Serbest Kürsü / Söyleşi

Eklenme Tarihi : 27.10.2016
Okunma Sayısı : 1985
Yorum Sayısı : 4
Günün Yazısı

Bu Yazı 28.10.2016 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

HER SÖZÜME KARŞILIK  BİR MAKALE,  BİR  ARAŞTIRMA  YAZISI  YAZILMASI  GURURUMU  OKŞUYOR  AMA… 
------------------------------------------------------------------------------------
Bu  yazı  dolayısıyla  bana  çok  küfür eden  olacak,  biliyorum  ama  yine  de yazmadan  geçemedim.
-------------------------------------------------------------------------------------

Evet..Son  bir  kaç  aydır  benim  her    sözüme,  ettiğim  her  kelama  karşılık  olmak  üzere  -yazdığım  yazının  altında  yorum  olarak  değil  de-  başlı  başına  ayrı  bir  araştırma ya  da makale  yazısı  yazılması  gibi  bir  moda  başladı. 

Oysa  ben  kısa  bir  yazımda  ‘’ Ben  lafı  arif  olana  bir  kere anlatırım. Bundan  böyle  haklı  olduğuma  inandığım  konularda  bile  olayı  yılan  hikayesine  döndürmeyeceğim’’  diye  tavrımı  net  bir  şekilde  açıklamıştım ve  bir  arkadaşımın  da  dediği  gibi  ana  kulvarım  olan  mizah  yazılarına  son  sür’at devam  etme  niyetindeydim.

Böyle  bir  açıklamaya  rağmen  benim  gerek bu sitede  sitede gerek başka  ortamlarda  ettiğim  kelamların  bu  siteye  taşınması,  adım  kullanılmasa  da  bana  ithafen  yazıldığı çok  belli  olan  yazılar  işin  doğrusu  bir  taraftan  hoşuma  gitmiyor  da  değil.  İnsanlar  bir  şeyleri  araştırıyorlar  hiç olmazsa…  Ya  da  daha önceden  bildikleri  bazı  hususları  diğer  insanlarla  paylaşıp konu  hakkındaki  kendi  görüşlerini  ortaya koyuyorlar.Ama..İşin  bir  de aması  var  maalesef.

Şimdi  bu  yazıyı  yazmama  sebep  olan konular  nelerdir  kısaca  onu  izah  edeyim.

Birincisi: Ben bu  platformda  dedim  ki  ‘’ Biz  Kurtuluş  Savaşını  yedi  düvele  karşı  kazanmadık’’  

Bu  söz  Kurtuluş  Savaşımızı  küçümsemek  olarak  ilan  edildi. Hem  bu  sitede  hemde  bir  başka  sitede...

Yani ‘’  İnönü  Savaşları  diye  bir  savaş olmadı’’  Diyenlere  karşı  amansız  bir  mücadeleye  girip  bir  sürü  küfür  ve  hakarete  maruz  kalan, bir sürü  düşman  kazanan ve  bu  arada  pestili  çıkan ben, Kurtuluş  Savaşımızı  küçümsemiş  oluyordum(!) ‘’Kurtuluş  Savaşımız yedi  düvele  karşı  kazanılmadı’’ demekle.

Ben  ne  demişim  peki  tam  olarak? Çünkü  söylediklerimin  bir  açıklaması  var  elbette.

Benim  dediğim  şu: ( Bahsi  geçen  yazıda  daha  farklı  ifade  etsem  de  tam  olarak  demek  istediğim  ve  dediğim  şu: )

I.  Dünya  Savaşında  İngiltere,  Fransa,  Rusya,  İtalya, Kanada,  Avustalya,  Yenizelanda  hatta  Hint  askerlerine  karşı  aynı  anda  savaştık.  Aynı  anda ifadesinin  altını  çizelim.  Yedi  düvele  karşı  savaşmak  demek hepsiyle  aynı  anda  savaşmak  demektir  benim  için ve evet  biz  I.  Dünya savaşında  yedi  düvelin ( hatta  daha  fazla  düvelin) hepsiyle  aynı  anda  savaştık. Yani  hiç  bir  cephede  bir  savaş  bitti,  hemen  ardından  bir  başka  cephede  savaştık  diye  bir  durum  söz  konusu  değil.  Tüm  cephelerde  aynı  anda  savaşmışız.    

