kerubin’lu Gezginci isimli eserinin iki mısralık şiirleri içinde mistik tecrübesini ifade etmiştir.

 

(19) Saddrettin Konevi Sadreddin Konevî (1210-1274): Doğum yeri tam bilinmemekte, ancak Malatya olarak rivayet edilmektedir, dedeleri Konya'dan gelmiş bir tasavvuf düşünürüdür. Babasının Selçuklular döneminde önemli görevlerde bulunan Mecidüddin İshak isminde üst düzey bir devlet memuru olduğu, Sadreddin daha küçükken babasının öldüğü ve annesi de ünlü sûfi ve filozof Muhyiddin İbn El-Arabi ile evlendiği rivayet edilmektedir. Konya'da yerleştiği ve ününü orada yaptığı için "Konevi" diye anılır. Sadreddin, ilk din ve tasavvuf bilgilerini üvey babası Muhyiddin ibn El-Arabi'den aldı. Bir ara Şam'a giderek devletin önemli din adamları ve sufileri ile görüştü. Şam dönüşü Konya'ya gelip yerleşen Sadreddin, Mevlâna Celaleddin Rumi ile de dostluk etti, maddi durumunun çok iyi olması nediniyle Konya'daki din ve bilim adamlarını sık sık evinde toplayarak, o yıllarda Doğu'nun en önemli kültür

 

merkezlerinden olan kentte özel bir akademi oluşturdu. Nasîrüddin Tûsî ile de önemli felsefi nitelikli mektuplaşmalarda bulundu.

 

Sadreddin Konevî'nin felsefesi temelde ilmi ilahi ya da metafizikdir. İbn El-Arabi gibi o da vahdet-i vücut fikrine bağlıdır, ancak bunun açıklanmasında Arabi'den ayrılır. Ona göre Tanrı düşüncesi insanlarda öncelikle öznel olarak meydana gelir ve daha sonra nesenel ya da ontolojik bir nitelik kazanır. Tûsî ile mektuplaşmalarının da ana tartışma ekseni bu konudur. Sadreddin Konevî, bu mektuplaşmalarda, Allah'nın akıl yoluyla bilineceği düşüncesini reddetmekte, Allah'nın hakikatinin yalnızca kendisi tarafından bilineceğini öne sürerek filozofların tetzlerini yadsımaktadır. Allah'nın özü ve esas niteliği insan için her zaman bilinmez olarak kalacaktır. Sonsuzluk sonlu bir bilgiyle bilinemez. Allah mutlak varlık ve birliktir. Dolayısıyla Allah hakkında herhangi bir kesin yargıya varmak mümkün değildir. Ona verilecek varlık düzeyinde tek uygun isim varlık nuru (Nur-ül-Vücud)'dur. Allah'nın varlığı her zaman mutlak özü ile birlikte düşünülmelidir, ancak insan bunu gerçekleştiremez. İnsan Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını düşünmeli bunun aracılığıyla bilgisindeki aczi azaltmaya çalışmalıdır. Allah isimleri ve sıfatları (esma'ül-hüsna) dolayısıyla bilinebilirdir yalnız. Asıl özü ise bilinmeden kalır. Böylece Tûsî'nin aksine Allah, Konevî'ye göre, zorunlu varlık olarak ileri sürülemez. Konevî tasavvufi görüşle İslamın savunucusu olmuştur.

 

Sadreddin Konevi İslam Mistisizminin (veya Tasavvuf) en tartışmalı okullarından biri olan Vahdet-i Vücud'a mensuptur. Üvey babası ve aynı zamanda Vahdet-i Vücud'ün büyük sözcülerinden olan Muhyiddin Arabi'nin talebeliğini yapmış ve eserlerini şerh etmiştir. Ayrıca Vahdet-i Vücud'u felsefi kavramlarla izah eden, kimi belirsizlikleri açıklığa kavuşturan bir kişi olduğundan da son yıllarda gerek İslam ülkelerinde gerekse Batı ülkelerinde Vahdet-i Vücud üzerine çalışan akademisyen ve araştırmacılar tarafından tanınmakta ve eserlerinin kaynakçalarında yer almaktadır. Türk olmasına karşın eserlerini Arapça kaleme almış olduğundan uzun yıllar sadece Arapça bilenlerin istifadesine sunulan eserleri İz yayıncılık tarafından yapılan çevirilerle günümüz okuyucuları tarafından da yararlanılabilmektedir. Onun eserleri Anadolu'da Türk-İslam kültürünün yayılmasında etkili olmuştur. Bu bakımdan Konevi'nin Türk-İslâm felsefesinde özel bir yeri ve değeri vardır. Bazı sözleri:

