Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 30.11.2016
Okunma Sayısı : 1471
Yorum Sayısı : 2

Mahkeme salonu öyle filmlerde gördüğümüz kocaman salonlara benzemiyordu. Sanık 
sandalyesine oturtulunca iyice gerilmiştim. Hakim henüz yoktu. Filmlerde gördüğümüz 
"yaz kızım" diye tabir edilen katibin yerinde ise orta yaşlı bir erkek katip vardı. Bizler 
kendi aramızda konuşmaya başlayınca adam  susun Hakim şimdi gelir diye uyardı.

O kısa süre içinde yine bir an daldım ve annemi, babamı, kardeşlerimi düşündüm. Acaba 
bizi tutuklayacaklar mıydı? Tutuklarlarsa ailem ne yapardı? İşleyişi hiç bilmiyordum.
Ailelere haber veriyorlar mıydı? Keşke haberleri olmasa diye aklımdan geçirdim. Hiç iyi
durumda olmadığımı fark ettim. Dönüp Sinan'a baktığımda onun da benden farklı olmadığını
gördüm. Diğerlerinin ise sanki hiç umurunda değildi. Halen fısıltı halinde kendi aralarında
konuşmaya devam ediyorlardı.

Şu an bunları yazarken bile belki yaşımın verdiği etki ile olsa da o anları yeniden yaşamak
öyle zor geliyor ki, genç de olsam o günkü ruh halimi siz tahmin edin. Hani gerçekten suçlu 
olsaydım belki bu kadar üzülmezdim. 

Hatırlarsanız sonradan Yücel'i af ettiğimden bahsetmiştim. Sevdiğim bir arkadaşım ben olsam 
Yücel'i kesinlikle affetmezdim. Her şeyi affederim ama iftirayı asla dedi. Çok haklı aslında 
gerçekten iftira çok kötü bir şey ama af Allaha mahsus, ben kimim ki affedeceğim. Sadece 
uzun yıllar sonra karşılaşınca an içinde gençlikti geçti diye düşündüm ve konuştum onunla. 
Gerisi Allah'a kalmış Yüce Rabb'im bilir işini. 

Sonra her şey Yücel'le bitmiyor ki, ileride başıma gelenleri göreceksiniz. Affedilmesi 
gereken o kadar insan vardı ki, ayrıca benim yaşadıklarım belki de o dönemde yaşanan en
hafif şeylerdi. "Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatını yeniden dizayn eden 12 Eylül süreci
öncesindeki çalkantılar, askeri darbenin ardından yerini mutlak baskının hakim olduğu bir 
atmosfere bıraktı." Belki de hiç suçu olmayan insanlar işkence gördü, idam edildi. Kimler 
kimleri nasıl affedecekler. Geride kalan o ana babaların acıları nasıl dindirilecek, dinmedi
de zaten. 

O dönemde "98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 30 bin kişi sakıncalı 
olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci 
olarak yurtdışına gitti. 
 
171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için 
yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede 
görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi. Sürgünler cabası...

31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahlı saldırıda 
öldürüldü.
 
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete 
ve dergi imha edildi.
 
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü."

Darbeci General Kenan EVREN belki o gün için gerçekten ihtiyaç olan Silahlı kuvvetlerin 
yönetime el koymasını sonradan başarısızlıkla yönetti.

Okuduğu ilk "Bildiride, "Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek İç Hizmet Kanunu'nun verdiği 
Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta 
zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur" 
ifadelerine"Yer vermiş ama sonradan Türkiye Cumhuriyetine en büyük darbeyi indirmiştir.

Şimdi tekrar soruyorum kim, neyi, nasıl affedecek? Ben kimim ki? Allah'a havale etmekten 
başka çaremiz var mı?

Dokuzuncu bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN


 
 

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru ( Dokuzuncu Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 30.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.