Öyle  yedi  düvele  karşı  tek  başına  da savaşmadık işin  doğrusu. Yanımızda  Almanya,  Avusturya-Macaristan  İmparatorluğu  ve  Bulgaristan  vardı. Yedi  düvele  karşı  dört  düvel  olarak  savaştık. Haaa eğer I.  Dünya  Savaşına  katılan  tüm  İtilaf  devletlerine  karşı  savaştığımız  varsayılırsa yedi  değil  yirmi sekiz  düvele  karşı  savaşmış  oluyoruz (!)

Savaştık  ve yenildik. Yenildiğimizin  belgesi  olarak  da 30  Ekim 1918 de  Mondros  Ateşkes  Antlaşmasını  imzaladık, 10  Ağustos 1920 de  Sevr  antlaşmasını  imzaladık.   

Yani  1914-1918  yılları  arasındaki  I.  Dünya  Savaşı  denen bölümde  yenilmişiz. Bizi  yenenler    ve Mondros  Ateşkes  antlaşması şartları  gereğince BİZİM  OLAN  toprakları  işgal  edenler  kim?  İngiltere,  Fransa,  İtalya… Rusya  Mondros  Ateşkes  Antlaşmasından  daha  önce  yine  1918 de  Tüm  İtilaf  Devletleriyle  İmzaladığı  Brest-  Litowsk  antlaşmasıyla daha  önce  işgal  ettiği  topraklarımızın neredeyse  tamamından  çekilmiş.

İtalyanlara  karşı  tek mermi  atmamışız  bu  işgal  döneminde…  Adana,  Urfa,  Maraş  ve  Antep  şehirlerimizi  ilk  işgal  eden  ( Sonra  bilindiği  gibi  Fransızlara  terk  ederler) İngilizlere  karşı  tek  mermi  atmamışız.  Musul’umuzu,  Kerkük’ümüzü,  Kudüs’ümüzü  işgal  eden İngiliz’e  karşı  da  tek mermi  atmamışız. Ne  zaman? 1918-1922  Yılları  arasında.  Yani  Kurtuluş  Savaşı  dediğimiz  o  büyük  savaşta.

İyi  de  Kurtuluş  Savaşı  dediğimiz  savaşta biz kime mermi  sıktık?

Evet..Mondros  Ateşkes  Antlaşmasından kısa  süre  sonra  İngilizlerin  desteği  ile  - hiç  de  hakkı olmadığı  halde -  Önce  İzmir’i,  sonra  diğer  Batı Anadolu  illerimizi  işgal  eden  Yunanlılara  karşı  sıktık  kurşunu. Ama  15 Mayıs  1919 da  ilk ve  tek  kurşun sıkıldıktan  sonra  ikinci  kurşunu  sıkabilmek  için  6  Ocak  1921 e  kadar  bekledik.  Çünkü  elimizde  doğru  düzgün  bir  ordu  yoktu.  Ordunun  253  bin kişilik  er  ve  erbaşını  sadece  Çanakkale’de şehit  vermiştik.  Sarıkamıştaki  şehit sayımız  90  bindi.  O  sebeple  15 Mayıs  1919 dan 6  Ocak  1921 e kadar  beklemek  zorundaydık  ki  bu  bekleme  esnasında  başta  Kürt  ayaklanmaları  olmak  üzere  ayaklanmalara karşı  savaştık.  Ayrıca  ismi  daha  sonra maalesef  vatan  hainleri  ile  birlikte  anılacak  olan  Kazım  Karabekir Paşa  Doğuda  Ermenilerle  savaştı  ve  3  Aralık  1920 de  imzalanan  Gümrü Antlaşmasıyla  biraz nefes  alıp  ‘’Ohhhh’’  dedik.  Çünkü  elde  onun  idaresinde  olan 15.  Kolordu  dışında  düzenli  bir  ordu henüz  yoktu.