 

“İnsanların zanları ve itikadi tasavvurları, kendi hallerinden ibarettir; aynı şekilde, onların keşif ve basiret diye isimlendirdikleri şey de, çokluk ve imkan özelliklerinden temizlendiği anda nefislerinin halleridir.”, “İnsanların en çok üzüleni ise, his âleminde ortaya çıkartamadığı kuruntuları çok olan kimsedir; bununla beraber, arzuladığı şeylerin çoğunda kararlılığı eksiktir.”, “Tedebbür, insan mertebesinin bâtınında ve insan-ı kâmilde tecellisi açısından Hakkın bir sıfatıdır; çünkü kâmilin -istersen 'Hakkın kâmil ile bakması' da denilebilir- vücûdî karışımda Rabbiyle görmesi, tedebbür diye isimlendirilir...Düşüncenin özelliği böyle değildir; çünkü fikir, daha önceden bilinen unsurlardan yardım almak ve onlara ihtiyaç duymakla nefsani bir yöneliştir; daha önceden bilinen unsur, histen ve öncüllerden elde edilmiştir ve belirli bir şekilde düzenlenmiştir. Tefekkür eden, bütün unsurlarla tabiat perdesinin ötesinden hissetmiş olduğu bir şeyi veya bilinmeyen bir şeyin özelliğini elde etmek ister; böylece o şey bilinir hale gelir.”

 

(20) Sri Swami Rama, himayalarda doğmuştur. Himayaların en büyük üstadlarından biri olan Bengali Baba’nın evlatlığıdır. 24 yaşındayken Şankaraçarya olmuştur ki, bu konum Hinduların dinsel hiyerarşisinde, Papalık konumu ile aynıdır. 1969’da, üstadının talimatlarını izleyerek ABD’ye gider ve Himeyala Enstitüsü’nü kurar. 1996 yılında yaşama veda etmiştir. Swami, keşişlerin adlarından önce söylenen bir hitap tarzıdır.11-12

 

(21) Halil Cibran: Cibran, 1883 yılında Lübnan'da doğdu. 1931 yılında New York'daki küçük bir çatı katında yoksulluktan ve birbiri ardına gelen hastalıklardan kurtulamayarak öldüğünde 48 yaşındaydı. Eserleri ve düşünceleri dünya üzerinde geniş yankı uyandırdı. Şiirleri yirmiden fazla dile çevrilmiş olan Cibran aynı zamanda başarılı bir ressam idi. Resimlerinin bazıları günümüzde dünyanın birçok şehrinde sergilenmektedir. Yaşamının yaklaşık son yirmi yılını ABD'de geçiren yazar, ölümüne kadar kaldığı bu ülkede eserlerini İngilizce yazmıştır.

 

Halil Cibran'ın en ünlü eserlerinden biri olan ve ilk kez 1923 yılında basılan "The Prophet" (Nebi) adlı eseri, toplam 26 adet şiirden oluşan bir karma şiir denemeleri kitabıdır. El Mustafa adındaki bir kahinin 12 sene kaldığı Orphalese şehrinden ayrılıp evine gitmek üzereyken bir grup halk tarafından durdurulması ve ana kahraman ile halk arasında insanlık ve hayatın genel durumu hakkında geçen konuşmalar kitabın kendisini oluşturmaktadır.Cibran'ın bu kitapta El Mustafa isimli şahsa verdiği bu isimle Hz. Muhammed'i işaret ettiğini iddia edenler vardır. Fakat kitaptaki metinler çoğunlukla Matta'ya göre İncil'in 5. bölümünde yer alan İsa'nın Dağdaki Vaaz'ıyla içerik ve üslup açısından benzerlik ve paralellik gösterir. Yazarın İnsanoğlu İsa adlı kitabındaki çalışmalar da dikkate alınırsa El Mustafa'nın Meryemoğlu İsa Mesih olabileceği iddiaları daha da güç kazanmaktadır. Ermiş, kısaca şu konulara değinen alt bölümlere ayrılmıştır: aşk, evlilik, çocuklar, vermek, yemek ve içmek, sevinç ve üzüntü, ev ve evin önemi, giyecekler, alım ve satım, suç ve ceza, yasalar, özgürlük, sebepler ve arzular, acı, bilgelik, öğretme, arkadaşlık, konuşma, zaman, iyi ve kötü, dua, zevk, güzellik, din ve son olarak da ölüm. Elvis Presley bu kitabın ve Cibran'ın bir hayranı olarak,Ermiş'in binlerce kopyasını dağıtmıştır.