Bu  arada  daha  önce  İngilizlere  tek kurşun atmamış  olan  Maraş,  Urfa,  Antep, Adana,  Fransızlara  karşı  ayaklandı.  Çünkü  Fransızlar  doğrudan  doğruya milletin  namusuna  tasallut  ediyorlardı.  Ayrıca  Fransız bayrağı  altında  Ermeniler  ‘’ Ay  doğacak,  gün  doğacak,  Maraş  Ermenistan  olacak’’  türküleri  söylüyordu.

Evet..Ermeniler  dışında Fransızlara karşı  amansız  bir  mücadeleye  girdik.  Şahin  Bey  Katma  Köprüsü  üzerinde  delik  deşik  edildi  bu  mücadeleler  sırasında.  10 Yaşıdaki Kamil  şehit  edildi ve  daha  niceleri.  Ama  Antep’ten  Fransız’ı  söküp  atamadık.

Sonra  döndük  nihayet  Yunan’a  6  Ocak  1921  I.  İnönü,  30  Ağustos  1922  Büyük  Taaruz  ve  Başkomutanlık  meydan  Savaşı… Onun  da  hakkından  geldik.

Bu  kısmı  uzatmayacağım.  Bana  1918  - 1922  yılları  arasında yani  Kurtuluş  Savaşı  dediğimiz  o  dönemde   İngiltere  ile  yaptığımız  bir  tek  savaşın  ve  kazandığımız  zaferin  adını  verecek  olan  arkadaşımın  ellerinden  öpeceğim.  Rusya  ile  yaptığımız  ve  kazandığımız  bir  tek  zaferin  adını  verecek  olan  arkadaşımın  da  ve  İtalya  karşısında  kazandığımız bir  zaferin  adını  verecek  olan  arkadaşımın  da ellerini  öpeceğim. Daha  önceki  işgalciler  içinde  sadece Fransızlara karşı  mücadele  etmişiz  ama  onları  dahi  topraklarımızdan  atamamışız.   

Özellikle İngiltere’ye  karşı  kazandığımız bir  zafer  yok. Oysa  Lozan’da  özellikle  İngiltere  ile  yapıyoruz  tüm  pazarlığı. Ve  ben  diyorum  ki ‘’ İngiltere’ye  karşı  kazandığımız  hiç  bir  zafer  olmamasına  karşılık  Lozan’da  onların  elinden  bu  günkü  Misak-ı  Milli  sınırlarımızı  neredeyse  tam  olarak almışız. Sevr  ile  kıyaslandığında  çok  daha mükemmel  bir  sonuç  elde  etmişiz   o  halde  Lozan  bir  hezimet  değil  zaferdir’’  Ama  böyle  demem  de yani  Lozan  hezimet  değil  zaferdir’’ demem de  yeterli  olmuyor  ve  Kurtuluş  Savaşımızı  küçümsemiş  oluyorum(!)  

Ha  şimdi  denilebilir  ki  ‘’ Hocam.  Ülkemizi  işgal  eden  Fransa  mesela  Sakarya  savaşından  sonra  Ankara  antlaşmasıyla işgal  ettiği  topraklarımızdan  çekilmişse,  İtalya  işgal  ettiği  topraklardan  II.  İnönü  Savaşından  sonra  çekilmişse  bu  durum  aynı  zamanda  onlara  karşı  kazanılan  bir  zafer  değil  midir?

Sadece  çekildiklerine  bakarsanız  doğru.  Niçin  çekildiklerine  bakarsanız  yanlış.