 

(22) Bagavad Gita (Kutlu Ezgi) : Hinduizm’in geç dönem dinsel metinlerinden. Bölüm 11’e bakınız.

 

(23) Ali Bulaç, gazeteci yazar. 1951 yılında Mardin’de dünyaya geldi.1975  yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden, 1980 yılında ise İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümünden mezun oldu. 1988  yılında Tğrkiye Yazarlar Birliği’nin Fikir Ödülü’ ne layık görüldü. Halen Zaman Gazetesinde köşe yazarı olarak çalışmaktadır.20

 

 

 

(24) Prof. Dr. Amil Çelebioğlu: Edebiyat tarihçisi, metinler şerhi profesörü, şair. 20 Nisan 1934 tarihinde Karaman’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiş ve Sanat Tarihi Bölümünden sertifika vermiştir. 1977-82 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmış ve buradayken 1982 yılında profesörlüğe yükseltilmiştir. 1990 yılında Hacca gitmiş ve elim Tünel Hadisesinde vefat etmiştir. (Rehber ansiklopedisi, www.turkcebilgi.com)

 

(25) Ahmed B Ataullah el iskenderi Mısır'da yaşamış İslam alimlerindendir. İslâm Dünyasında daha çok "Hikemü'l-Ataiyye" adlı meşhur eseriyle tanınmıştır. İskenderiye’de doğdu. Beni Cüzam kabilesinden ve tanınmış bir aileye mensuptur. Dedesi olan Abdülkerim, Maliki mezhebinin önemli fakihlerinden birisidir. İlk tahsilini İskenderiye’de tamamladı. Devrin en önemli alimlerlerinin talebeliğini yaptı. 1275 yılında şeyh ebu'l-abbas mürsî ile tanıştı ve onun sohbetlerine katılmaya başladı. Vaaz ve irşadla görevli olarak Kahire’ye gitti. Hayatının geri kalan kısmını burada geçirdi ve medrese-i mansuriyede vefat ettiğinde takvimler 1309 yılını gösteriyordu. Ataullah İskenderi aynı zamanda iskenderânî-sekenderî olarak da anılmıştır. Şazelî ve mürsî'den sonra en şazeliye tarikatında üçüncü önemli kişidir. Kendisi tam anlamıyla bir mutasavvıftır. İnsanları doğru yola iletmede tefekkürün inceliklerine ağırlık vermiştir. Hikem’de geçen bazı sözler şunlardır: “Kendini bilinmezlik toprağına göm. Çünkü gömülmeyen şey bitmez, bitse de ondan hayır gelmez.”, "Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır? Onu bulan her şeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur" (http://sozluk.sourtimes.org)

 

(26) Şeyh Mahmud Şebisteri  Şebisteri, hakikati bademe ve şeraiti bademin kabuğuna benzetir. “Madem bademin içi hamdır onun kabuğuna ihtiyacımız var. Ama bademin içi yetişince kabuğu atarız. Bu durumda kabuğa ihtiyacımız yok hatta kabuğu kırmamız gerekiyor.” der. (www.artiran.blogsky.com)

 

(27) Ebu Talip Mekki: Mekke-i Mükerreme’de yaşayan ve evliyanın büyüklerinden olan Ebu Talib el-Mekkî, İran asıllı Cebel halkındandır. Mekke’de yetiştiği için el-Mekkî nisbesiyle anılmıştır. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Gençlik yıllarında hayatının büyük bölümünü nefs mücahedesi ve riyazetle geçiren şeyh Ebu Talib pek çok alimden dersler almıştır. Mekke’den ayrıldıktan sonra Basra’ya gitmiştir. Orada Salimiye mektebinde kalan bu mübarek zat, Hicri 386 yılında (M. 1006) Bağdat şehrinde vefat etmiş ve Malikiye mezarlığında defnedilmiştir. Kendisine büyük hürmet gösterip sözlerini naklettiği önceki büyüklerin başında Hasan-ı Basrî hazretleri gelir. Çünkü onun hakkında şöyle der: “Bu ilmin metodunu ilk defa ortaya koyan Hasan-ı Basrî’dir.”