Bu  devletler  çekildiler  çünkü  Fransa’nın  gözü  zaten  işgal  ettiği  topraklarda  değildi. O  günün  şartları  için  düşünün  Antep,  Urfa,  Adana,  Maraş  ne  işine  yarayacak?  Onun  gözü  İngilizlerin  elinde  olan  petrol  bölgelerinde.  Zaten  İtilaf  Devletlerinin  diğer  İttifak  Devletleriyle  hemen  barış  Antlaşmaları  yapmalarına  karşın  Türklerle  ta  10  Ağustos  1920  yi  beklemelerinin  sebebi  de  bu  paylaşma  konusundaki  anlaşmazlıklar  değil  miydi? Öte  taraftan  dikkatiniz  çekerim:  Fransa  dört ilden  çekildiği  halde  Hatay’dan  niçin  çekilmedi?   Çünkü  Hatay  önemli.  Doğu  Akdeniz’in  kontrolü  söz  konusu.

Peki  İtalya?  Şimdi adını  yazıp  da  rencide  etmeyeyim.  Bir  ilimizi  sadece  yüz askerle  işgal  eden  İtalya da  kendisine  verilenleri  değil  İzmir’i  yani  Batı  Ege’yi  İstiyordu.  O  da  küskündü İngiltere’ye.  II.  İnönü  zaferinden  sonra  da  turist  gibi  geldiği  ülkemizden  turist  gibi  gitti.

İngiltere?

İngiltere  alacağını  almış  zaten.  Biraz  daha,  hani  olur  da  Türkiye  Yunanistan’ın  elinde  kalırsa (  en  azından  batı  kesimleri)  sömürge  yolları  üzerinde kendine  gebe  bir  Yunanistan’ın olması  çıkarlarına  daha  uygun  olacağı  için  ileri  sürmüş  Yunanı  ama  işte  bu  noktada  istediğine  ulaşamamış. Lakin asıl alacağını  almış  olduğu  için  çok  da  kıymeti  harbiyesi  yok onun için   Yunanlılar  karşısında  kazandığımız  zaferin. Musul-  Kerkük’ü  tekrar  geri  almak  gibi  bir  amacımız  olmadığı  sürece   sponsoru  olduğu  Yunan  karşısında  kazandığımız  zaferin  pek  de  korkulacak  tarafı  yok  onun  için. Bizim  de  İngilizlerin  eline  geçmiş  toprakları  geri  almak  için  ne  emelimiz  var  ne  de  dizlerimizde  derman. 

İşte  bunları  anlatıyorum  ve  ‘’ Kurtuluş  Savaşımızı  yedi  düvele  karşı  kazanmadık ‘’ Diyorum.

Yanında  üç  tane  devlet  daha  varken,  düzenli bir  ordun  varken yedi  düvele  karşı  yenilmişsin. Orduların  dağıtılmış.  Tüm  cephelerde  en  az 500. 000  askerin  şehit  olmuş, silahın  yok  cephanen  yok,  yiyecek  ekmeğe  muhtaçsın  ayrıca  daha  önce  birlikte  savaştığın  devletler  de  yanında  değil  yani  tek  başınasın  ve  yedi düvele karşı  savaşıp  zafer  elde  ediyorsun????

Kısacası…Sözümün  arkasındayım.  Ancak  Kurtuluş Savaşımızı  küçümsediğim  iddiasını  da  asla  kabul  etmiyorum.

Balkan  Savaşlarında  Yunanistan,  Bulgaristan,  Sırbistan  ve  Karadağ  gibi  daha  düne  kadar  Osmanlı’nın  şamar  oğlanı  olan  devletlerin  karşısında  perişan  olmuş  olan  bir ordunun bir  kaç  yıl  sonra üstelik  elinde  doğru  düzgün  silahı,  askeri  olmadığı  halde  -  aynı  anda  olmasa  bile- Ermenilere,  Gürcülere,  Fransızlara ve  Yunanlılara  karşı  yaptığı  bir  mücadelede  artı  bir  taraftan  da  Kürt  isyanları,  kendisine karşı  yapılan  diğer  isyanlar  sürerken  elde ettiği  başarıyı  küçümsemek  insanın  gözlerini  kör  eder.  Klavye  başında  şakır  şakır  yazı  yazdığı  parmaklarını  kurutur.  Her  kim  de  bu  zaferi  küçümserse.  Bu  zaferde  Mustafa Kemal’in  rolünü  görmezden  gelmeye  kalkarsa  o  kişiden bırakın  tarihçi  olarak  bahsetmeyi  insan  olarak  bile  bahsetmek  mümkün  değildir.

Ama. Bana  ‘’Yunanlıları  Anadolu’ya  İngilizler sürdü,  ABD  gemileriyle İzmir’e çıkarma  yaptılar,  besinlerini  Fransa  temin  ediyordu, atlarının  nalları  Belçika’dan, kullandıkları silahlar İngiltere’dendi, tüfeklerinin  ucundaki  süngüler İsveç  çeliğindendi. Ayrıca gerek  Ermeniler,  gerek  Kürt  isyancılar,  gerekse  diğer  isyancılar  hep  İngiliz silahları  kullanıyorlardı.  Bu  işi  İngilizler  ve  diğer  emperyalistler  tezgahlamıştı; Dolayısıyla  da  biz  yedi düvele  karşı tek  başına  savaşmıştık’’ Denirse?

Yok  denmez  sanırım.  Küçümsenmesine  asla  tahammül  edemedikleri  Kurtuluş  Savaşımızda, zaferi ille  de  Lenin’in  gönderdiği  toplara,  tüfeklere, paralara ve  emperyalistlere  karşı  birlikte bir  mücadeleye  bağlayanlar  ‘’ Yedi  düvele  karşı zafer ’’  deseler  de ‘’Yedi  düvele  karşı  tek  başına kazanılan  bir zafer’’ diyemezler  en  azından.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
İkinci  mevzu:

Ben  Yukarıdaki  heykelle  ilgili  şöyle  bir  yorum  yapmıştım  kendi  face  book  sayfamda:

MAŞALLAH OLMASINA MAŞALLAH DA AKLIMA BİR SÜRÜ SORU TAKILDI ŞİMDİ

1- ÇİN NİÇİN ATATÜRK'ÜN HEM DE BU BOYUTLARDA BİR HEYKELİNİ YAPTIRSIN Kİ?

2- BİR ÜLKE BİR BAŞKA ÜLKENİN LİDERİNİN HEYKELİNİ ANCAK O ÜLKEYE YAĞ ÇEKMEK İÇİN YAPTIRIR. PEKİ ÇİN'İN TÜRKİYE'YE YAĞ ÇEKMESİ İÇİN BİR SEBEP VAR MIDIR? AYRICA TÜRKİYE'NİN YÖNETİMİ ŞU AN İTİBARİYLE ATATÜRK'Ü PEK DE SEVMEYEN BİR İKTİDARIN ELİNDEYKEN ATATÜRK HEYKELİ GİBİ BİR OBJE İLE TÜRKİYE'YE ŞİRİN GÖRÜNMEK AKIL VE MANTIKLA İZAH EDİLEBİLİR Mİ?

3- ATATÜRK'E NİÇİN ÇİN MİLLİ KIYAFETLERİ GİYDİRİLMİŞ?

4- ASLINDA BAŞKA SORULARIM DA VAR AMA NE SORACAĞIMI OKUYANLAR TAHMİN ETMİŞTİR SANIRIM

5- YİNE DE MAŞALLAH DİYELİM DE NAZAR DEĞMESİN.


Çok  değerli arkadaşım özellikle  2.  Maddeye  bozulmuş  ve  kendi  yazdığı  yazısını  ‘’
Atatürk’ün heykellerini dikmek putperestlik ya da Türkiye’ye yağçekmek değildir. Ona saygının bir sonucudur.’’  Diye  noktalamış.

İşin  doğrusu  kabul  ediyorum  ki yağ çekmek  ifadesi maksadını  aşan  bir  ifade  olmuş.  Çünkü  tam olarak  söylemeye  çalıştığım  şey  şuydu:  ‘’  Bir  ülke  bir  başka  ülkenin  devlet  adamının  heykelini  o  ülke  ile  iyi  ilişkiler  kurmak,  dostluğunu  pekiştirmek için  diker’’  Ha  belki  bu  ifade  de  yanlış  olurdu  eğer öyle  yazsaydım.  Yani  bir  ülke  bir  başka  ülkenin  büyük  devlet  adamlarının  heykellerini  sırf  o  insanlara  duyduğu  saygı dolayısıyla  dikmiş  de  olabilirdi. Onu  da  kabul  ediyorum  ama  uluslar  arası  ilişkilerde  hiç  bir  zaman -arkasında  bir  çıkar  olmadan-  şirinlik  gösterisi  yapılması  diye bir  şeye  de  inanmadığım için  olayı  biraz  da  dediğim  gibi  maksadımı  aşarak  ‘’Yağcılık’’ olarak  ifade  etmiştim.

Putperestlik  ise  asla  benimle  ilgili  bir  konu  değil. Pek  çok  değişik  görüşe  sahip  olan  arkadaşlarımdan  biri  ‘’ Çin  de  Putperest  değil  miydi?’’  Diye  yorum  yapmış  ki  cevap  bile  vermedim. Hatta  ‘’ Atatürkçüyüm ama  Leninistim,  Atatürkçüyüm  ama  Hdp ye  oy  verdim’’  Diyen  bazı  arkadaşlarımdan   daha  tutarlı  biri olmasına  karşın  cevap vermedim  bu  arkadaşa.

Atatürk  heykelleri  karşısındaki  saygı  duruşunu hiç  bir  zaman putperestlik  olarak  görmedim. 33  senelik  öğretmenlik  hayatım  boyunca yüzlerce  defa öğrencilerimi  saygı  duruşuna  bizzat  ben  davet  etmişimdir. Ayrıca Atatürk  heykelleri  karşısında saygı  duruşunu  putperestlik  olarak  görsem daha  dünkü  yazımda  Mahmut  Efendi  cemaati  için  söylediğim  sözleri  söylemezdim  şeyhlerinin  huzurunda  bir  an  durmayı bin  senelik ibadetten  daha  hayırlı  gördükleri  için.  Onlara   bir  yerde  ‘’Asıl  putperest  sizsiniz’’ demezdim.

Ama?

Ama  madem  ki  Atatürk  heykeli  dikmek,  ya  da  bir  başka  ülkenin  büyük  devlet  adamının  heykelini  dikmek  ona  sevgi  ve  saygının  bir  ifadesidir   o  halde  birileri  bana  1938- 1950  yılları  arasında  yani  Milli  Şef İsmet İnönü  döneminde  neden  bir  tane  bile  Atatürk  heykeli  dikilmediğini  izah  etsin.

İsmet  Paşa  Atatürk’ü  sevmiyor  ve  saymıyor  muydu?  Olabilir  mi  böyle  bir  şey? 

Atatürk  heykeli  diktirmek  Atatürk’e  sevgi  ve  saygının  bir  ifadesi  ise şöyle  mi  demeliyiz?  İsmet  Paşa  Atatürk’e  karşı  oldukça  sevgisiz  ve  saygısız  biriydi.  Onun  döneminde  tam  on  iki sene bir  tek  Atatürk heykeli  dikilmedi.  Hatta  Atatürk’ün Nutku   on  iki  sene  boyunca   bastırılmadı,  dağıtılmadı.  Buna  karşılık  Adnan  Menderes  ülkeyi  tekrar  Atatürk heykelleriyle  donattı.  Nutuk  onun  zamanında  tekrar basılıp  dağıtılmaya,  satılmaya  başlandı. Anıtkabir’in  yapımı  ve Atatürk’ün  ebedi istirahatgahına  taşınması Adnan  Menderes  döneminde  oldu.   Hatta  Atatürk’ü  Koruma  Kanunu  diye  bilinen  kanun  bile  Adnan  Menderes  döneminde  çıkarıldı.  O  halde  Adnan  Menderes  en  büyük  Atatürk  severdir.  Türkiye’nin  en  büyük  Atatürkçüsü  Adnan  Menderestir.  Bu  mudur  yani?

Bunları  geçtim  Türkiye  çok  mu  saygısız  bir  ülke?  Öyle  ya  bizim  ülkemizde  bir  yabancı  devlet  adamının  heykeline  ben  hiç  rastlamadım.  İnşallah  birileri  çıkar  da  ‘’Hocam,  Eskişehir’de bir  balmumundan  heykeller  müzesi  var.  Orada  pek  çok  ünlünün  balmumu  heykelleri  var’’  Demez. Ya  da  ‘’ Hocammm.  Hocammm.  Hocammm.  Atatürk’ün  manevi  kızı  Afet  İnan’ın,  Kerhaneciler  Kraliçesi  Matild  Manukyan’ın,  Baş  Fetöcü  Nazlı  Ilıcak’ın  mezun  olduğu
Notre Dame de Sion Fransız Lisesinin  bahçesinde  Padişah  Vahdettin  döneminde  yaptırılan  Papa  15.  Benedicht’in  heykeli  var’’  Demez. Evet..Bildiğim  kadarıyla  bir  tane numunelik var  ama  onu  da  Osmanlılar  yaptırmış. Başka  varsa -ama  büst  filan  değil  heykel  diyorum- bildiren  arkadaşım  olursa  memnun  kalacağım  derken  aklıma  geldi.  Taksim  anıtındaki  rolyefler  içinde  iki  Rus  generali  var.  Onların  dışında  bilmiyorum. Demek  ki Osmanlı  döneminde Papa  15.  Benedicht’den  Cumhuriyet  döneminde ise   iki  Rus generali  olan Mihail Vasilyeviç Frunze ve Kliment Yefremoviç Voroşilov’dan  başkasını  saygıya  layık  görmemişiz (!)

Yani  kısaca  çok  açık  ve  bariz bir şekilde  fotomontaj olduğu  belli  olan  bir  fotoğrafa   direkt  olarak ‘’ Bu  bir  fotoşoptur.  Sazan  gibi  atlamayın.’’ demeyip  bunu  daha  farklı  bir  şekilde  izah  ettik  diye  Atatürk  düşmanı  olduk  vesselam.

Vay  efendim  Atatürk’ün  Küba’da  bile  heykeli varmış…Biz yok  mu  dedik  muhterem? Dünyanın  dört  bir  tarafında,  hatta  haritalarda  bulmanın  neredeyse  imkansız  olduğu  küçücük  Dominik  Cumhuriyetinde  bile  Atatürk  heykelinin  var olduğunu  bilmeyecek  kadar  cahil  miyiz?


Uzun  sözün  kıssası:

Her  sözüme  bir  makale ,  bir  araştırma  yazısı  yazılması  gururumu  okşamıyor  değil ama  kabak  tadı  da  vermesin  yani.

RESİMLER:
1- Yazımda  bahsi  geçen  meşhur  heykel  işte  bu.
2- Şişli  ilçemiz sınırları  içindeki  Notre Dame de Sion Fransız Lisesinin  avlusunda  bulunan Saint Esprit Kilisesi önündeki  Papa  15.  Benedicht heykeli.
3- Taksim zafer anıtı. Resimde orak-çekiç işaretli olanlardan soldaki Frunze, sağdaki Voroşilov

( Her Sözüme Karşılık Bir Makale, Bir Araştırma Yazısı Yazılması Gururumu O başlıklı yazı Sami Biber tarafından 27.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.