Şeyh Ebu Talib el-Mekkî’nin en iyi bilinen eseri “Kûtü’l-kulûb” (Kalplerin Azığı) adlı kitabı olup kendinden çok sonra yaşamış olan İmam Gazâlî hazretlerinin İhyâu Ulûmi’d-dîn adlı eserinin ana kaynağı olmuştur. Ebu Talib Mekki hazretlerinin kıymetli nasihatleri vardır. İşte onlardan bir demet:


“Şükür, nîmete hakkıyla şükretmekten âciz olduğunu bilmektir.”, “Güzel ahlâk, Allahü teâlânın takdirine râzı olmaktır.”, “Tasavvuf yolunda bulunanın yapacağı ve dikkat edeceği en makbul şey; nefsini hesâba çekmektir.”, “Başkalarının halleriyle meşgul olan, kendi hâlini kaybeder.”

(28) Cüneyd-i Bağdadi: 9. yüzyılda yaşamış meşhur Sufilerden. Bölüm 11’e bakınız.  

 

(29) Kutsi hadis, Manası Allah'a, lafızları Hz.Peygambere ait olan hadislere denir. "İlahi hadis" ve "Rabbani hadis" diye de adlandırılır. Peygamberimizin, anlam bakımından vahyini Allah'tan aldığı, O'ndan nakiller yaparak söylediği sözlerdir. Kutsallığı, manası Allah'a ait olmasından; hadis olarak adlandırılması da lafzının Peygamberimiz tarafından dile getirilmesinden kaynaklanmaktadır. Manasal anlamda Allah tarafından gelen vahiy olmaları bakımından, Kur'an ayetleriyle kutsi hadisler arasında bir fark yoktur. Fakat Kur'an hem anlamı, hem de lafızları yönünden Allah'a ait iken, kutsi hadis, sadece mana açısından Allah'a aittir.20

 

(30) Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770- 1831 Sturrgart) Alman filozof. Bir memurun oğluydu. Tübingen’de ilahiyat okuduktan sonra Bern ve Frankfurt’ta felsefe öğretmenliğine başladı. 1805'te Jena Üniversitesinde profesör oldu. Başlangıçta Schelling’in öznel idealizm felsefesine inanmış görünüyordu, sonradan kendine ayrı bir sistem kurup onun savunmasını yapmaya başladı. Hegel'in kurduğu sisteme diyalektik mantık denilir. Buna göre bir fikir(yani tez), karşısındaki başka bir tezle(anti-tezle) karışır, bundan yeni bir anlayış doğar ki buna sentez denilir. Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvanın ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyva olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur.

 

(31) Beyazıd-i Bistami (H.188-261) Adı; Ebu Yezid Tayfur bin İsa bin Şuruşan, doğum yeri olan Bistam; İran’ın kuzey doğusunda, Tahran - Meşhed karayolu üzerindeki Şahrud Vilayetine bağlı küçük bir kasabadır. Hz. Ömer zamanında feth edilmiş olup fetihten önce halkı mecusi (Ateşe tapan) idi. Bayezid’in dedesi önemli bir mevkii bulunan tanınmış bir aileden geliyordu. Bu aile, beşeri münasebetlerde insan sevgisine büyük önem veren ve bu sevgiyi insanlar

 

arasın da yaymaya çalışan, din adamları (Mobedler) yetiştirmekle tanınmıştı. Otuz sene Şam ve civarında gezerek, riyazat ve mücadele etmiştir. Beyazid’in felsefesini en iyi şu olayda anlarız: Bir gün birisi Bayezid-i Bistami’ ye gelerek "Ben Bayezid'i arıyorum dedi. O’da, "Ben otuz yıldır Bayezid'i arıyorum, lakin bulamıyorum" diye cevap verdi. (www.kirikhanolay.com.tr, www.beyan.com.tr)

( Ya Hu Ve Adem - 46 Son - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 31.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu